Muhterem Üstadım Efendim Hazretleri; Kardeşimiz Müteahhit İsmail Efendi, Hilmi Beyle hususî olarak her zaman görüşmekte olduğundan, bu hususta lâzım gelen izahatın verilmesini ona havale ederek, biz doğruca Diyanet Riyasetine gittik. Orada, evvelâ bizim Isparta’da iken tanıdığımız müderris Hasan Hüsnü Bey vardı. Kendisi Diyanet Riyaseti Heyet-i Müşavere âzâsındandır. Onunla hususî olarak bir müddet görüştüm ve izahat verdim. Bilâhare beraberce heyet-i müşavere odasına giderek Ankara ehl i vukuf raporunda imzası bulunan müderris Yusuf Ziya’yı gördüm. Baktım, Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ mecmualarıyla, hakkımızda yazılmış olan evraklar önünde duruyordu. Yanında yer gösterdi. Mufassalan izahat verdim. Dedim:

“Sizin raporunuz ve Denizli Mahkemesinin kararı ve Mahkeme-i Temyizin tasdiki varken, kitaplarımıza vuku bulan taarruz ve bizlere verilen bu sıkıntı neden ileri geliyor? Madem cumhuriyet idaresinde kanun herşeyin fevkindedir ve onun hükmü câri olur. Biz kanun huzurunda beraat etmişiz, bundan böyle bize ilişmemek gerektir. Bunun men’i, sizin vereceğiniz isabetli bir kararla mümkündür. Yoksa biz hakkımızı arayabiliriz” dedim.

Sonra ilâve etti: “Bu, oradaki adliye memurlarıyla zabıtanın sizin meseleye vukuf-u tâmmeleri olmadığından ileri geliyor. Şimdi evrak önümdedir. Su-i tevehhüme uğramış mütalâalarına birer birer cevap vereceğim” dedi ve eserleri takdir ettiğini söyledi. Ben de Üstadımızın selâmını söyledim, bilmukabele selâm ve duanızı istediğini bildirdi.

Ondan sonra oradan ayrıldım, Diyanet Reisinin yanına girdim. Onunla da bir müddet görüştüm ve izahat verdim. Cevaben, “Ben Hoca Hazretlerini Dârü’l-Hikmetten tanırım, hürmetim vardır. Kendisine selâm ve hürmetlerimi iblâğ ediniz” dedi. Ve bize, “Lâzım gelen cevabı vereceğiz; inşaallah iyi olur” dediler. Ve bilumum Diyanet müntesipleri, eserleri takdirle karşıladılar. Bu gibi yolsuz işlerin, ancak âsâr-ı diniye mütalâasında hüsn-ü niyet taşımayarak kendi kafalarına göre mânâ vermelerinden ileri geldiğini anladım.

Ertesi gün, Mehmed Efendi kardeşimiz, Erzurum Meb’usu Vehbi Paşayı görmüş. O zât dahi “Ben Dahiliye Vekilini görüp bu hususta uzun uzadıya görüşeceğim. Üstad Hazretlerine hürmet ve selâmlarımı götürünüz” demiş. Bunun üzerine parti erkânıyla görüşmeyi İsmail Efendiye havale ederek Ankara’dan ayrıldık.
Kusurlu, âciz talebeniz
Re’fet

• • •
Önceki Risale: ( 177 ) / Sonraki Risale: ( 179 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

Ankara ehl-i vukufu : Ankara mahkemesi bilirkişi heyeti
âzâ : üye
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
bilâhare : daha sonra
câri : geçerli, yürürlükte olma
Diyanet Riyaseti : Diyanet İşleri Başkanlığı
Erhamürrâhimîn : merhamet edenlerin en merhametlisi
fevkinde : üstünde
hadsiz : sonsuz
havale etme : gönderme; bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma
heyet-i müşavere : danışma kurulu
himaye : koruma
husus : konu
hususan : özellikle
ilânname : duyuru
inşaallah : Allah izin verirse
izahat verme : açıklamalarda bulunma
Mahkeme-i Temyiz : Yargıtay Mahkemesi; yanlışı doğrudan ayıran mahkeme
mecmua : kitap, belli bir konuda yazılan yazıların toplanmasından oluşan kitap
men : engelleme
mufassalan : ayrıntılı olarak
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer
muvaffak : başarma
müderris : medrese âlimi, hoca
müntesip : intisap eden, bağlı olan
nevi : çeşit, tür
saniyen : ikinci olarak
şükretme : Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
şükür : Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
taarruz : saldırı
tahsin : beğenme, güzelliğini ilân etme
takdir : bir şeyin değerini anlama ve ilân etme
tasdik : doğrulama, onaylama
tenkit : eleştiri
umumen : genel olarak, fikir birliğiyle
vuku bulan : meydana gelen
vukuf-u tâmme : tam vukufiyet, konuya hakim olma
zabıta : polis
Zülfikar : Üstad Bediüzzaman’ın Kur’ân’a ve Peygamberimize (a.s.m.) dair bir eseri
âciz : güçsüz, elinden bir şey gelmeyen anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan bir söz
âsâr-ı diniye : dini eserler
bilmukabele : karşılıklı olarak
bilumum : bütün, tamamı
Dahiliye Vekili : İçişleri bakan vekili
Diyanet Reisi : Diyanet İşleri Başkanı
emsalsiz : benzersiz
erkân : üyeler; ileri gelenler
fevkinde : üstünde
gafil : duyarsız, sorumsuz; âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan kimse
hakkalyakîn : bizzat yaşayarak elde edilen kesin bilgi
haşiye : dipnot
havale etme : gönderme
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
hissiyat : duygular, hisler
husus : konu
hüsn-ü niyet : güzel niyet
iblâğ etme : ulaştırma
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
intişar etme : yayılma
izahat verme : açıklamalarda bulunma
lisan-ı hal : hâl ve beden dili
müntesip : intisap eden, bağlı olan
müştak : arzulu, çok istekli
mütalâa : dikkatle okuma, inceleme
rahmet : şefkat, merhamet ve ihsan
Sâni-i Zülcelâl : büyüklük ve yücelik sahibi, her şeyi san’atlı bir şekilde yapan Allah
su-i tevehhüm : kötü zan, kötü anlama
suret : biçim, şekil
şâşaalı : gösterişli, göz alıcı bir şekilde
takdir : bir şeyin değerini anlama ve ilân etme
tebessümkârâne : gülümsercesine
temâşâ etmek : bakmak, seyretmek
tesbihat etme : Allah’ın her türlü eksiklikten, âcizlikten, ortaktan yüce olduğunu ilân etme
umum : bütün
Zülfikar : Üstad Bediüzzaman’ın Kur’ân’a ve Peygamberimize (a.s.m.) dair bir eseri
Yükleniyor...