Aziz, sıddık kardeşlerim; Evvelâ: Medresetü’z-Zehranın yirmi derslerini ve hediyesini aldım. Ona mukabil, Darü’l-Hikmette vazife-i ilmiyede iken tayınatım olan, elime verilen ve o zaman tab ettiğim risalelerin masrafından fazla kalan ve onunla hacca gitmek niyet ettiğim ve yirmi otuz seneye yakın bir zamanda benim ihtiyat erzakım bulunan doksan banknot -ki, nazarımda bin banknot kadar kıymeti vardı- Medresetü’z-Zehranın kudsî derslerine medar olmak için, Nurun ehemmiyetli bir nâşiri ve Hâfız Ali’nin (r.h.) çalışkan bir vârisi Hâfız Mustafa (r.h.) ile size gönderdim. Bu yeni derslerin fiyatı, aynı Siracü’n-Nur ve Sikke-i Gaybiye gibi, benim hakkımda yedi buçuk lira olsun. Çünkü ben çoklara hediye vermeye mecbur oluyorum. Bununla beraber, herbir ders ve nüshayı Medresetü’z-Zehranın erkânlarından bin hediye hükmünde kabul ediyorum.

Saniyen: Risale-i Nur, hacılarla hariç âlem-i İslâma yayılıyor, kendi kendini lâyık ellere yetiştiriyor. Ve Şam’a el yazısı ile gönderdiğimiz Asâ-yı Mûsâ ve Zülfikar’ı heyet-i ilmiye on beş gün tetkik etmiş, tam takdir etmelerine alâmet olarak demişler: “Biz bunu mecmualar halinde kısım kısım tab edelim.”

Hem bunu birden tab etmeye çok para lâzım. Hem bunu şimdi birden Arabîye tercüme etmek uzun zaman lâzım; imkân olmuyor. Onun için, oradaki eski talebem ve yeni gönderdiğim şakirt, kitabı onların elinden kurtarmaya çalışmışlar ki, para kazanmak için tab etmemişler. O kardeşlerim, kendi ellerinde müştaklara okutturuyorlar. Halbuki ben, tab etmek için iznim yoktu. Şimdi zamanı değil. Hem Arabîye çevirmek, Mısır ulemasının iştirakiyle ehemmiyetli ve yüksek bir heyet-i ilmiye lâzım. Her neyse, acele edilmiş.

Salisen: Harice göndermek için İstanbul’a gönderdiğimiz bir kısım nüshalar daha gönderilmemesinin sebebi, hacca gitmek için pek çoklar rağbet göstermediklerinden ve “Hududa fazla dikkat ediliyor ve bir bahaneyle çevriliyor” diye, elinde olan emanet bulunan, hacca gidecek olan zât, bize yazmış ki: “Bunu postayla doğrudan doğruya Mekke-i Mükerreme’de Mehmed Ali Mâliki, Vaziye Mahalle-i Şâmiye adresiyle gönderilsin” diye münasip görmüş; onu, bahaneyle hududdan çevrilmemek için beraber götürmemiş. Çok da isabet olmuş. Çünkü, benim ve Nur şakirtlerinin namına şimdi bu mecmuaları göndermek, her halde inkişafa başlayan İslâm birlik fikri ve ittihad-ı İslâm siyaseti, Risale-i Nur’u kendine bir kuvvet, bir âlet yapmaya çalışacaktı ve bizleri siyaset-i İslâmiyeye bakmaya mecbur edecekti. Halbuki Risale-i Nur’un mesleğindeki sırr-ı ihlâs; iman, Kur’ân hakikatlerinden başka hiçbir şeye âlet, tâbi olmadığı; hem müşterileri aramak değil, belki müşteriler hakikî ihtiyacını hissedip ve yarasının tedavisi için Risale-i Nur’u aramasının lüzumu; halbuki gönderilecek o mübarak merkezler, şimdilik Nurlara hakikî ihtiyacını değil, belki âlem-i İslâmın hayat-ı dîniyesine ait cihetlerinden düşünmeye mecbur olması; hem Nur mesleğinde benlik ve gösteriş bir nevi şöhretperestlik, merdud olduğundan, bu enaniyet zamanında insanlara kendini satmaya çalışmak ve beğendirmek, bir anda Nur şakirtleri böyle büyük bir imtiyaz gibi bu eserlerle meşhur mevkilere kendilerini göstermek bir nevi gösteriş olması cihetiyle, kader-i İlâhî, Nur şakirtlerini tam ihlâsın muhafazası için şimdilik müsaade etmiyor.

Rabian: Kahraman ve sadakatte hiç sarsılmadan ve kardeşiyle mâsum olmalarıyla ve az zamanda pek çok kıymetdar hizmet eden Süleyman Rüştü’nün dünyada, âhirette Cenâb-ı Hak onu mânevî ve maddî ticaretinde daima onu ihsanına mazhar eylesin. Âmin.

Hâmisen: Hüve Nüktesi pek ince, gerçi çok mücmel ve muhtasar olmuş, fakat herkes ondan pek kuvvetli bir nur-u imanî hissedebilir diye size gönderildi. Fakat o nüktenin âhirlerinde “Her zerre, cezbedârâne hal diliyle 1 لاٰۤ اِلٰهَ إِلاَّ هُوَ - قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ deyip gezer” cümlesine, “hal diliyle ve mezkûr hakikatin şehadeti ve lisanıyla” kelimeleri ilâve edilecek. Bu Hüve Nüktesi ile Yirmi Dokuzuncu Mektubun Beşinci Kısmı olan 2 اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ âyeti münasebetiyle bir seyahat-i hayaliye ve yine Yirmi Dokuzuncu Mektubun Birinci Kısmında yalnız nûn-u na’büdü kapısıyla cemaat sırrını gösteren seyahat-i hayaliye dahi beraber Sikke-i Gaybiye’nin âhirine veyahut münasip gördüğünüz yere konulsun. Eğer inâyat Sikke-i Gaybiye’ye konulmamış ise, onun da bir hülâsasını derc edilmesini size havale ediyorum.
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Ondan başka ilâh yoktur.” Bakara Sûresi, 2:255. “De ki: O Allah birdir.” İhlâs Sûresi, 112:1.
2 : “Allah göklerin ve yerin nûrudur.” Nur Sûresi, 24:35.
Önceki Risale: ( 195 ) / Sonraki Risale: ( 197 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

aziz : çok değerli, izzetli
banknot : kâğıt para
cereyan : akım, hareket
Diyanet Reisi : Diyanet İşleri Başkanı
enaniyetli : bencil, gururlu
erkân : Nur talebelerinin önde gelenleri
erzak : rızıklar, yenilecek ve içilecek şeyler
fütuhat : fetihler, zaferler, başarılar
galebe etmek : üstün gelmek
hikmet : gaye, sebep, sır
ihtiyat : önlem alma, tedbirli hareket etme
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
intişar : yayılma
iştiyak : arzu, istek
kanaat etme : razı olma, yetinme
kudsî : kutsal; Kur’ân hakikatlerine ait
lehinde : tarafında
medar olmak : sebep olmak, vesile olmak
mukabil : karşılık
musalâha : barışma
nâşir : neşreden, yazıp yayan
nazar : bakış
neşr : yazma, yayımlama
nüsha : yazılı bir şeyden çıkarılan kopya
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un bölümleri
serbestiyet : serbestlik
sıddık : çok doğru ve bağlı
Sikke-i Gaybiye : Risale-i Nur’da yer alan Sikke-i Tasdik-i Gaybî adlı eser
şerait : şartlar
tab etmek : yazmak, basmak
takdir : birşeyin değerini anlama ve ilân etme
tayınat : erzak, yiyecek, gıda
terviç etmek : kıymet ve değerini arttırmak
vâris : mirasçı
vazife-i ilmiye : ilmi görev
alâmet : belirti, işaret
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
Arabî : Arapça
bahane : gerekçe, mazeret
enaniyet : ben, benlik
hakikat : gerçek, doğru
hariç : dış
hayat-ı diniye : dinî hayat
heyet-i ilmiye : ilmi heyet
hudut : sınır
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
imtiyaz : ayrıcalık, farklılık
inkişaf : açığa çıkma, gelişme
iştirak : ortak olma, katılma
ittihad-ı İslâm : İslâm birliği
kader-i İlâhî : Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması
mecmua : kitap
merdud : reddedilmiş, geri çevrilmiş
müştak : arzulu, çok istekli
nevi : çeşit, tür
nüsha : yazılı bir şeyden çıkarılan kopya
rağbet : düşkünlük, istek
salisen : üçüncü olarak
saniyen : ikinci olarak
sırr-ı ihlâs : ihlâs sırrı
siyaset-i İslâmiye : İslâm siyaseti, idaresi
şakirt : talebe, öğrenci
şöhretperestlik : şöhret düşkünü
tab etmek : yazmak, basmak
takdir etmek : birşeyin değerini anlama ve ilân etme
tetkik etmek : incelemek
ulema : âlimler
Zülfikar : Risale-i Nur’dan Kur’ân ve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mu’cizelerine dair bahislerin toplandığı eser
âhir : son
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
âmin : “Allah’ım kabul eyle”
aziz : çok değerli, izzetli
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cezbedârâne : kendinden geçerek
derc edilmek : yerleştirilmek
hakikat : gerçek
hâmisen : beşincisi
havale etmek : göndermek
hülâsa : özet
Hüve Nüktesi : On Üçüncü Sözün sonlarında yer alan bir bölüm
ihsan : bağış, ikram
inayat : yardımlar
intişar : yayılma
kıymettar : kıymetli, değerli
mâsum : günahsız, temiz, saf
mazhar : erişme, nail olma
mesmuat : işitilenler
mezkûr : adı geçen, anılan
muhtasar : kısa, özet
mücmel : kısa, öz
müellif : telif eden, yazan
nazaran : bakarak, –göre
neşretmek : yazmak, yayımlamak
nûn-u na’büdü : Fatiha Sûresinde geçen “nâbüdü” kelimesindeki “nûn” harfi
nur-u imanî : iman nuru, aydınlığı
nükte : ince ve derin anlam
rabian : dördüncü olarak
revaç : rağbet, değer, kıymet
sadakat : bağlılık, sebat
sair : diğer, başka
seyahat-i hayaliye : hayalî yolculuk
sıddık : çok doğru ve bağlı
Sikke-i Gaybiye : Risale-i Nur’da yer alan Sikke-i Tasdik-i Gaybî adlı eser
suret : biçim
şakirt : talebe, öğrenci
şehadet : şahidlik, tanıklık
zerre : atom, en küçük madde parçası
Zülfikar : Risale-i Nur’dan Kur’ân ve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mu’cizelerine dair bahislerin toplandığı bir eser
Yükleniyor...