Said Nursî’nin bir fıkrasıdır.

بِاسْمِهِ - وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ 1

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ 2

Aziz, sıddık, hakikatli âhiret kardeşim ve ciddî ve kuvvetli arkadaşım;Kur’ân-ı Hakîmin baş haşiyelerinde, âyât-ı Kur’âniyenin adedi altı bin altı yüz altmış altı olmakla, envâr-ı Kur’âniye ve hakikat-i Furkaniye eyyâm-ı şer’iye ile altı bin altı yüz altmış altı sene kadar, küre-i arzda hükmü cereyan edeceğine işaret ettiğine dair sualinize, o vakit zihnim başka yere müteveccih olduğu için, izahlı bir cevap veremedim. Sonra bana ihtar edildi ki: “Âsım’ın suali ehemmiyetlidir, cevap ver.” Ben de o ihtara binaen, üç esasla bir parça izah edeceğim:

Birinci esas: Nasıl ki nur-u Muhammedî ve hakikat-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, divan-ı Nübüvvetin hem fatihası, hem hâtimesidir. Bütün enbiya onun asl-ı nurundan istifaza ve hakikat-i dininin neşrinde onun muînleri ve vekilleri hükmünde oldukları ve nur-u Ahmedî (a.s.m.) cephe-i Âdem’den, tâ zât-ı mübarekine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur ederek, intikal ede ede tâ zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuştur.

Hem mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye, Risale-i Miracta kat’i bir surette ispat edildiği gibi, şu şecere-i kâinatın hem çekirdek-i aslîsi, hem en âhir ve en mükemmel meyvesi olmuş. Öyle de, hakikat-i Kur’âniye zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar, hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) ile beraber, müteselsilen enbiyaların suhuf ve kütüplerinde nurlarını neşrederek, gele gele tâ nüsha-i kübrâsı ve mazhar-ı etemmi olan Kur’ân-ı Azîmüşşan suretinde cilveger olmuştur.

Bütün enbiyanın usul-ü dinleri ve esas-ı şeriatları, hülâsa-i kitapları Kur’ân’da bulunduğuna, ehl-i tahkik ve ehl-i hakikat ittifak etmişler. Bu sırra binaen fetret i mutlakanın zamanı ihraç edildikten sonra, rivayet-i meşhureyle zaman-ı Âdem’den tâ kıyâmete kadar, eyyam-ı şer’iye ile tâbir edilen yedi bin seneden, fetret-i mutlakanın zamanı tarh edildikten sonra altı bin altı yüz altmış altı sene kadar, din-i İslâmın sırrını neşreden hakikat-i Kur’âniye, küre-i arzda ayrı ayrı perdeler altında neşr-i envar edeceğine, âyâtın adedi işaret ediyor demektir.

İkinci esas: Malûmdur ki, küre-i arzın mihveri üstündeki hareketiyle, gece gündüzler ve medâr-ı senevîsi üstündeki hareketiyle, seneler hâsıl oluyor. Güneşle beraber herbir seyyarenin, belki sevâbitin ve Şemsü’ş-Şümusun dahi, herbirinin mihveri üstünde eyyam-ı mahsusalarını gösteren bir hareketi ve medârı üzerinde deveranı dahi, bir nevi seneleri gösteriyor. Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın hitâbât-ı ezeliyesinde, o eyyam ve seneleri dahi irae ettiğine delili şudur ki: Furkan-ı Hakîmde,

ثُمَّ يَعْرُجُ اِلَيْهِ فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ اَلْفَ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ 3

تَعْرُجُ الْمَلٰۤئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ اَلْفَ سَنَةٍ 4

gibi âyetler ispat ediyor.

Evet, kış günlerinde ve şimal taraflarında, gurup ve tulû mâbeyninde dört saat günden ve bu yerlerde kışta sekiz dokuz saatten ibaret eyyamlardan tut, tâ güneşin mihveri üstünde bir aya yakın yevminden, hattâ kozmoğrafyanın rivayetine göre, tâ “Rabbü’ş-Şi’râ” tâbiriyle Kur’ân’da nâmı ilân edilen ve şemsimizden büyük “Şi’râ” namında diğer bir şemsin, belki bin seneden ibaret olan gününden, tâ Şemsü’ş-Şümusun mihveri üstündeki elli bin seneden ibaret bir tek yevmine kadar eyyâm-ı Rabbâniye vardır.

İşte semâvât ve arzın Rabbi, o Şemsü’ş-Şümus ve Şi’râ’nın Hâlıkı hitap ettiği vakit, o semâvât ve arzın ecramına ve âlemlerine bakan kudsî kelâmında o eyyamları zikreder ve zikretmesi gayet yerindedir.

Madem eyyâmın lisan-ı şer’îde böyle ıtlâkatı vardır. İlmü’t-tabakatü’l-arz ve coğrafya ve tarih-i beşeriyet ulemasınca, nev-i beşerin yedi bin sene değil, belki yüz binler sene geçirdiğini teslim de etsek, “Âdem’den kıyamete kadar ömr-ü beşer yedi bin senedir” 5 olan rivayet-i meşhurenin sıhhatine ve beyan ettiğimiz altı bin altı yüz altmış altı sene, Nur-u Kur’ân hükümfermâ olduğuna münâfi olamaz, cerh edemez. Çünkü eyyâm-ı şer’iyenin, dört saatten elli bin seneye kadar hükmü ve şümulü var. Fakat nefsü’l-emirdeki eyyâmın hakikati, o rivayet-i meşhurede hangisi olduğu şimdilik bu dakikada kalbime inkişaf ettirilmedi. Demek o sırrın inkişafı münasip değil.

Şu meselede şimdilik delilini gösteremeyeceğim bir müddeâyı beyan ediyorum. Şöyle ki:

Şu dünyanın bir ömrü, ve şu dünyadaki küre-i arzın dahi ondan kısa diğer bir ömrü, ve küre-i arzda yaşayan nev-i insanın daha kısa bir ömrü vardır. Bu birbiri içinde üç nevi mahlûkatın ömürleri, saatin içindeki dakika, saniye, saatleri sayan çarkların nisbeti gibidir. Nev-i insanın ömrü, küre-i arzın iki hareketiyle hasıl olan malûm eyyamla olduğu gibi, zîhayatın vücuduna mazhar olduğu zamandan itibaren, küre-i arzın ömrü ise merkez-i irtibatı olan şemsin hareket-i mihveriyesiyle hasıl olan eyyamla olması hikmet-i Rabbâniyeden uzak değildir. Ve dünyanın ömrü ise Şemsü’ş-Şümusun hareket-i mihveriyesiyle hasıl olan eyyâm iledir.

Şu halde nev-i insanın ömrü yedi bin sene eyyam-ı malûme-i arziyeyle olsa, küre-i arzın hayata menşe olduğu zamandan, harabiyetine kadar, eyyam-ı şemsiye ile iki yüz bin seneden geçer. Ve Şemsü’ş-Şümusa tâbi ve âlem-i bekadan ayrılıp küremize bakan dünyaların ömrü -Şemsü’ş-Şümusun işarât-ı Kur’âniyeyle herbir günü 50.000 (elli bin) sene olmasıyla- yedi bin sene, o eyyâmla yüz yirmi altı milyar (126.000.000.000) sene yaşarlar. Demek, eyyâm-ı şer’iye tâbir ettiğimiz eyyâm-ı Kur’âniyede bunlar dahil olabilirler.

Evet, semâvât ve arzın Hâlıkı, semâvât ve arza bakan bir kelâmıyla semâvât ve arzın sebeb-i hilkati ve çekirdek-i aslîsi ve en mükemmel âhir meyvesi olan bir zâta hitabında, o eyyamları istimal etmek, Kur’ân’ın ulviyetine ve muhatabın kemâline yakışır ve ayn-ı belâgattir. HAŞİYE

6 وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَسْرَارِ كِتَابِهِ
7 رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْناَ

Said Nursî

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Allah’ın adıyla. “Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
2 : Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
3 : “Sonra bütün işler, sizin gününüzle bin sene kadar uzun olan kıyamet gününde Ona arz edilir.” Secde Sûresi, 32:5.
4 : “Melekler ve Cebrâil, elli bin sene uzunluğunda bir gün olan kıyamet gününde, Allah’ın emrini almak üzere Arşa yükselirler.” Meâric Sûresi, 70:4.
5 : el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:547, hadis no: 4278.
HAŞİYE : Bu hesap Şamlı Hafız, Kuleönünden Mustafa ve arkadaşı Hafız Mustafa’nın şehadeti ile bir dakika zarfında ezberden yapılmıştır. (Sene üç yüz altmış gün hesabına göredir; kusur varsa bakılmamak gerektir.)
6 : İlim Allah katındadır. Yazdıklarının sırlarını en iyi Allah bilir.
7 : “Ey Rabbimiz! Unutur veya hatâya düşer de bir kusur işlersek, bizi onunla hesaba çekme.” Bakara Sûresi, 2:286.
Önceki Risale: ( 249 ) / Sonraki Risale: ( 251 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

asl-ı nur : nurun aslı, temeli
âyât : âyetler
cephe-i Âdem : Hz. Âdem’in yüzü, alnı
cilveger olma : tecelli etme, görünme
çekirdek-i aslî : asıl çekirdek, öz
din-i İslâm : İslâm dini
ehl-i hakikat : doğru ve hak yolda olan kimseler
ehl-i tahkik : gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimler
enbiya : nebiler, peygamberler
esas-ı şeriat : şeriatın esasları, kuralları
eyyâm-ı şer’iye : Kur’ân’daki ölçülere uyan günler; gökyüzünde her cismin kendi etrafında dönmesiyle gün, bağlı olduğu sistem etrafında dönmesiyle de yine ona ait sene oluşur. Meselâ Sirius yıldızının bir günü ise bin senedir
fetret-i mutlaka : Hz. Îsâ (a.s.) ile Hz. Muhammed (a.s.m.) arasında geçen ve yaklaşık beş yüz sene süren, hiçbir hak dinin hüküm sürmediği dönem
hakikat-i din : dinin hakikati, esası
hakikat-i Kur’âniye : Kur’ân hakikati
hakikat-i Muhammediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) hakikati, gerçeği
hâsıl olma : meydana gelme
hülâsa-i kitap : kitabın özü, esası
ihraç : çıkarılma
intikal etme : geçme, ulaşma
istifaza : feyizlenme, feyiz alma
ittifak etme : birleşme, fikir birliğine varma
kıyâmet : dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
Kur’ân-ı Azîmüşşan : şan ve şerefi büyük olan Kur’ân
küre-i arz : yerküre, dünya
kütüp : kitaplar
mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) mukaddes, kutsal mahiyeti, özelliği
malûm : bilinen, belli
mazhar-ı etemm : tam ve eksiksiz bir ayna, görünme yeri
medar-ı senevî : dünyanın güneş etrafında dönerken bir sene içinde çizdiği yörünge
mihver : eksen, yörünge
muîn : yardımcı
müteselsilen : sıra ile, zincirleme bir şekilde
neşir : yayma, yayılma
neşretme : yayınlama
neşr-i envar : nurları yayma
neşr-i nur : nurun yayılması
nurlar : hakikatler, gerçekler
nur-u Ahmedî : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) nuru
nüsha-i kübrâ : en büyük nüsha
Risale-i Mirac : Mirac Risalesi; Otuz Birinci Söz
rivayet-i meşhure : çok duyulmuş rivayet, haber
sevâbit : sabit yıldızlar
seyyare : gezegen
suhuf : bâzı peygamberlere gelen sayfa halindeki kitap
şecere-i kâinat : kâinat ağacı
Şemsü’ş-Şümus : güneşlerin güneşi, Vega yıldızı
tabir edilen : adlandırılan
tarh edilme : çıkarılma
tezahür etme : belirme, görünme
usul-ü din : din prensipleri
vekil : başkasının adına ve yerine hareket eden, asıl vazifelinin yerine çalışan
zaman-ı Âdem : Hz. Âdem’in (a.s.) yaşadığı dönem
zât-ı mübarek : mübarek, değerli zât; Hz. Muhammed (a.s.m.)
zuhur-u etem : tam ve eksiksiz bir şekilde zuhur etme, belirme
arz : yer, dünya
beyan etme : açıklama, anlatma
deveran : dönüp dolaşma
ecram : büyük cisimler, yıldızlar
eyyâm : günler
eyyam-ı mahsusa : özel günler
eyyâm-ı Rabbâniye : Allah’ın günleri
Furkan-ı Hakîm : hak ile batılı, doğru ile yanlışı birbirinden hikmetli bir şekilde ayıran Kur’ân
gurup : güneşin batışı
Hâlık : yaratıcı; herşeyi yaratan Allah
Hâlık-ı Arz ve Semâvât : yer ve göklerin yaratıcısı olan Allah
hitab : konuşma
hitâbât-ı ezeliye : ezelî hitaplar, konuşmalar
ıtlâkat : sınırsızlıklar; belli bir sayı veya miktarla sınırlamama
ilmü’t-tabakatü’l-arz : yeraltı ilmi, jeoloji
irae etme : gösterme
kelâm : ifade, söz
kozmoğrafya : astronomi, gök bilimi
kudsî : her türlü kusur ve noksandan uzak; kutsal
lisan-ı şer’î : dinî literatür, dinî tabir
mâbeyn : ara
medâr : yörünge, eksen
mihver : eksen, yörünge
nâm : ad, isim
nev-i beşer : insanlar, insanlık
nevi : tür, çeşit
ömr-ü beşer : insanın, insanlığın ömrü
Rabbü’ş-Şi’râ : Şi’râ yıldızının, Sirius yıldızının Rabbi
rivayet : bir sözü nakletme
rivayet-i meşhure : çok duyulmuş rivayet, haber; Peygamber Efendimizden (a.s.m.) duyulmuş haber
semâvât ve arzın Rabbi : yer ve göklerin Rabbi
semâvât : gökler
sıhhat : sağlamlık, doğruluk
şems : güneş
Şemsü’ş-Şümus : güneşlerin güneşi, Vega yıldızı
Şi’râ : Şi’râ yıldızı, Sirius yıldızı
şimal : kuzey
tâbir : ifade
tarih-i beşeriyet : insanlık tarihi
tulû : güneşin doğuşu
ulema : âlimler, bilgili kişiler
yevm : gün
zikretme : anmak, hatırlatma
âhir : son
âlem-i beka : sonsuzluk âlemi
arz : yer, dünya
beyan etme : açıklama, anlatma
cerh etme : çürütme
çekirdek-i aslî : asıl çekirdek, öz
dahil olma : girme
eyyâm : günler
eyyâm-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın tarif ettiği gün ölçüsü
eyyam-ı malûme-i arziye : dünya günleri; normal günler
eyyam-ı şemsiye : güneş günleri
eyyâm-ı şer’iye : Kur’ân’daki ölçülere uyan günler; gökyüzünde her cismin kendi etrafında dönmesiyle gün, bağlı olduğu sistem etrafında dönmesiyle de yine ona ait sene oluşur. Meselâ Sirius yıldızının bir günü ise bin senedir
hakikat : asıl, esas
harabiyet : yok oluş, yıkılış
hareket-i mihveriye : yörüngedeki hareket
hasıl olan : meydana gelen
hikmet-i Rabbâniye : varlıkları idare ve terbiye eden Allah’ın herşeyi bir fayda ve gayeye yönelik olarak, anlamlı ve yerli yerinde yaratması
hükümfermâ olma : hüküm sürme
inkişaf : açığa çıkma, açılma
işarât-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın işaretleri
kelâm : ifade, söz
küre-i arz : yerküre, dünya
mahlûkat : mahluklar, yaratıklar, varlıklar
malûm : bilinen, belli
mazhar olma : varma, kavuşma
menşe : esas, kaynak
merkez-i irtibat : bağlantı merkezi
müddeâ : iddia edilen şey
münâfi : aykırı, zıt
münasip : uygun
nefsü’l-emir : işin aslı, içyüzü
nev-i insan : insan türü, insanlık
nevi : çeşit, tür
nisbet etmek : bağ kurmak
nur-u Kur’ân : Kur’ân’ın nuru
rivayet-i meşhure : çok duyulmuş rivayet, haber; Peygamber Efendimizden (a.s.m.) duyulmuş haber
sebeb-i hilkat : yaratılış sebebi
semâvât ve arzın Hâlıkı : yer ve göklerin yaratıcısı olan Allah
semâvât : gökler
şems : güneş
Şemsü’ş-Şümus : güneşlerin güneşi; Vega yıldızı
şümul : kapsam
tâbi : uyan
tâbir etme : adlandırma, isimlendirme
vücud : varlık
zîhayat : canlı
Yükleniyor...