Sabri’nin fıkrasıdır.

Eyyühe’l-Üstadü’l-Azam; Bilhassa dest ve dâmen-i mübareklerinizi bûs edip, her an ve zaman muhtaç bulunduğum daavât-ı Üstadânelerini niyaz eylerim. Bir hafta evvel Süleyman Efendi kardeşim vasıtasıyla irsal buyurulan envâ-ı iltifatı şâmil lütufname-i ekremîlerini, kemâl-i hasretle alarak müftehiretle okudum. Bir fıkrasında tevafukat-ı gaybiye hakkındaki kanaat-ı âcizanem sual buyuruluyor. “Neam, sadakte, eyyühe’l-Üstadü’l-Muhterem” kelimeleriyle icabet ediyorum. Zira, şu tevafukat-ı gaybiye-i acibe, bilumum bahr-i muhit-i nurun talebelerini ve hattâ talebelerin cemaat-i müstemialarını mest ve hayran ve medyun-u secde-i şükran bırakmıştır. Nurların şu mu’ciznümâ kerametlerini, ancak ve ancak mir’ât-ı Muhammediye (a.s.m.) ile müşahede edebiliriz. Bu hakikatin diğer bir muarrifi olan:
 
Âyinedir bu âlem, herşey Hak ile kaim,
Mir’ât-ı Muhammed’den Allah görünür dâim.
HAŞİYE

Şu iki mısra-ı mânidârı, perişan arîzamı şereflendirmek niyetiyle derc ediyorum. Bu fakir ve âciz talebeniz, şu hayret-fezâ kerâmet-i Kur’âniyeyi ve i’câz-ı Nebeviyeyi müşahede ettiğim günden beri, bu babda çok derin düşüncelere dalıyorum. Ve “Şu tevafukat-ı acibeye müşabih tevafukat, başka kitaplarda bulunur mu?” maksadıyla çok temaşa ediyorum, göremiyorum. Görülse de pek nâdir bir haldedir. Şu halde tevafukat-ı gaybiye, bir keramet-i aleniye olarak endamını nurlarda izhar ediyor. Ve lisan-ı halle beşere hitaben diyor ki: “Ey benî Âdem, şu sisli asırda dalâleti ref’ ve selbedip necat ve saâdet bahşedecek ve dimağınızdaki semli kokuları verd-i Muhammedîye tebdil edecek ve en kestirme ve son derece muhkem ve müstakim bir tarik-i selâmet ve necata sevk edecek, pek çok kerâmât ve i’câzını gösteren, bizim bulunduğumuz derya-yı nurânîdir. Ve âtiyen daha nice âsâr-ı hafiye tezahür edecektir” diye nidâ ediyor.

Müsaade-i fâzılâneleriyle bir mâruzâtım daha var. Fakat bu cihette, şahsımı istisna ederek meramımı arz edeceğim. Bendeniz Nurların müştak müşterilerinde, daha doğrusu yanık talebelerinde bir tevafuk-u fevkalâde görüyorum. Çünkü enaniyet ve nefsaniyetin şiddetle hüküm-ferma olduğu şu asırda, hepsinin derece-i ihtiyaç ve iştiyakı bir, kâffesinin ahlâk ve etvarı bir, umumunun tarz-ı telâkkisi bir ve yekdiğerine karşı ahun lieb ve üm’den daha kavî bir râbıta-i hakikiyeyle merbut, samimiyet ve hakikatperverlikte, adeta yekdiğerine müsabaka eder derecede ciddî ve hâlis, kardeşlikte takip ettikleri hat ve hareket bir, ve daha pek ziyade birbirine benzeyen tullâb-ı Nuraniyenin bu harika hallerini de ayrıca bir tevafukat-ı gaybiye sırasında görüyorum. Zira, İstanbul’dan, İzmir’den, Aydın’dan, Kütahya’dan, Isparta’dan, Eğirdir’den, ilh. muhtelif beldelerden seçilip, bir sınıfta mukayyed bulunan talebelerin aynı hassaları hâiz olmaları câlib-i nazar-ı dikkat olsa gerektir, zannederim, Efendim Hazretleri.
Sabri
 
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE : Lâtif bir tevâfuktur ki, Hulûsi-i Sâni Sabri Efendi bu beyti bana yazdığı zamanda, ya aynı zamanda veyahut az sonra, Hulûsi Bey bir ay uzak bir yerde, aynı beyti bana yazmıştır. Bu iki zâtın hem hizmet-i Kur’ân’da, hem bana karşı münasebetlerindeki tevafukları, alâmet-i muvaffakiyettir. Said
Önceki Risale: ( 68 ) / Sonraki Risale: ( 70 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanan söz
alâmet-i muvaffakiyet : başarının alâmeti, işareti
arîza : isteklerini arz etme, dile getirme
âyine : ayna
bab : bölüm, kısım
bahr-i muhit-i nur : aydınlığı her yeri kaplayan nur denizi
benî Âdem : Âdemoğulları, insanlar
beşer : insan
bilumum : tamamıyla, bütün
cemaat-i müstemia : dinleyen topluluk
dâim : devamlı
derc etmek : bir şeyin içine yerleştirmek
endam : vücud, beden, boy pos
envâ-ı iltifat : iltifatın çeşitleri
eyyühe’l-Üstadü’l-Muhterem : ey saygıdeğer Üstad
fakir : muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanan söz
fıkra : kısa yazı
Hak : herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah
hakikat : gerçek, esas
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hayret-fezâ : hayret veren, şaşırtan
hitaben : hitap ederek
hizmet-i Kur’ân : Kur’ân hakikatlerini yayma hizmeti
i’câz-ı Nebeviye : Peygamberimize âit mu’cize
icabet etmek : karşılık vermek
irsal buyurulan : gönderilen
izhar etmek : göstermek, açığa çıkarmak
kaim : ayakta duran, var olan
kanaat-ı âcizane : âcizin kanaati; benim fikrim anlamında tevazu ifadesi olarak kullanılan söz
kemâl-i hasret : tam bir hasret
keramet-i aleniye : açık, gözle görünür kerâmet
kerâmet-i Kur’âniye : Kur’ân’ın kerâmeti
lâtif : güzel, hoş
lisan-ı hâl : hâl dili
lütufname-i ekremî : pek şerefli zâtınızın lûtfettiği şirin mektup
maksad : amaç, hedef
marifet : bilgi veren özellik
medyun-u secde-i şükran : şükür secdesi yapmaya borçlu
mısra-ı mânidar : nükteli, ince anlamlı mısra
mir’ât-ı Muhammediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) mübarek özelliklerini yansıtan ayna
mu’ciznümâ keramet : mu’cize özelliklerini taşıyan keramet
müftehiretle : iftiharla, övünerek
münasebet : bağlantı, ilgi
müşabih : benzer
müşahede etmek : görmek, gözlemlemek
neam : Arapça’da “evet”
Nurlar : Risale-i Nur
sadakte : “doğrudur”
sual buyurmak : sormak
şâmil : içine alan, kapsayan
temâşa etme : gözlemleme, seyretme
tevâfuk : birbirine uygunluk, denk gelme hâli
tevâfukat : tevâfuklar
tevâfukat-ı acibe : şaşırtıcı, birbirine uygun gelişmeler
tevâfukat-ı gaybi : bilinmeyen ve görünmeyen âleme ait tevafuklar, uyumluluklar
tevâfukat-ı gaybiye-i acibe : şaşkınlık veren gaybî tevafuklar
vasıta : aracı
ahun lieb ve üm : anne-baba bir olan kardeş
âsâr-ı hafiye : gizli eserler
âtiyen : daha sonra, gelecekte
câlib-i nazar-ı dikkat : dikkatleri üzerine çeken
cihet : yön
dalâlet : hak yoldan sapkınlık, inkâr
derece-i ihtiyaç ve iştiyak : ihtiyaç ve arzu derecesi
derya-yı nurânî : nurlu deniz
dimağ : akıl, bilinç
enaniyet : benlik, gurur
etvar : haller, tavırlar
hâiz olma : sahip olma
hakikatperver : hakikat aşığı
hâlis : içten, ihlâsla
hassa : özellik
hüküm-ferma : hüküm süren, hâkimiyetinde olan
i’câz : mu’cize oluş, bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakma
ilh. : ilâ âhir; sonuna kadar
istisna etme : ayırma, ayrı tutma
kâffe : bütün, hepsi
kavî : güçlü, kuvvetli
kerâmât : Allah’ın bir ikramı olarak Onun sevgili kullarında görünen olağanüstü hâl ve hareketler
mâruzât : arz edilen şeyler
meram : arzu, istek
merbut : bağlı
muhkem : sağlam
muhtelif : çeşitli, farklı
mukayyed : kayıtlı, bağlı, sınırlı
müsaade-i fâzılâne : yüksek, yüce izniniz
müsabaka : yarışma
müstakim : dosdoğru olan
müştak : arzulu, istekli
necat ve saâdet bahşetme : kurtuluş ve mutluluk verme
nefsaniyet : nefsin hoşuna gider şekilde arzular
nidâ etmek : seslenmek
Nurlar : Risale-i Nur
râbıta-i hakikiye : gerçek bir bağ, bağlantı
ref’ : ortadan kaldırma
selb etme : ortadan kaldırma
semli : zehirli
sevk etme : gönderme, yönlendirme
tarik-i selâmet ve necat : emniyet ve kurtuluş yolu
tarz-ı telâkki : anlayış tarzı
tebdil etme : değiştirme, dönüştürme
tevafukat-ı gaybiye : bilinmeyen ve görünmeyen âleme ait tevafuklar, uyumluluklar
tevafuk-u fevkalâde : olağanüstü uygunluk
tezahür etmek : görünmek, ortaya çıkmak
tullâb-ı Nuraniye : Risale-i Nur talebeleri
umum : bütün
verd-i Muhammedî : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) gülü
yekdiğeri : bir diğeri
ziyade : fazla
Yükleniyor...