Yirmi Altıncı Mektubun Dördüncü Mebhasının Birinci Meselesi

بِاسْمِهِ - وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ 1

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَعَلٰى وَالِدَيْكُمْ وَعَلٰۤى اِخْوَانِكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ 2

Aziz, sıddık ve sadık, muhlis ve hâlis kardeşim İbrahim Hulûsi Bey; Mektubunda beyan ediyorsun ki: “Eğirdir gibi” orada muvaffak olmuyorsun. Ondan telâş etme. Orada öyle esbab var ki, bütün bütün tevakkuf ve tatil neticesini verebilirdi. Cenâb-ı Hakka şükür, yine tevakkuf değil muvaffakiyet var.

O mânevî esbabdan biri şudur ki: Cinnî şeytandan ders alan insan şeytanları, dünyevî meşgaleleriyle seni bir çember içine alıp, Nurlara hizmetini tahdit etmek için, sezdirmeyerek perde altında çalışmışlar.

Hem o havalide sabıkan müthiş ameliyat ve icraat olduğundan, o muhitte bir ürkeklik hasıl olup, senin kalbindeki gayet kuvvetli bir metanet olmasaydı, o Nurlar orada hiç ışıklandırmayacaktı. Fakat orada az hizmet de çoktur, kıymettardır.

Saniyen: (Bu kısım Yirmi Altıncı Mektubun Dördüncü Mebhasındaki dört mes’eleden birincisinin (Saniyen) kısmının sonuna ektir.)

3 رَبِّ الْعَالَمِينَ tâbirinden sonra 4 رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ zikri, icmalden tafsîle geçmektir. Nasıl ki, “memleket-i İslâmiye hâkimi” tabirinden sonra, “Anadolu, Asya ve Afrika hâkimi” tâbiri haşmet-i saltanatı mufassalan gösterir. Öyle de, rububiyet i mutlakadan sonra, haşmet-i rububiyeti mufassalan gösterir. Her neyse, şimdilik sualine tam cevap veremiyorum. Ona bedel Kur’ân i’câzına ait iki küçük nükteyi söyleyeceğim. Sen, şu iki nükteyi On Dokuzuncu Mektubun Beşinci Cüz’ünün On Sekizinci İşaretinin Birinci Nüktesinin âhirine haşiye olarak ilâve ediniz.

İşte Birinci nükte: (Mektubat’ın 264’üncü sahifesindeki “Haşiye 2”dir; şu kısım ona ektir.)

Şu üç hakikate mukabil, gelecek hangi hakikat var? Kimin haddine düşmüş ki, bunları taklit etsin? Evet, nasıl ki bu tarz-ı ifade sun’î olamaz, öyle de taklid edilmez. Evet, kimin haddine düşmüş ki, hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Hâlık-ı Kâinatı bu surette konuştursun?

İkinci nükte: Kur’ân-ı Hakîmin umum sahifeleri âhirinde âyetler tamam oluyor. Güzel bir kafiye ile nihayetleri hitam bulması, hem Lâfzullah yaprağın iki sahifesinde veya karşı karşıya iki sahifesinde veya yakın sahifelerde ekseriya ya muvafakat-i adediye veya münasebet-i adediye bulunması, bir emâre-i i’câzdır. Ve bunun sırrı şudur ki: Âyâtın en büyüğü olan müdâyene âyeti, sahifeleri için ve Sûre-i İhlâs ve Kevser satırları için bir vâhid-i kıyâsî ittihaz edildiğinden, Kur’ân-ı Hakîmin bu güzel meziyeti ve i’câz alâmeti görülmektedir. Demek bu hüner Kur’ân’ındır. Yoksa Hafız Osman gibi zâtların değil. Çünkü bu vaziyet, âyetinden ve sûresinden neş’et etmiştir.

Salisen: Mektubunuzdan anladım ki, sana gönderilen risaleleri kendin için istinsah ediyorsun, aslını Abdülmecid’e veriyorsun.

Aziz kardeşim, çendan Abdülmecid benim nesebî kardeşim ve yirmi sene talebemdir. Fakat ne o ve ne hiçbirisi benim Hulûsime yetişmiyor. O mektuplar, (ekseriyet-i mutlaka) senin namınla yazılmış ve sana gönderiliyor. Abdülmecid ikinci derecede, kendine istinsah etmek veya mütalâa etmek için onu da teşrik et, diye bir mektupta demiştim. Fakat eğer sen, o kardeşini kendi nefsine tercih edersen ve ona zahmet vermemek için zahmet çeksen ona karışmam. Senin peder ve validene ve Fethi gibi arkadaşlarına ve senin eski hocalarına selâm ve dua ederim, dualarını isterim.
5 اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî

21 Ramazan-ı Şerif
(Abdülmecid’e yazılan mektubu, senin mektubunun içine koydum, ona gönderiniz.)

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Allah’ın adıyla. “Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
2 : Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi sizin, anne ve babanızın ve kardeşlerinizin üzerine olsun.
3 : Âlemlerin Rabbi.
4 : Göklerin ve yerin Rabbi.
5 : Bâkî olan sadece Odur.
Önceki Risale: ( 243 ) / Sonraki Risale: ( 245 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhir : son
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cinnî : cinlerden olan
esbab : sebepler
gayet : çok
had : yetki, sınır
hakikat : asıl, gerçek, doğru
hâkim : hükmeden; hüküm veren
Hâlık-ı Kâinat : evreni ve bütün varlıkları yaratan Allah
hasıl olma : meydana gelme
haşiye : dipnot
haşmet-i rububiyet : Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan rablığının haşmeti, görkemi
haşmet-i saltanat : saltanatın görkemi
havali : etraf, çevre
i’câz : mu’cizelik; bir benzerini yapmakta başkalarını âciz bırakma
icmal : kısaca, özet olarak
icraat : faaliyet, iş
kıymettar : kıymetli, değerli
mebhas : bahis, kısım
memleket-i İslâmiye : İslâm memleketi
meşgale : meşguliyet, iş
metanet : sağlamlık, kararlılık
mufassalan : ayrıntılı olarak
muhit : çevre, etraf
mukabil : karşılık
muvaffakiyet : başarı
Nurlar : Risale-i Nur
nükte : ince ve derin anlamlı söz
rububiyet-i mutlaka : Allah’ın sınırsız bir şekilde herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
sabıkan : daha önceden
saniyen : ikinci olarak
sun’î : yapmacık
suret : şekil, biçim
şükür : verdiği nimetlerden dolayı Allah’a minnet ve teşekkürlerini sunma
tâbir : söz, ifade
tafsîl : uzun uzadıya, etraflıca açıklama
tahdit etmek : sınırlamak
tarz-ı ifade : ifade etme, anlatma tarzı
tatil : çalışmama, çalışmaya ara verme
tecavüz etme : haddi aşma, ileri gitme
tevakkuf : durma, duraklama
Abdülmecid :
âhir : son
alâmet : belirti, işaret
âyât : âyetler
aziz : çok değerli, izzetli
çendan : gerçi, her ne kadar
ekseriya : çoğunlukla
ekseriyet-i mutlaka : genel çoğunluk
emâre-i i’câz : mu’cizelik belirtisi
hitam bulma : sona erme
hüner : beceri, ustalık
i’câz : mu’cizelik; bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakma
istinsah etmek : nüshasını çıkarmak, çoğaltmak
ittihaz edilme : kabullenilme
kafiye : cümle sonlarındaki kelime ve anlam benzeşmesi
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Lâfzullah : “Allah” lâfzı, kelimesi
meziyet : üstün özellik
muvafakat-i adediye : sayıca meydana gelen uygunluk, denklik
müdâyene âyeti : borçlu ve alacaklı hakkındaki âyet; Bakara Sûresinin 281. âyeti
münâsebet-i adediye : sayıca meydana gelen münasebet, bağlantı
mütalâa etmek : dikkatle okumak, incelemek
nam : ad
nefis : bir kimsenin kendisi
nesebî : aynı soydan gelen; kan bağı olan
neş’et etme : doğma, kaynaklanma
nihayet : son
nükte : ince anlamlı söz
peder : baba
Ramazan-ı Şerif : mübarek Ramazan ayı
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’dan her bir bölüm
salisen : üçüncü olarak
Sûre-i İhlâs : Kur’ân’ın 112. sûresi olan İhlâs Sûresi
Sûre-i Kevser : Kur’ân’ın 108. sûresi olan Kevser Sûresi
teşrik : ortak
umum : bütün
vâhid-i kıyâsî : ölçü birimi
valide : anne
vaziyet : durum, hâl
Yükleniyor...