2 اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ1 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Aziz, sıddık kardeşlerim ve Nur şakirtlerinin küçük pehlivanları; Asâ-yı Mûsâ âhirlerinde, bazı nüshalarında mübarekler pehlivanı büyük ruhlu Küçük Ali namında bir kardeşimizin sualine karşı verdiğim bir cevap var. Onu okuyunuz ki, o zâta bazı muterizler Risale-i Nur’un kıymetini bir derece kırmak için demişler: “Herkes Allah’ı bilir. Âdi bir adam, bir veli gibi Allah’a iman eder” diye, Nurların pek yüksek ve pek çok kıymettar ve gayet lüzumlu tahşidatını ziyade göstermek istemişler.

Şimdi, İstanbul’da, daha dehşetli bir fikirde, anarşi fikirli küfr-ü mutlaka düşmüş bir kısım münafıklar, Risale-i Nur gibi, ekmek ve suya ihtiyaç derecesinde herkes muhtaç olduğu imanî hakikatlerine ihtiyacı düşürmek desisesiyle diyorlar ki: “Her millet, herkes Allah’ı bilir. Onu, daha yeni ders almaya ihtiyacımız çok yok” diye mukabele etmek istiyorlar.

Halbuki Allah’ı bilmek, bütün kâinata ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz’î ve küllî herşey Onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat’î iman etmek; ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve Lâ ilâhe illallah kelime-i kudsiyesine, hakikatlerine iman etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa, “Bir Allah var” deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnat etmek—hâşâ—hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci tanımak ve herşeyin yanında hâzır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah’a iman hakikati onda yoktur. Belki küfr-ü mutlaktaki mânevî Cehennemin dünyevî tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söyler.

Evet, inkâr etmemek başkadır, iman etmek bütün bütün başkadır. Evet, kâinatta hiçbir zîşuur, kâinatın bütün eczası kadar şahidleri bulunan Hâlik-ı Zülcelâl’i inkâr edemez... Etse, bütün kâinat onu tekzib edeceği için susar, lâkayd kalır.

Fakat Ona iman etmek, Kur’ân-ı Azîmüşşânın ders verdiği gibi, O Hâlıkı, sıfatlarıyla, isimleriyle, umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek; ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. Her neyse...

Evlâtlarım, ehemmiyetli bir hâdise size bu uzun meseleyi kısaca beyan etmeye sebep oldu. Şimdilik sizlere Risale-i Nur’un ehemmiyetli şakirtleri nazarıyla bakıyorum. Mustafa Oruç, çok talihlidir ki, kendi sisteminde ve ruhunda ve ciddiyetinde, az bir zamanda sizleri buldu. Bir iken on Mustafa oldu.
Said Nursî

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Önceki Risale: ( 150 ) / Sonraki Risale: ( 152 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âdi : basit, değersiz
âhir : son
aziz : çok değerli, izzetli
cüz’î : küçük, az, ferdî
desise : hile, aldatma
esbab : sebepler
hadsiz : sınrısız, sayısız
hakikat : gerçek, esas; bir şeyin gerçek mahiyeti
hâşâ : “Asla öyle değil”
ihata eden : içine alan, kuşatan
irade : Allah’ın irade ve dilemesi
isnat etmek : dayandırmak
kabza-i tasarruf : hükmü ve yönetimi altında bulundurma
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kat’î : kesin
kelime-i kudsiye : kutsal cümle
kıymettar : kıymetli, değerli
kudret : Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
küfr-ü mutlak : sınırsız inançsızlık; Allah’ı ve Ondan gelen her şeyi reddetmek ve onlara inanmamak
küllî : kapsamlı, genel
Lâ ilâhe illallah : “Allah’tan başka ilâh yoktur”
merci : kaynak, başvurulacak yer
mukabele etme : karşılık verme
muteriz : itiraz eden
mülk : Allah’ın sahip olduğu ve hükmettiği âlem olan bütün varlıklar
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
nüsha : kopya
rububiyet : Rablık; Allah’ın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
sıddık : çok doğru ve sadık
sıfat : nitelik, vasıf
şakirt : talebe, öğrenci
şerik : Allah’a ortak koşulan şey
tabiat : canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem, doğa
tahşidat : öneminden dolayı bir şeyin üzerinde fazla durma
taksim etmek : bölüştürmek
tasdik etmek : doğrulamak, onaylamak
veli : Allah dostu
zerre : atom, en küçük madde parçası
alâkadarlık : ilgili olma
aziz : çok değerli, izzetli
beyan etmek : açıklamak, izah etmek
câmi : kapsamlı, içine alan
ecza : parçalar, kısımlar
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri, gerçekleri
hakikat : gerçek
Hâlık : herşeyi yaratan Allah
Hâlik-ı Zülcelâl : büyüklük sahibi ve herşeyin yaratıcısı olan Allah
hususî : özel
istiğfar etmek : Allah’tan bağışlanma dilemek
istinaden : dayanarak
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kemâl-i merak : tam bir merak
Kur’ân-ı Azîmüşşân : şan ve şerefi büyük olan Kur’ân
küfr-ü mutlak : sınırsız inançsızlık; Allah’a ve Ondan gelen hiçbir şeye inanmamak
lâkayd : kayıtsız, ilgisiz
muhalefet etmek : aykırı davranmak
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer
müdakkikane : dikkatlice, araştırıp inceleyerek
nas : açık ve kesin hüküm
nazar : bakış
nedamet etme : pişman olma
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un bölümleri
şakirt : talebe, öğrenci
şehadet : şahitlik, tanıklık
tazib : azap, eziyet verme
tekzib etme : yalanlama
umum : bütün, genel
zîşuur : akıl ve şuur sahibi
Yükleniyor...