Evvelen: 1 لِكُلِّ مُصِيبَةٍ: اِنَّا للّٰهِ وَإِنَّاۤ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ

Risale-i Nur’un kahramanlarından ve Hafız Ali’nin makamına geçen merhum Hasan Feyzi’nin vefatı, Denizli’ye, Risale-i Nur dairesine ve bu memlekete ve âlem-i İslâma büyük bir zayiattır. Fakat kendisi, pek samimî ve hâlis ve fevkalâde beyanatıyla ve dersleriyle, inşaallah, kendi yerinde çok Hasan Feyzi’lerin yetişmesine bir zemin ihzar etmiş, sonra gitmiş. Aynen biraderzadem Abdurrahman gibi, bir iki senede on sene kadar Nurlara kıymetli hizmet etti. Güya o da, Abdurrahman da çabuk dünyadan gideceğiz diye on senelik vazifeyi bir iki senede gördüler.

Ben, merhum Hasan Feyzi’nin vefatını onun şahsı itibarıyla tebrik ediyorum ve Denizli’yi ve Nur dairesini ve bu memleketi cidden taziye ediyorum. Bu çeşit zülcenaheyn ve hakikî mü’min ve müdakkik bir âlim ve yüksek bir edip, muallim ve tesirli bir vâiz ve müderrisi kaybettiği için, büyük bir musibettir. Cenâb-ı Hak, inşaallah, Denizli gibi kahramanlar ocağından çok Hasan Feyzi ruhunda Nurlara sahip ve naşir çıkaracak. Bir tane, toprak altına girer, vefat eder, fakat yüz tane sümbüller meydana geldiği gibi; rahmet-i İlâhiyeden ümitvarız ki, Hasan Feyzi de öyle kudsî bir sümbül verecek, çok Hasan Feyzi’ler Nur dairesinde yetişecekler, vazifesini daha ziyade yapacaklar.

Saniyen: Bu kahraman kardeşimizin, hayatta kaldığı gibi, defter-i hasenatına herbirimiz, mânevî kazançlarımızı, umumda olduğu gibi, hususî bir surette dahi o kardeşimize hediye etmeliyiz. Ben, kendim, onu da, Hafız Ali, Hafız Mehmed ve Savalı Ahmed ve Mehmed Zühtü’nün beşincisi olarak evliya-i azimenin has dairesinde, mânevî kazançlarımı ona da bağışlamaya karar verdim. O zatın ağır şerait altında Nurların intişarına büyük hizmetler eden Nur hakkındaki fıkraları, Lâhikada olduğu gibi, münasip gördüğünüz bazı mecmuaların âhirine de o tesirli mektuplarının birer tanesini ilhak ediniz. Nasıl ki Asâ-yı Mûsâ ve Zülfikar’da yazılıyor; tâ onun o canlı fıkraları, onun bedeline Nurlara hizmet etsin.

Hem, benim bedelime onun küçücük medrese-i Nuriyesi olan hanesindeki akrabasına ve Denizli ve civarındaki büyük medrese-i Nuriyedeki refiklerine ve talebelerine ve Nur şakirtlerine tâziyemizi tebliğ edip deyiniz ki: Ben, bütün ömrümde, bu derece, bir vefattan bu kadar müteessir olup ağlamamıştım.

Hem size bundan evvel yazdığım mektuptaki şiddetli hiddetim ve dimağımdaki perişaniyet, şimdi tahakkuk etti ki, o kahraman kardeşimizin vefatı gününden başlamış. Hattâ o tesir, ihtiyarımı selb etmişti. Öleceğim diye hizmetçiye vasiyetimi söyledim. Demek, ikinci bir ruhum hükmünde Hasan Feyzi, benim bedelime ölmüş ve ölüyor. Hattâ onun vefat mektubu, bütün bütün âdetime muhalif, bir buçuk saat elimde iken açamıyordum. Her neyse... Bütün bu elîm acılara mukabil, inayet-i İlâhiye imdada geldi; hem kendimi, hem onu, hem Nurcuları mesrurane ruh u canımızla tâziye içinde tebrik ettim. Bin bârekâllah ve binler rahmetullah dedim, terhisini alkışladım.

Salisen: Merhum Hasan Feyzi’nin berzaha gitmesi ve vazifesi münhal kalması ve mekteplileri Nurlara sevk eden yüksek muallimlik ve mekteb-i fünunda mütefenninlik sıfatları çok mekteplilere bir parlak nümune-i iktida olması cihetini teessüfle düşünürken, birden, aynı sistemde hem muallim, hem iki mahdumuyla Nurcu, hem Hasan namında, hem bu iki Hasan’lar gibi müstesna ve fedakâr bir muallim olan Ahmed Fuad’ı Nur dairesine girmeye vesile bulunan Dadaylı Hafız Hasan’ın üç seneden beri hiç mektubunu almadığım ve halini ve Nurlara devamını bilemediğim halde, bir mektubunu aldım. Dedim: Bir Muallim Hasan gitti, yerine bir Muallim Hasan ve çok fedakâr diğer bir Muallim Ahmed geldi.

Aynı vakitte, hacca gidip yeni gelen Bolvadinli bir Hasan yanıma geldi, Nur dairesine girdi, risaleleri aldı, tenvir etmeye başladı.

Üç dört saat sonra, Emirdağının bir Hüsrev’i ve Feyzi’si, çok hayırlı olan Tabib Hayri yanıma geldi. Dedi: “Buranın ehemmiyetli bir mektep muallimi Abdurrahman (bu muallim aynen Feyzi kadar Nura hizmet etti) Nurlara talebe olmak istiyor. Kabul etseniz, Asâ-yı Mûsâ’yı vereceğiz.”

Dedim: “Veriniz.”

Hem, o merhum Hasan Feyzi gibi az zamanda çok hizmet eden kardeşimiz Mustafa Osman’ın o günde gelen mektubunu gördüm ki, Kastamonu Lisesini kısmen bir cihette şereflendiren ve şimdi darü’l-fünunu Nurlandırmaya çalışan mektepli Mustafa, Nur makinesi münasebetiyle Nurlara zarar gelmemek için matbuat kanununu hatırlatıp ihtiyatkârane muhaberesinden bahsediyor. HAŞİYE

Ben dedim: Hadsiz şükür olsun ki, bir muallim terhis edildi, onun bedeline iki Hasan ve iki Mustafa ve üç muallim ve bir çalışkan muallim, vazifeleri içinde Denizli kahramanının vazifesini görüyorlar. İşte bu hal işaret eder ki, nasıl Hafız Ali gitti, Denizli onun yerine geldi, acısını unutturdu; öyle de, bir Hasan Feyzi gitti, yerine bir dârü’l-fünun gelecek, inşaallah acısını unutturacak. Umum kardeşlerime selâm.
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her musibet karşısında (deriz ki:) “Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz.” Bakara Sûresi, 2:156.
HAŞİYE : Komünistliği, dinsizliği, anarşistliğin esaslarını neşreden bazı ceridelere matbuat kanunları ilişmediği halde, bu vatan ve milletin temel taşını muhafazaya pek tesirli bir surette hizmet eden Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ mecmualarının makinelerine nasıl ilişebilir ve neden ilişirler? Hakikaten hayret ediyorum.
Önceki Risale: ( 139 ) / Sonraki Risale: ( 141 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

berzah : geçit, kabir; öldükten sonra ruhların gittiği dünya ile âhiret arasındaki âlem
amucazade : amca oğlu
hayalî : hayale dayalı
hakikat : asıl, gerçek, doğru
binaen : dayanarak
nurânî : nurlu
iştiyak : çok arzu ve istek
bedel : karşılık
hâkezâ : böylece, bunun gibi
bahadır : kahraman, cesur, yiğit
hasenat : iyilikler, sevaplar
hadsiz : sınırsız, sonsuz
şükretmek : Allah’a karşı minnet duymak, teşekkür etmek
merhum : rahmete kavuşmuş, vefat etmiş
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
zayiat : kayıp
hâlis : içten, katıksız, samimî
fevkalâde : olağanüstü
beyanat : açıklamalar, izahlar
inşaallah : Allah dilerse
zemin : yer
ihzar etmek : hazırlamak
biraderzade : kardeş oğlu, yeğen
vefat : ölüm
taziye etmek : baş sağlığı dilemek
zülcenaheyn : iki kanatlı; dünya ve âhiret bilgisine sahip olan
mü’min : Allah’tan gelene inanan
müdakkik : dikkatli
muallim : öğretmen
vâiz : nasihatta bulunan ve dinî konuşmalar yapan kimse
müderris : medrese âlimi, hoca
musibet : belâ, dert, felâket
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
naşir : neşreden, yayan
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti
ümitvar : ümitli
kudsî : kutsal, yüce
saniyen : ikinci olarak
defter-i hasenat : sevap ve iyiliklerin yazıldığı mânevî defter
umum : genel
suret : biçim, şekil
evliya-i azime : büyük veliler, Allah dostları
has daire : özel daire
şerait : şartlar
intişar : yayılma
fıkra : belli bir düşünceyi anlatmak üzere kaleme alınan yazı; makale
Lâhika : ek, ilâve; Bediüzzaman ve talebelerinin mektuplarından meydana gelen kitaplar
mecmua : kitap; belli bir konuda yazılan yazıların bir araya toplanmasından oluşan kitapçık
âhir : son
ilhak etmek : eklemek, ilâve etmek
Zülfikar : Üstad Bediüzzaman’ın Kur’ân’a ve Peygamberimize (a.s.m.) dair bir eseri
refik : arkadaş
şakirt : talebe, öğrenci
tâziye : baş sağlığı dileme
tebliğ etmek : bildirmek, ulaştırmak
müteessir : etkilenme, üzülme
hiddet : öfke
dimağ : akıl, şuur
perişaniyet : perişanlık
tahakkuk etmek : gerçekleşmek
ihtiyar : irade
selb etmek : ortadan kaldırmak
muhalif : zıt, aykırı
elîm : acı ve sıkıntı veren
mukabil : karşılık
inayet-i İlâhiye : Allah’ın inâyeti, yardımı
imdad : yardım
mesrurane : mutlu olarak
ruh u can : ruh ve can; bütün içtenlik
tâziye : baş sağlığı dileme
bârekâllah : Allah hayırlı ve mübarek kılsın anlamında, beğeniyi ifade etme için kullanılan bir söz
rahmetullah : “Allah rahmet eylesin”
terhis : göreve son verme, serbest bırakma
salisen : üçüncü olarak
merhum : rahmete kavuşmuş, vefat etmiş
berzah : öldükten sonra ruhların gittiği, dünya ile âhiret arasındaki âlem
münhal : boş, açık
muallim : öğretmen
mekteb-i fünun : fen ilimleri okulu
mütefenninlik : fen bilginliği, ilim sahipliği
nümune-i iktida : uyulacak ve tâbi olunacak örnek
teessüf : üzülme
mahdum : evlât, oğul
müstesna : seçkin, benzeri olmayan
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un bölümleri
tenvir etmek : aydınlatmak, ışıklandırmak
darü’l-fünun : üniversite
Nur makinesi : Risale-i Nur’u basan matbaa makinesine verilen isim
matbuat : basın, medya
ihtiyatkârane : tedbirli bir şekilde
muhabere : haberleşme, konuşma
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
neşreden : yayan, yayınlayan
ceride : gazete
matbuat kanunu : basın, medya kanunu
Zülfikar : Üstad Bediüzzaman’ın Kur’ân’a ve Peygamberimize (a.s.m.) dair bir eseri
mecmua : kitap; belli bir konuda yazılan yazıların bir araya toplanmasından oluşan kitapçık
Yükleniyor...