بِاسْمِهِ - وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ 1

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ 2

Gayyûr, zeki, ciddî, sıddık, hakikî kardeşlerim Hoca Sabri Efendi, Hafız Ali; Bu Cuma günü gündüz, rahatsızlığımdan dolayı biraz yatmıştım. Rüyaya benzer, fakat rüya değil, hayalen gördüm ki: Sabri karşıma çıktı, arkasında Hafız Ali... Sabri bana diyor: “Üstadım, inâyât-ı seb’a namıyla beyan edilen büyük inayetler varken, Onuncu Sözdeki cüz’î inayete bu kadar ehemmiyet vermenin sebep ve hikmeti nedir?” dedi, çekildi. Sonra kalktım, düşündüm. Dedim ki: “Isparta’ya yazdığım mektubu Sabri okumuş veya okuyor; hararetli yazışımdan bana acıyarak benden sual etmek istemiş.” Her neyse... Ben de Hulûsi’den sonra birinci muhatabım olan Sabri’ye derim ki (Hafız Ali de dinlesin):

Bu Onuncu Sözdeki cüz’î inayete ziyade ehemmiyet verdiğimin üç hikmeti var:

Birincisi: Onuncu Sözün kıymeti tamamıyla takdir edilmemiş. Ben kendi kendime hususî, belki elli defa mütalâa etmişim ve her defasında bir zevk almışım ve okumaya ihtiyaç hissetmişim. Böyle bir risaleyi bazıları bir defa okuyup, sair ilmî risaleler gibi yeter der, bırakır. Halbuki bu risale ulûm-u imaniyedendir. Hergün ekmeğe muhtaç olduğumuz gibi, o nevi ilme her vakit ihtiyaç var. Bu risaleye nazar-ı dikkati ehemmiyetle celb etmeyi ruhum arzu ediyordu. Lâkin, elimden birşey gelmezdi. Cenâb-ı Hak merhametinden bir işaret verdi. O işaret ne kadar gizli ise, benim o ciddî arzuma mutabık geldiğinden, çok ehemmiyetli görünüyor.

İkincisi: Bilirsiniz, uzak yerlerden, bazı beş günlük yoldan bir zât bizi görmek ve uhrevî bir istifade etmek için gelir. Halbuki vaziyetim birkaç saatten fazla onunla görüşmeyi müsaade etmiyor. Halbuki, o misafire risalelerin kıymetini göstermek, onu onlardan istifadeye sevk etmek, hem muhtaç olduğu kuvvet-i imana ve kuvve-i mâneviyeye yardım etmek için, birkaç gün lâzım. Çünkü, risalelerdeki kuvvetli burhanlara herkes yetişemiyor, tamamıyla kavramıyor. Ruhum çok arzu ediyordu ki, kısa, hafif bir vesile elime geçip, biçare misafirlerin zahmeti beyhude gitmesin. Fakat kerametim yok, elimden birşey gelmez. Yalnız misafirlerin niyet ve ihlâsına itimad edip onların mükâfatını rahmet-i İlâhiyeye havale ediyordum.

İşte Cenâb-ı Hak evvel İşârâtü’l-İ’câz’da, sonra Onuncu Sözde, çabuk kanaat verecek ve risalelere itimad ettirecek bir eser-i inayet ihsan etti. Hakikaten benim için çok kolay oldu. Ben de çok rahat ettim. Ve çok zâtlara az bir zamanda kuvve-i mâneviye ve Kur’ân-ı Hakîmin hakkaniyetine gözle görünecek emareler gösteriyordum. Hattâ çok muannidlerin inadı kırıldı. Çok dinsizler de onunla imana geldiler. Fakat İşârâtü’l-İ’câz’daki izahı bir, iki, üç saat bitmiyordu. Ben de yoruluyordum. Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmetinden daha kolay, İşârâtü’l-İ’câz’ın iki saatte verdiği faideyi Onuncu Söz iki-üç dakikada aynı faideyi verdi. Bu zamanda gözle görünecek gayet cüz’î bir eser-i inayet, mânevî büyük kerametlerden daha tesirlidir. İşte bu cüz’î eser-i inayet, hem bana, hem sizin gibi kardeşlerime bir kolaylık temin ettiği için, ziyade ehemmiyet verdim. Madem bu Sözdeki tevafuk bize ve misafirlere çok faidelidir ve hayırlı neticeler verir; elbette içinde bir inayet var. Âdî olsun, yüz emsali bulunsun, yine bize fevkalâde bir inayet, bir ikram-ı Rabbânîdir.

Üçüncüsü: Bilirsiniz ki, fazla iştigalâttan yorgun düşmüş bir fikir, kendini eğlendirmek, istirahat etmek ister. Biz meşgul olduğumuz pek derin, pek geniş, pek ciddî olan hakaik-i Kur’âniye ve imaniye, fazla meşguliyetimizden gelen yorgunluğu tahfif edecek ve yorgun fikrimizi neş’elendirecek ve eğlendirecek tevafukat nevinden, lâtif bir sanat-ı bediiye suretinde bir lûtfunu gösterdi.

Hem o lâtif ve hafif ve mahbup ve câzibedar tevafukattaki inayet, bir anahtar hükmüne geçip, Kur’ân’ın bir hazine-i esrarına bir nevi rehber olduğu için ziyade ehemmiyet verdim. Yoksa hizmetimize terettüp eden ve yardım eden inayet-i Rabbâniye o kadar çoktur ki, eğer saysam binden geçer. Şu Onuncu Sözün hurufatındaki sır, hiç kimsenin sun’ ve ihtiyarıyla olmadığını herkes tasdik ettiği için, daha ehemmiyetli göründü.

Fakat ben mutlak işarete ehemmiyet verdim. Lâkin tafsilâtını ehemmiyetle tetkik edemedim. En iyi bir tarzda beyan edemedim. Bir-iki saat zarfında nota nev’inden işaretler koydum. Birinci defaya itimad edip daha tetkik etmedim. Halbuki, tâbiratımda bazı kusur var, fehmi işkâl eder. Isparta’daki kardeşlerimiz maksadı anlamamışlar; hakları var. Çünkü, o ibare o maksudu ifade edemiyor.

Madem öyledir; bu Sözün lâtif tevafukat-ı harfiyesindendir ki, (mebhasındaki) hem sahifenin yirmi iki olmak itibarıyla, yazı bulunanların yerinde, yarısından ziyade yazılı bulunan sahifelerin hakikî ve itibarî satırlarına ve baştaki yaprağın cilt üstünde isminin iki satırı ilâvesiyle bin üç yüz kırk iki (1342) ilh... Hem o mebhastaki bu cümle, hem âhirdeki beyaz sahifeyi saymak cihetiyle altmış altı olup baştaki âyetin melfuz altmış altı hurufuna tevafuk ediyor. Birinde, âhirdeki iki beyaz sahifeyi saymak cihetiyle altmış yedi olup baştaki âyetin melfuz altmış yedi hurufuna tevafuk ediyor. O âyet Sûre-i İhlâsın hurufatına, hem Lafzullahın makam-ı ebcedîsine tevafuk ediyor, denilmeli. Biz bir nüshayı öyle yaptık, size gönderiyoruz. Yanınızdaki nüshaları ona göre yap. Eğirdir’deki nüshaları da öyle yapınız.
3 اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Allah’ın adıyla. “Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
2 : Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
3 : Bâkî olan sadece Odur.
Önceki Risale: ( 240 ) / Sonraki Risale: ( 242 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

beyan edilen : açıklanan, anlatılan
celb etme : çekme
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cüz’î : az, ferdî
ehemmiyet : değer, önem
gayyûr : gayretli, çalışkan
hakikî : asıl, gerçek
hikmet : sır, incelik; gaye
hususî : özel
inâyât-ı seb’a : yedi yardım; Yirmi Sekizinci Mektup, Yedinci Risale Olan Yedinci Mesele
inayet : Allah’ın yardımı
lâkin : fakat, ama
merhamet : şefkat, acıma
muhatap : kendisine hitap edilen
mutabık : uygun, denk
mütalâa : dikkatle okuma, inceleme
nam : ad
nazar-ı dikkat : dikkat içeren bakış
nevi : çeşit
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’dan herbir bölüm
sair : diğer, başka
sıddık : çok doğru ve bağlı
takdir : değer biçme, değer verme
uhrevî : âhirete ait
ulûm-u imaniye : iman ilimleri
vaziyet : durum
ziyade : çok, fazla
âdî : basit, sıradan
beyhude : boşu boşuna, gayesiz
biçare : çaresiz
burhan : kuvvetli ve sarsılmaz delil
câzibedar : çekici
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cüz’î : ferdî, az, küçük
ehemmiyet : değer, önem
emare : belirti, işaret
emsal : benzerler
eser-i inayet : bir yardım ve destek eseri, vesilesi
evvel : önce
fevkalâde : olağanüstü, çok güzel
hakaik-i Kur’âniye ve imaniye : Kur’ân ve iman hakikatleri
hakikaten : gerçekten
hakkaniyet : doğruluk, gerçekçilik
havale etme : gönderme, bırakma
hazine-i esrar : sırlar hazinesi
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
ihsan etme : bağışlama, ikram etme, verme
ikram-ı Rabbânî : Allah’ın ikramı; herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın bağış ve ihsanı
inayet : yardım, ikram, ihsan
istirahat etmek : dinlenmek, rahatlamak
İşârâtü’l-İ’caz : Kur’ân’ın mu’cizeliğine dair Risale-i Nur’dan bir eser
iştigalât : meşguliyetler, çalışmalar, uğraşmalar
itimad etme : güvenme
izah : açıklama
kanaat : görüş, fikir
kemâl-i rahmet : rahmetin mükemmelliği
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarında görünen olağanüstü hâl ve fiil
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
kuvve-i mâneviye : mânevî güç, moral gücü
kuvvet-i iman : iman kuvveti
lâtif : ince, güzel, hoş
lûtuf : iyilik, ihsan, bağış
mahbup : sevilen, sevgili
muannid : inatçı, inanmamakta direnen
mükâfat : bir hizmet, başarı veya iyiliğe karşı verilen karşılık
netice : son, sonuç
nev’i : çeşit, tür
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’dan herbir bölüm
san’at-ı bediiye : güzel ve harika san’at
suret : biçim, şekil
tahfif : hafifletme
tevafuk : denk gelme, uygunluk
tevafukat : tevafuklar, uygunluklar
ziyade : çok, fazla
âhir : son
beyan etme : açıklama
cihetiyle : yönüyle
ehemmiyet : değer, önem
fehim : anlayış, kavrayış
hakikî : asıl, gerçek
huruf : harf
hurufat : harfler
ibare : metin, cümle
ihtiyar : irade, dileme, tercih
ilh. : ilâ âhir, sonuna kadar
inayet-i Rabbâni : Allah’ın inayeti, yardımı
işkâl etme : zorlaştırma, güçleştirme
itibarî : farazî ve izafî olan, var sayılan
itimad etme : güvenme
Lâfzullah : “Allah” lâfzı, kelimesi
lâkin : ama, fakat
lâtif : ince, güzel, hoş
makam-ı ebced : ebced makamı, değeri
maksad : amaç
maksud : kast edilen şey, gaye
mebhas : bahis, kısım
melfuz : telaffuz olunan, okunan
mutlak : genel, sınırlandırılmamış
nev’i : çeşit, tür
nota : birşeyi sonradan hatırlamak için konan işaret; uyarı
nüsha : kopya
sun’ : yapma
Sûre-i İhlâs : Kur’ân’ın 112. sûresi olan İhlâs Sûresi
tâbirat : tabirler, ifadeler
tafsilât : ayrıntılar
tasdik : doğrulama
terettüp eden : sonuç olarak ortaya çıkan
tetkik etme : inceleme, araştırma
tevafuk etme : denk gelme
tevafukat-ı harfiye : harflerin sıralanışındaki tevafuklar, münasebetler, uygunluklar
zarfında : içinde
ziyade : çok, fazla
Yükleniyor...