Hulûsi Beyin fıkrasıdır.

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ رِسَالَةِ النُّورِ وَمَكْتُوبَاتِ النُّورِ اَلْفَ اَمْثَالِهَا 1

Eyyühe’l-Üstadü’l-Muhterem; Geçen hafta Yirmi Sekizinci Mektubun Beşinci ve Altıncı Meseleleri isimlerini alan biri şükre, diğeri harem-i şerif sualine cevap olan iki eser-i âlü’l-âlînizi kemâl-i şevkle aldım, zevkle mütalâa ettim. Çok susamıştım. Şükre dair çok derin mânâlı, şeker gibi tatlı, şeker şerbetinizi besmeleyle içmeye başladım. Bu âciz talebenize nimetlerinin hadd ü pâyânı olmayan ol Hâlık-ı Kerîm, ol Mün’im-i Hakîm, ol Rezzâk-ı Rahîm Celle Celâlühü Hazretlerinin Nurlar namı altındaki in’am ve ihsanına karşı “Elhamdü lillâh, Allahu Ekber” dedim. Ve mânevî susuzluğumu, elim ermez, gücüm yetmez, nazarım erişmez, hülâsa acz-i tamm içinde, fakat rahmetinden ümit kesmediğim bir halde iken, ol Rahmânü’r-Rahîm Hazretlerinin muazzez Üstadım vasıtasıyla teskin ettiğine, yüz binler hamd ve şükür eyledim ve edeceğim. Mübarek Sözlerinizde öyle kudsî feyizler var ki, sanki talebenizin alâkayla mütalâa eden veya istimâ eyleyenleri elinden tutuyor. “Bak, bu, bu mânâya delâlet eder. Şu, şunun içindir. Bundaki maksat ve gaye ve hikmetler şunlardır. Gel, daha yukarı gidelim, daha ilerleyelim” diye, menbâdan menbaa, etekten tepeye, izden yola, hakikatten mârifete götürüyor, çıkarıyor, ziyaret ettiriyor, istifade ve istifaza ettiriyorsunuz. Bu defa, bu seyr ile şükür nehrinin menbaına şükür dağının tepesine, şükür çığırının şehrâhına, şükr-ü mutlaktaki hakikatle mârifete götürüyor. Ve mebde’de olduğu gibi, müntehâda “Der tarîk-ı acz-mendi, lâzım âmed çâr-çiz/Acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak ey aziz” buyuruyorsunuz. Biz de “Fehimtü ve sadakte” diyerek mukabele ediyoruz. Dua ve salâvâtla bu kudsî seyahata nihayet veriyorsunuz.

İbraz buyurduğunuz pek âli şefkatten yüz bulan muhtaç ve âciz talebeniz, Üstadının nazarını başka tarafa çevirecek bir suale cür’et eylediği için, “Gel, haydi, Harem-i Şerife girelim. Oranın bugünkü halini ve esbabını biraz anlatayım” demek nev’inden olan Yirmi Sekizinci Mektubun Altıncı Meselesini de okudum. Çok istifade ettim. Allah sizden razı olsun.
Hulûsi

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Risâletü’n-Nur’un ve Nur mektuplarının harfleri sayısınca ve onların bin katı daha fazlası kadar, Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Önceki Risale: ( 90 ) / Sonraki Risale: ( 92 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan söz
acz-i tamm : tam bir âcizlik, güçsüzlük
alâkayla : ilgiyle
Allahu Ekber : “Allah en büyüktür”
besmele : Bismillâhirrahmânirrahîm’in kısaltılmış ismi
Celle Celâlühü : “Allah’ın şânı yücedir”
delâlet etmek : delil olmak, işaret etmek
elhamdü lillâh : hamd ve şükür yalnızca Allah’a mahsustur
eser-i âlü’l-âlî : çok yüksek ve kıymetli eser
eyyühe’l-Üstadü’l-Muhterem : ey saygıdeğer Üstad
feyiz : bereket, bolluk; ilim, irfan
fıkra : kısa yazı
hadd ü pâyânı olmayan : sonsuz ve sınırsız olan
hakikat : asıl, gerçek, doğru
Hâlık-ı Kerîm : sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan ve herşeyi yaratan Allah
hamd : şükür ve övgülerini sunmak
hikmet : sebep, sır, gaye
hülâsa : özet olarak
ihsan : bağış
in’am : nimetlendirme
istimâ eyleyen : dinleyen
kemal-i şevk : tam bir arzu ve istek
kudsî : kutsal
maksat : amaç, gaye
mârifet : Allah’ı tanıma, bilme
menba : kaynak
muazzez : çok azîz, yüce
mübarek : bereketli, değerli
Mün’im-i Hakîm : gerçek nimet verici ve her işini hikmetle ve belli bir sebeple yapan Allah
mütalâa etmek : etraflıca okumak, incelemek
nam : ad, isim
nazar : bakış
nimet : iyilik, ihsan
Nurlar : Risale-i Nur’un konuları
Rahmânü’r-Rahîm : bütün varlıklara rahmet ve şefkat gösteren ve herbir varlığa özel rahmet tecellîsi olan Allah
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet
Rezzâk-ı Rahîm : bütün varlıkların rızıklarını devamlı veren, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah
Sözler : Risale-i Nur için kullanılan diğer bir ad
şükür : Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
teskin etme : sakinleştirme, rahatlatma
âciz : güçsüz
acz-i mutlak : sınırsız âcizlik, güçsüzlük
ahvâl-i ahir : son hâller, durumlar
âli : yüce
aziz : çok değerli, izzetli
biçare : çaresiz, zavallı
cür’et eyleme : cesaret etme
çâr-çiz : dört şey
defaatle : defalarca
der tarîk-ı acz-mendi : âcizliğini bilen kimsenin gittiği yol
esbab : sebepler
fakr-ı mutlak : sınırsız fakirlik, muhtaçlılık
fehimtü ve sadakte : anladım ve doğru söyledin
fıkra : kısa yazı
hakikat : doğru, gerçek
hâsıl olan : meydana gelen, oluşan
ibraz buyurma : gösterme
inâyet : ihsan, iyilik
inşaallah : Allah dilerse
istifade etmek : faydalanmak
istifaza ettirmek : feyizlendirmek, mânevî olarak gıdalandırmak
kudsî : kutsal
lâzım âmed : lâzım gelir, gerekir
lütuf : iyilik, ihsan, bağış
mârifet : Allah’ı tanıma, bilme
mebde’ : başlangıç
menba : kaynak
mukabele etmek : karşılık vermek
mübarek : bereketli, değerli
münasip : uygun
müntehâ : en son nokta
mütalâa etmek : okuma, inceleme
nass-ı celîl : yüksek mânâları olan âyet-i kerime
nazar : bakış
nev’inden : türünden
nihayet : son
salâvât : Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası
şehrâh : cadde, ana yol; şaşırılması mümkün olmayan doğru ve açık yol
şevk-i mutlak : her durumda şevk içinde, coşkulu ve istekli olmak
şükr-ü mutlak : Allah’a karşı sınırsız minnet duyma, teşekkür etme
şükür : Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
tâzimle : büyüklüğünü dile getirerek
Yükleniyor...