Heyet-i Vekileye ve milletvekilleri riyasetine cüz’î, fakat ehemmiyetli bir maruzatımdır.

Otuz seneden beri hayat-ı siyasiyeden çekildiğim halde, bu sırada bir defaya mahsus olarak, vatanî ve millî ve âsâyişî bir meseleyi beyan ediyorum. Şöyle ki: Çok emârelerle kat’î kanaatimiz geldi ki, anarşilik hesabına bana ve bu Emirdağ kasabasına ve dolayısıyla bu vatana bir suikast var ki, bir habbeyi kubbeler ve bir sinek kanadı kadar ehemmiyeti olmayan bir hâdiseyi dağ gibi gösterip, sükûnete muhtaç olan bu vatanda beni bahane edip, anarşilik hesabına ve bir ecnebî plânıyla bize, yani biçare vatandaşlarımızı idam-ı ebedîden ve şübehat-ı uhreviyeden kurtarmaya çalışan Nur şakirtlerine, bütün bütün kanunsuz ve keyfî hücum edildi. Pek zahir bir garazla, evham yüzünden, baruta ateş atmak gibi, bu vatana ve âsâyişe beni bahane edip suikast edildi. Şöyle ki:

Üç mahkeme, yirmi senelik mektuplarımı ve kitaplarımı ve hallerimi inceden inceye tetkikten sonra bize ve kitaplarıma beraat verdiği halde; ve üç seneden beri telifatı terk ettiğim ve haftada ancak bir mektup yazabildiğim ve mecbur olmadan herbiri bir gün nöbetle zarurî hizmetimi yapan üç-dört terzi çırağından başka kimseyi kabul etmediğim halde; ve serbestiyet verildiği ve memleketime gitmediğim halde, hiç ömrümde görmediğim bir tarzda ve resmî bir surette beni hiddete getirip bir hâdise çıkarmak için, tahkir ve ihanet kastıyla, kanunsuz ve garazla, beni taharri ile kapımın kilidini kırıp, Kur’ân’ımı ve Arabî levhalarımı evrak-ı muzırra gibi alıp götürmekle beraber, adliyenin mühim bir memuru, resmen buradaki memurlara âmirâne demiş ki: “Said’i iki jandarma ile teşhir suretinde çıkarıp, zorla başına şapka giydirip öylece ifadeye getirmeliydiniz. Hem ona yanaşanları tutunuz” diye, ehemmiyetli bir mecliste ve ayn-ı hakikat olan ifademi okudukları vakit söylemiş. Bunda şek ve şüphe kalmadı ki, beni tahkir ve ihanet edip, hiddete getirip, âsâyişi bozmak garazı tâkip ediliyor.

Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, binler haysiyet ve şerefimi bu vatandaki biçarelerin istirahatine ve onlardan belâların def’ine feda etmek için bana bir hâlet-i ruhiyeyi ihsan eylemiş ki, ben de, onların yaptığı ve niyetinde bulundukları tahkirat ve ihanetlere karşı tahammüle karar vermişim. Bu milletin âsâyişine, hususan mâsum çocukların ve muhterem ihtiyarların ve biçare hastaların ve fakirlerin dünyevî istirahatlerine ve uhrevî saadetlerine binler hayatımı ve binler şerefimi feda etmeye hazırım…

İşte, sinek kanadını dağ gibi yaptıklarının bir emâresi şu ki: Benim gibi gurbette, hasta, ihtiyar, zaif, tek başına bulunan bir adam için, on gün zarfında beş defa Afyon Valisi ve Emniyet Müdürü ve iki defa Afyon Müddeiumumîsi benim için buraya gelmesi ve iki günde, herbir günde beş tayyare benim gezdiğim yerlerde beni nezaret altına alması ve beş polis hafiyesinin burada bana tarassut edenlere ilâve edilip, ahvâlimi tecessüs etmek için gönderilmesi ve postahanelere, bana ait mektupların müsaderesi için resmen emir verilmesi gösteriyor ki, Şeyh Said ve Menemen hâdisesinin on misli bir hâdiseyi evhamla düşünmüşler, habbeyi kubbe söylemişler ki, böyle bir vaziyet alıyorlar. Benim eski hayatımı zannedip, ihanetle hiddete gelecek tahmin etmişler. Bilâkis aldandılar. Biz, bütün kuvvetimizle anarşiliğe bir sedd-i Zülkarneyn gibi, bir sedd-i Kur’ânî tesisine çalışıyoruz. Bize ilişenler, anarşilik ve belki komünistliğe zemin ihzar ediyorlar.

Evet, eğer eski hayatım gibi, izzet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için hiçbir hakareti kabul etmemek olsaydı ve vazife-i hakikiyesi, sırf âhiret ve ölümün idam-ı ebedîsinden Müslümanları kurtarmak vazifesi olmasaydı ve bana ilişenler gibi sırf dünyaya ve menfî siyasete çalışmak olsaydı, on Menemen, on Şeyh Said hâdisesi gibi bir hâdiseye, o anarşilik hesabına çalışanlar sebebiyet vereceklerdi.

Hem, üç mahkeme ve yirmi senede kaç vilâyetin zabıtaları, kıyafetime kanunca ilişmedikleri ve mâzuriyetim ve inzivama binaen, tebdil-i kıyafetime hiçbir ihtar olmadığı halde, böyle keyfî, kanunsuz, cebren ahâli içinde başıma şapkayı giydirmeye çalışmak, kırk seneden beri bu vatanda, hususan iman-ı tahkikî dersinde kardeşâne alâkadar olan yüz binler adam, pek büyük bir heyecan içinde zemini hiddete getirip, emsalsiz ağlamaya vesile olacaktı.

Zaten ecnebî parmağıyla, güya hakkımda teveccüh-ü âmmeyi kırmak fikriyle damarlarıma dokunacak kanunsuz muamelelerin mezkûr maksat için yapıldığına, çok emârelerle kat’î kanaatimiz geldi. Fakat Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, benim gibi kabir kapısında, alâkasız, dünyadan usanmış, hürmetten, teveccüh-ü âmmeden kaçmış ve şân u şeref ve hodfuruşluk gibi riyakârlıklara hiçbir meyli kalmamış bir vaziyette iken, bunların bana karşı kanunsuz ihanetlerinin hiçbir ehemmiyeti kalmadı; Cenâb-ı Hakka havale ediyorum. Bana lüzumsuz evham yüzünden eziyet edenlerin yakında ölümle idam-ı ebediyeye giriftar olacaklarını düşünüp, hakikaten acıyorum. Yâ Rabbî, onların imanını Risale-i Nur’la kurtar! İdam-ı ebedîden, sırr-ı Kur’ân’la terhis tezkeresine çevir! Ben de onlara hakkımı helâl ediyorum.
Said Nursî

• • •
Önceki Risale: ( 12 ) / Sonraki Risale: ( 14 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

hürriyet-i vicdan : vicdan hürriyeti; kişinin, başkasına zarar vermemek şartıyla, inancını özgürce yaşayabilmesi
hükûmet-i cumhuriye : Cumhuriyet hükûmeti
ecdad : atalar
hakikat : asıl, gerçek, doğru
iman-ı tahkikî : sağlam, sarsılmaz bir iman
galibâne : galip bir tarzda
hâdim : hizmetçi
himaye etmek : korumak
ehemmiyet : değer, önem
vecih : şekil, tarz
düstur : kâide, kural
müsaade etme : izin verme
şekvâ : şikâyet
Heyet-i Vekile : vekiller heyeti; Bakanlar Kurulu
riyaset : başkanlık
cüz'î : küçük, ferdî
maruzat : bilgi veya dilak erz etme, arz edilen şeyler
hayat-ı siyasiye : siyaset hayatı
mahsus : has, özel
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, güvenlik
beyan etme : açıklama, izah etme
emâre : alâmet, belirti
kat'î : kesin bir şekilde
kanaati gelme : razı olma, inanma
suikast : kötü niyet, kötü niyetle iş yapma, zarar verme
habbeyi kubbe yapmak : küçük meseleleri abartarak olduğundan büyük göstermek
hâdise : olay
sükûnet : durgunluk, rahatlık
ecnebî : yabancı
biçare : çaresiz
idam-ı ebedî : dirilmemek üzere sonsuza kadar yok oluş
şübehat-ı uhreviye : âhiretle ilgili şüpheler
şakirt : öğrenci, talebe
zahir : açık, görünen
garaz : kötü kasıt
evham : kuruntular, şüpheler
tetkik : inceleme, araştırma
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
telifat : yazılmış kitaplar, eserler
zarurî : zorunlu
serbestiyet : serbestlik
suret : biçim, görünüş
tahkir : aşağılama, hakaret etme
ihanet : haksız yere hakaret etme, aşağılama
kast : amaç, hedef
garaz : kötü kasıt
taharrî : araştırma, inceleme
Arabî : Arapça
levha : yazılı şey; tablo
evrak-ı muzırra : zararlı evraklar, yayınlar
âmirâne : emrederek
teşhir : sergileme
meclis : topluluk
ayn-ı hakikat : hakikatin, gerçeğin kendisi
şek : şüphe
hiddet : öfke
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunma durumu, güvenlik
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
hadsiz : sayısız, sınırsız
haysiyet : itibar, şeref
biçare : çaresiz
def' : uzaklaştırma
hâlet-i ruhiye : ruh hâli, psikolojik durum
ihsan eyleme : bağışlama, ikram etme, verme
tahkirat : hakaret etmeler, hor görmeler, küçük görmeler
tahammül : dayanma, katlanma
hususan : bilhassa, özellikle
mâsum : günahsız, suçsuz
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer
istirahat : rahat etme
uhrevî : âhirete ait
saadet : mutluluk
emâre : alâmet, işaret, nişan, iz, ipucu, belirti
müdde-i umûmî : savcı
tayyare : uçak
nezaret : gözetim
hafiye : gizli çalışan, casus
tarassut : gözetleme
ahvâl : haller, durumlar
tecessüs etmek : casusluk yapmak, gizlice araştırmak
müsadere : toplama, el koyma
misil : kat, derece
evham : kuruntular, şüpheler
habbeyi kubbe yapmak : küçük meseleleri abartarak olduğundan büyük göstermek
vaziyet : durum, hâl
bilâkis : aksine, tersine
sedd-i Kur'ânî : Kur’ân’ın yıkılmaz seddi, kalesi
zemin : uygun ortam
ihzar : hazırlama
izzet-i ilmiye : ilmin izzeti; ilmin gerektirdiği vakar, ağırbaşlılık
muhafaza etmek : korumak
vazife-i hakiki : asıl, gerçek vazife
âhiret : öteki dünya; öldükten sonraki ebedî hayat
idam-ı ebedî : bütün sevdiklerinden sonsuza dek ayrılma; geri dönmemek üzere sonsuza kadar yok oluş
menfî : olumsuz
hâdise : olay
sebebiyet verme : neden olma
vilâyet : il
zabıta : polis
mâzuriyet : mazur olma, özürlülük
inziva : yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmama
binaen : dayanarak
tebdil-i kıyafet : kıyafet değişikliği
ihtar : hatırlatma, ikaz
keyfî : isteğe, arzuya göre
cebren : zorla
hususan : bilhassa, özellikle
iman-ı tahkikî : sağlam, sarsılmaz bir iman
kardeşâne : kardeşcesine, kardeş gibi
alâkadar : alâkalı, ilgili
zemin : yer, dünya
hiddete getirme : kızdırma
emsalsiz : benzersiz
vesile : sebep, aracı
ecnebî : yabancı
güya : sanki
teveccüh-ü âmme : herkesin ilgisi ve sevgisi
muamele : davranış, iş
mezkûr : adı geçen
maksat : amaç, gaye
emâre : alâmet, belirti
kat'î : kesin bir şekilde
kanaati gelme : razı olma, inanma
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
hadsiz : sayısız, sınırsız
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
hürmet : saygı
hodfuruşluk : kendini beyendirmeye çalışma
riyakârlık : gösteriş
meyil : arzu, istek
vaziyet : durum, hâl
ihanet : haksız yere hakaret edip aşağılamak
havale etme : gönderme, bırakma
evham : kuruntular, şüpheler
giriftar olma : tutulma, yakalanma
yâ Rabbî : ey Rabbim; ey herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ım
sırr-ı Kur'ân : Kur’ân’ın sırrı
terhis tezkeresi : görevin sona erdiğini gösteren belge
Yükleniyor...