Yirmi Sekizinci Mektubun Sekizinci Meselesinin İkinci Nüktesi

Eğer denilse: Şu tevafukat-ı gaybiye eğer bir meziyet-i belâgat olsaydı, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan belâgatlerin envâından en ileride olduğu gibi, bu nevide de en ileri olmak lâzım gelirdi. Eğer bir meziyet-i belâgat değil; neden büyük bir ikrâm-ı İlâhî sayıyorsunuz? Hem hangi kitap olursa olsun, bu nevi tesadüfat içinde çok bulunabilir.

Elcevap: Kur’ân-ı Hakîm 1 اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ sırrıyla, her zamanda bir milyondan fazla hafızların kalbinde mânen yazdırmak lâzım geldiği için, hıfzı çok işkâl edecek ve hafızları çok azaltacak olan şu nevi tevafukat-ı müteşabihe, Kur’ân-ı Hakîmde çok ileri gitmemiştir. Ehl-i hıfza, rahmet içinde mutabık-ı mukteza-yı hal bir mânevî belâgati, bu meziyet-i belâgatin terkiyle yapmıştır: Çok defa kısa kesmekle çok uzun mânâları ifade etmesi gibi. Hem şu tevafukat-ı belâgat olmasa da, madem içinde eser-i kast ve şuur görünür. Kast ve şuur ise, bilmüşahede ve bil’itiraf, müellif ve müstensihlerin değil, elbette bir dest-i gaybînin tanzimiyledir. Ve o dest-i gaybînin bu tarz müdahalesi ise, alâmet-i kabuldür ve rızaya emâredir. Ve bu emâre de remzeder ki, yazılan hakikatler kusursuzdur, hak bir surette gösterilmiştir.

Ama sair kitaplarda şu nevi tevafukat bulunuşu tesadüfe verilebilir. Fakat şu risalelerdeki şuurlu tevafukat-ı gaybiyeyi, bütün gören zâtların ittifakıyla, şuursuz tesadüfe havale edilemez. Ve verilmesine imkân verilmiyor. Hattâ en mühim iki müstensih ve bizler, değil ki bir risalenin umumunda, birtek sahife kanaat verir ki, tesadüf karışamaz, haddi değildir. Çünkü misil olarak iki-üç kelime bulunur. Birbirine bakar öyle bir vaziyette ki, zahiren bir kasdı irae ediyor.

Meselâ, şimdi bakıyoruz, şu sahifede yaş lâfzı, üç defa tekerrür etmiş. Üçü öyle bir vaziyette birbirine bakıyor ki, şüphe bırakmaz ki, bir tanzim-i gaybîdir. Hem şimdi baktığımız şu sahifede, yalnız altı hüzün kelimesi var. O altı hüzün, üç satırda öyle lâtif iki kavsi teşkil etmiş ki, neş’eli bir hüznü görene verir.

Hem işâret-i gaybiye olmak için, başka hiçbir kitapta bulunmamak lâzım gelmez. Meselâ, nasıl ki, belâgat-i Kur’âniye derece-i i’câza vasıl olduğu için, bir mu’cize-i Risalet olduğu halde, sair ehl-i belâgatın umum kitaplarında, derecatlarına göre belâgat vardır. Onlarda belâgat bulunması, i’câz-ı Kur’ân’a münâfi olamaz.

Öyle de i’câz-ı Kur’ân’ın yüzer kısmından bir kısmının cilvesi, bir nevi ikram-ı İlâhî nev’inden, Kur’ân’ın bir nevi tefsiri olan Sözler’de, hakaik-i Kur’âniyenin hüsn-ü intizamına işareten görünüp tecellî etmesine, sair kitaplarda tevafukatın bulunması zarar vermez. Çünkü o dereceye yetişmezler. Çünkü Sözler’deki o nevi tevafukat o dereceye gelmiş ki, dikkat edenlere kat’î kanaat verir ki, beşerin düşünüşü değil ve ihtiyarıyla da olmamıştır. Belki nakşî bir nevi Kur’ân i’câzının, gölgesinin gölgesi, kendi tefsirinin âyinesinde, bir nevi ikram-ı İlâhî suretinde temessül ediyor. 2 اَلْحَمْدُ ِللّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Şüphesiz ki zikri (vahyi, Kur’ân’ı) Biz indirdik ve onu koruyacak olan da Biziz.” Hicr Sûresi, 15:9.
2 : Allah’a hamd olsun. Bu Rabbimin ihsânıdır.
Önceki Risale: ( 245 ) / Sonraki Risale: ( 247 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

alâmet-i kabul : kabul edildiğini gösteren belirti
belâgat : sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
belâgat-i Kur’âniye : Kur’ân’a ait belâgat, Kur’ân’ın kendine has olan belâgatı
bil’itiraf : itiraf ederek
bilmüşahede : görüldüğü gibi
cilve : görüntü, yansıma
derecat : dereceler
derece-i i’câz : mu’cizelik derecesi
dest-i gaybî : görünmeyen el
ehl-i belâgat : belâgatla uğraşanlar; güzel ve yerinde söz söyleyen kimseler
emâre : âlamet, işaret, belirti
eser-i kast ve şuur : bilerek, isteyerek ve şuurlu bir şekilde yapılan eser
had : sınır, yetki
hak : doğru ve gerçek
hakikat : esas, gerçek, doğru
havale etme : gönderme, verme
hüzün : üzüntü
i’câz-ı Kur’ân : Kur’ân’ın mu’cize oluşu
ikram-ı İlâhî : Allah’ın ikramı, bağışı
irae etme : gösterme, gözler önüne serme
işâret-i gaybiye : bilinmeyen veya gelecekte olacak bir hâdiseye yapılan işâret
ittifak : birleşme, fikir birlği
kanaat : görüş, fikir
kast : bilerek ve isteyerek yapma
kavs : yay biçiminde olan, yay gibi olan
lâfız : ifade, kelime
lâtif : güzel, hoş
misil : benzer, eş değer
mu’cize-i Risalet : peygamberlik mu’cizesi
müdahale : karışma
müellif : telif eden, yazan
mühim : önemli
münâfi : aykırı, zıt
müstensih : istinsah eden, yazarak çoğaltan
nev’i : çeşit, tür
remzetmek : gizlice işaret etmek
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’dan herbir bölüm
sair : başka, diğer
Sözler : Risale-i Nur için kullanılan diğer bir ad
suret : şekil, biçim
şuur : bilinç, anlayış
tanzim : düzenleme
tanzim-i gaybî : gaybî, bilinmeyen âlemden yapılan tertip ve düzenleme
tefsir : açıklama, yorum
tekerrür etme : tekrarlanma
teşkil etme : oluşturma
tevafukat : tevafuklar, düzgün bir biçimde birbirine uygun gelişmeler
tevafukat-ı gaybiye : gaybla ilgili tevafuklar, denklikler
tevafukat-ı belâgat : belâgat kuralları gözetilerek yazılmış ifadeler arasındaki uyum
umum : bütün, genel
vasıl olma : ulaşma
vaziyet : durum, hâl
zahiren : dış görünüş itibariyle
Yükleniyor...