Hulûsi Beye hitaptır.

بِاسْمِ مَنْ (تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ) وَعَلَيْكُمُ السَّلاَمُ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ عُمْرِكُمْ عَمَّرَكُمُ اللّٰهُ بِالسَّلاَمَةِ وَالْعَافِيَةِ 1

Aziz kardeşim; Evvela: Mektubun bana tesir etti. Fakat hakikati düşündüm, o teessür gitti. İşte hakikat şudur ki:

Mâbeynimizdeki münasebet ve uhuvvet inşaallah hâlis ve lillâh için olduğundan, zaman ve mekânla mukayyed olmaz. Bir şehir, bir vilâyet, bir memleket, belki küre-i arz, belki dünya, belki âlem-i vücut, iki hakikî dost için bir meclis hükmündedir. Böyle dostluk ve kardeşliğin firakı yok, hep visaldir. Fâni, mecazî, dünyevî dostluklar sahipleri, firakı düşünsün, bize ne?

Mezhebimizde (mesleğimizde) firak yok. Sen nerede bulunsan, şu kardeşinle ellerinizdeki Sözler vasıtasıyla sohbet edebilirsin. Ben de istediğim zaman, seni yanımda dergâh-ı İlâhîye beraber el açıp niyaz etmek suretinde görebilirim.

Eğer kader sizi başka bir yere gönderirse, 2 اَلْخَيْرُ فِيمَا اخْتَارَهُ اللّٰهُ hükmünce, kemâl-i rızayla teslim ol. Hem senin gibi, inşaallah kalbi selîm, aklı müstakîm, hakikî iman dersini veren zâtlara başka yerler daha ziyade muhtaçtır. Orada (Eğirdir’de) lillâhilhamd imana çok hizmet ettin. Eğirdir’den ziyade başka yerler belki daha muhtaçtır.

Saniyen: Sorduğun birinci suale senin kalbini tevkil ediyorum. Nasıl fetva verirse, ben de öyle razıyım. Merâtib-i dünya, nokta-i nazarımda pek ehemmiyetsiz olmakla beraber, senin gibi mertebesini hizmet-i Kur’ân’a medar edenler için, minnet altına ve zillete girmemek şartıyla hoş görüyorum. İkinci sualin ise, peder ve validenin arzuları pek mühimdir. Kur’ân-ı Hakîm bir âyet-i kerimede, beş tarzda onlara karşı şefkat ve hürmeti emreder. Eğer suhuletle arzuları yerine gelmek kabilse yaparsınız.

Salisen: Aziz kardeşlerim, bahar ve yazın meşgaleleri, hem gecelerin kısalması, hem şuhûr-u selâsenin gitmesi ekser kardeşlerimin bir derece hisse alması ve daha sair bazı esbabın bulunması, elbette bir derece neş’eli kış dersine fütur verir. Fakat onlardan gelen fütur, size fütur vermesin. Çünkü o dersler, ulûm-u imaniyeden olduğu için, bir insan yalnız kendi nefsine dinlettirse yeter. Bâhusus, siz daima bir-iki hakikî kardeşi de bulursunuz. Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenâb-ı Hakkın zîşuur çok mahlûkatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istimâından çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşınız ve müstemileriniz çoktur.

Hem mütefekkirâne o çeşit sohbet-i imaniye, zemin yüzünün bir manevî ziyneti ve medar-ı şerefi olduğuna işareten biri demiş:

آسْمَانْ رَشْكْ بُرَدْ بَهَرْ زَمِينْ كِه دَارَدْ

يَكْ دُوكَسْ يَكْ دُو نَفَسْ بَهْرِ خُدَا بَرْ نُشِينَنْدْ

Yani, semâvât zemine gıpta eder ki, zeminde hâlisen lillâh sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yani bir-iki dakika beraber otururlar, kendi Sâni-i Zülcelâlinin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü âsâr-ı san’atını birbirine göstererek Sânilerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.

Hem de ilim iki kısımdır: Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi, her vakit insan onu düşünmeye muhtaç olur. Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte ulûm-u imaniye bu kısımdandır. Elinizdeki Sözler ekseriyet itibarıyla inşaallah o cümledendir.

Bütün kardeşlerimize birer birer selâm ediyorum. Zannederim mufarakat ihtimalinden, ikimizden ziyade Hakkı Efendi kardeşimiz, daha ziyade sevap kazanmak emâresi olarak, daha ziyade müteessirdir. Fakat Cenâb-ı Hak hakkımızda çok emarelerle inayet ve rahmetini gösterdiğinden, surî iftirakımız vuku bulsa, bir eser-i inayet ve rahmet olduğunu telâkki etmeliyiz.

Rabian: Sizin gibi hakikate yetişmiş ve hakikatteki hakikî tesellî ve esaslı sevinci bulmuş zâtlara, envâr-ı imaniyenin ve esrar-ı Kur’âniyenin neşirlerine karşı -ehl-i dalâletin ve şeytanların desâisle tehacümünden neşet eden müşkülât ve gam ve kedere karşı sabır ve metanet et ve hüzün ve merak etme- demeye ihtiyaç hissetmem.

Hem her vakit beklediğim, ehl-i zındıkanın bana hücumu gayretli talebem, cesaretli biraderzadem olan uhrevî kardeşimden başlaması muhtemel olmakla beraber, hıfz-ı Kur’ânî her müşkülâta galip ve lezzet-i hizmet-i imaniye her kederi unutturur itikadında olduğumdan, seni teşcî ve teşvike lüzum görmem. Râkımü’l-Hurûf Hâfız Hâlid sana selâm eder, duanı ister.
3 اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Ahiret kardeşiniz
Said Nursî

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Öyle bir zâtın adıyla ki: “Yedi gökle yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp tesbih etmesin.” (İsrâ Sûresi, 17:44.) Ömür dakikalarınızın âşireleri sayısınca, Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Cenâb-ı Hak hayatınızı selâmet ve âfiyet içinde devam ettirsin.
2 : Allah’ın, kullarını sevk ettiği ve onlar için seçtiği her şeyde hayır vardır.
3 : Bâkî olan sadece Odur.
Önceki Risale: ( 213 ) / Sonraki Risale: ( 215 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acîp : şaşırtıcı
âhir : en son
âhiret : öteki dünya; öldükten sonraki ebedî hayat
avâm : halk tabakası
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
biraderzade : kardeş oğlu, yeğen
cerh edilme : çürütülme
cihet : yön, taraf
ehl-i zındıka : dinsizler
evvelâ : öncelikle, ilk olarak
fıtrî : doğal
galip : yenen, üstün gelen
hakikat : gerçek, esas
hıfz-ı Kur’ânî : Kur’ân’ın koruması, himayesi
hususan : bilhassa, özellikle
itikad : inanç
izhar : gösterme, açıklama
kuvvet-i ilmiye : ilim kuvveti, ilmî güç
lezzet-i hizmet-i imaniye : iman hizmetindeki lezzet
mânen : mânevî olarak
menzil : yer
muzır : zararlı
müşkülât : zorluklar, güçlükler
nazar-ı akıl : aklın görüşü
Nokta Risalesi : Mesnevî-i Nuriye’de yer alan bir bölüm
nur-u vicdan : vicdanın nuru
râkımü’l-hurûf : hattat, güzel yazı yazan
saniyen : ikinci olarak
Sözler : Risale-i Nur için kullanılan diğer bir ad
şuhud-u kalbi : kalbî şahitlik
tekmil edilme : tamamlanma
teşcî : cesaretlendirme
teşvik : şevklendirme, isteklendirme
tevafuk etme : denk gelme, uygun düşme
uhrevî : âhirete ait
alâkadar : ilgili, alâkalı olmak
âlem-i vücut : varlık âlemi
aziz : çok değerli
beşaret : müjde
bilfiil : fiilen, uygulamaya koyarak
dünyevî : dünya ile ilgili, dünyaya yönelik
evvela : öncelikle, ilk olarak
fâni : geçici olan, ölümlü
fıkra : bölüm, kısım
firak : ayrılık
hakikat : asıl, gerçek; birşeyin gerçek mahiyeti
hakikî : asıl, gerçek
hâlis : samimî, ihlâslı
hissedar : pay sahibi
kalben : kalp yoluyla
kalemen : kalemle
küre-i arz : yerküre
lâtif : güzel ve hoş
lillâh için : Allah için
mâbeyn : iki şeyin arası
mecazî : gerçek olmayan
meclis : görüşülen, toplanılan yer
mesrur : mutlu
mukayyed : kayıtlı, sınırlı
münâcât : Allah’a yalvarış, dua
münasebet : bağlantı, ilişki
müstehak olma : hak etme, lâyık olma
nevi : çeşit
tasavvurca : düşünme, hayal etme bakımından
teessür : üzüntü
tefsir : Kur’ân âyetlerinin çeşitli yönleriyle yorumlanması
tesir etme : etkileme
tevafuk : denk gelme, uygunluk
uhuvvet : kardeşlik
vilâyet : il
visal : kavuşma
aziz : izzetli, çok değerli
bâhusus : bilhassa, özellikle
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah
dergâh-ı İlâhî : Allah’ın rahmet kapısı
ehemmiyet : değer, önem
ekser : çoğunluk, pek çok
esbab : sebepler
fetva verme : hüküm verme, karara bağlama
firak : ayrılık
fütur : usanç, gevşeklik
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri
hakikî : gerçek, asıl
hayır : iyilik
hizmet-i Kur’ân : Kur’ân hakikatlerini yayma görevi
inşaallah : Allah dilerse
istimâ : dinleme
kabil : mümkün
kader : Allah’ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak herşeyi bilip takdir etmesi
kemâl-i rıza : tam bir memnuniyet, hoşnutluk
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
lillâhilhamd : Allah’a hamd olsun
mahlûkat : yaratılmışlar, varlıklar
medar : vesile, sebep
merâtib-i dünya : dünya mertebeleri
meslek : gidilen yol, usul
mezheb : yol, usul
minnet : bir iyilik karşısında borçluluk ve eziklik duyma
müstakîm : istikamet üzere, dosdoğru olan
müstemi : dinleyici
nefis : hazır zevke düşkün ve insanı kötüye yönelten duygu
niyaz etmek : dua etmek, yalvarıp yakarmak
nokta-i nazar : bakış açısı
peder ve valide : anne ve baba
Râkımü’l-Hurûf : hattat, güzel yazı yazan
sair : diğer
salisen : üçüncü olarak
saniyen : ikinci olarak
selîm : sağlam, doğru
Sözler : Risale-i Nur için kullanılan diğer bir ad
suhulet : kolaylık
suret : şekil
şuhûr-u selâse : üç aylar; Receb, Şaban ve Ramazan ayları
tevkil etme : vekâlet verme, vekil etme
ulûm-u imaniye : imana yönelik ilimler
zillet : alçaklık, aşağılık
zîşuur : şuurlu
ziyade : çok, fazla
âsâr-ı rahmet : rahmet eserleri
âsâr-ı san’at : san’at eserleri
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
desâis : hileler, aldatmacalar
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ekseriyet : çoğunluk
emâre : belirti, işaret
envâr-ı imaniye : iman nurları
esaslı : köklü
eser-i inayet ve rahmet : Allah’ın yardımının ve rahmetinin eseri, sonucu
esrar-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın sırları
hakikat : gerçek, doğru
hakikî : asıl, gerçek
hâlisen lillâh : samimi bir şekilde, sadece Allah rızası için
hikmetli : herşeyin bir gaye ve maksada yönelik olarak, anlamlı ve yerli yerinde yapılması
iftirak : ayrılık
inâyet : yardım
işareten : işaret ederek
kâfi : yeterli
medar-ı şeref : şeref kaynağı
metanet : sağlamlık, kararlılık
mufarakat : ayrılık
müşkülât : zorluklar, güçlükler
müteessir : üzüntülü
mütefekkirâne : tefekkür ederek, düşünerek
neşet eden : kaynaklanan
neşir : yayma, duyurma
nevi : çeşit
rabian : dördüncü olarak
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet
Sâni : herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah
Sâni-i Zülcelâl : büyüklük ve haşmet sahibi olan ve her şeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah
semâvât : gökler
sohbet-i imaniye : imanî sohbet etmek
surî : görünüşte
tefekkür : Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünme
tehacüm : hücum etme
telâkki etme : kabul etme, algılama
ulûm-u imaniye : imanî ilimler
vuku bulma : gerçekleşme, meydana gelme
zemin : yer
zikir : Allah’ı anma
ziyade : çok, fazla
ziynet : süs
Yükleniyor...