Aziz, sıddık kardeşlerim; İşarât-ı Gaybiye-i Gavsiye ve Aleviyede, “Altmış dörtte Risale-i Nur telifce tamam olur.” Demek o tarihten sonra, yalnız izahat ve haşiyeler ve tetimmeler olacak. Bu münasebetle iki nokta ihtar etmek kalbime geldi.

Birincisi: Risale-i Nur’un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta, mâsum çocuklardır. Çünkü bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdetâ gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa, peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi belâ olur. Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki dâvâcı olur: “Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?”

İşte bu hakikate binaen, en bahtiyar çocuklar onlardır ki, Risale-i Nur dairesine girip dünyada peder ve validesine hürmet ve hizmet ve hasenatı ile onların defter-i a’mâline vefatlarından sonra hasenatı yazdırmakla ve âhirette onlara derecesine göre şefaat etmekle bahtiyar evlât olurlar.

Risale-i Nur’un ikinci kısım talebeleri: Fıtraten Risale-i Nur’a muhtaç, bir derece de dünyadan ürkmüş veyahut küsmüş kadınlardır. Hususan bir derece yaşlı da olsa, Risale-i Nur, ona hakikî bir gıda-yı mânevîdir. Çünkü Risale-i Nur’un dört esasından birisi şefkattir ki, ism-i Rahîm’in mazhariyetinden gelmiş. Kadınların da en esashassaları ve fıtrî vazifelerinin mayası, şefkattir.

Üçüncü kısım: Fıtrî olmasa da, vaziyeti itibarıyla Risale-i Nur’a ekmek ve ilâç gibi muhtaç olan hastalar ve ihtiyarlardır. Çünkü, Risale-i Nur hayat-ı bâkiyeyi güneş gibi gösterdiğinden ve dünyevî hayatın fânilik cihetinde mâhiyetini tam gösterdiğinden, dünyevî hayatlarına ya hastalık veya ihtiyarlıkla darbe gelen ve gaflet veya dalâlet cihetiyle ölümü idam tevehhüm eden hastalar ve ihtiyarlar Risale-i Nur’a o derece muhtaçtırlar ve öyle bir teselli, bir nur alırlar ki, onların hastalık ve ihtiyarlığını sıhhat ve gençliğe tercih ettiriyor.

İhtar edilen ikinci nokta: Madem Arabîce altmış dörde girdik, işaret-i gaybiye gelmesiyle Risale-i Nur tekemmül etmiş olur. Eğer Rumî tarihi olsa, daha iki senemiz var. Halbuki çok mühim yerde yazılmayan ve tehir edilen risaleler kalmış. Meselâ, Otuzuncu Mektup ve Otuz İkinci Mektup ve Otuz İkinci Lem’alar gibi ehemmiyetli mertebeler boş kalmış. Kalbime ihtar edilmiş ki: Eski Said’in en mühim eseri ve Risale-i Nur’un Fatihası, Arabî ve matbu olan İşârâtü’l-İ’câz tefsiri, Otuzuncu Mektup olacak ve olmuş. Eski Said’in en son telifi ve yirmi gün Ramazan’da telif edilen, kendi kendine manzum gelen Lemeat Risalesi Otuz İkinci Lem’a olması ve Yeni Said’in en evvel hakikatten şuhud derecesinde kalbine zahir olan ve Arabî ibaresinde Katre, Habbe, Şemme, Zerre, Hubab, Zühre, Şule ve onların zeyillerinden ibaret büyükçe bir mecmua Otuz Üçüncü Lem’a olması ihtar edildi.

Hem Meyve, On Birinci Şuâ olduğu gibi, Denizli Müdafaanamesi de On İkinci Şuâ ve hapiste ve sonra Küçük Mektuplar Mecmuası On Üçüncü Şuâ olması ihtar edildi. Ben de aziz kardeşlerimin tensiplerine havale ediyorum. Demek birkaç mertebede kapı açıktır; bizlere daha iyi tetimmeler yazdırılabilir.

Aziz kardeşlerime birer birer selâm ediyorum. Kastamonu ve civarındaki kardeşlerimi de -eski zamanda olduğu gibi- daima beraber görüyorum. Hiç merak etmesinler, Risale-i Nur tevakkuf etmiyor, perde altında büyük fütuhatı var. Sıkıntılarımızın neticeleri Risale-i Nur’un derslerine daha ziyade nazar-ı dikkati celb edip geniş bir dairede kendini okutturuyor. Onun için gayet çalışkan iki kardeşimiz olan baba ve oğlu; ve babası, ziyade sıkıntı çekmelerinde iftihar etsinler, orada muvakkat tevakkuftan müteessir olmasınlar. Benim ve bizim nazarımızda onlar eski mevkilerini tam muhafaza ediyorlar.

Başta Risale-i Nur’un fıtrî talebeleri mâsum çocuklar demiştik. İşte bir nümunesi, bu mektubumu rahatsızlıktan kendim yazamadığım için ben söyleyip yeni hurufla yazan Ceylân, biri de ona mektup yazan mâsum Küçük Ali, biri de bu defa bana kâmilâne ve müdakkikane mektup yazan medrese-i Nuriyenin küçük şakirdi Küçük Mehmed’dir. Ben de onlara “Bârekâllah, bahtiyar çocuklar” derim, peder ve validelerini de tebrik ederim.
• • •
Önceki Risale: ( 19 ) / Sonraki Risale: ( 21 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık
savlet : saldırı
vesvese : kuruntu, şüphe
zaafiyet : zayıflık
kuvve-i mâneviye : mânevî güç, moral
takviye : güçlendirme, destekleme
tevafuk : denk gelme, uygunluk
şeâir-i İslâmiye : İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
hürmet : saygı
tekdir : azarlama
kesret : çokluk
rahmet : İlâhî şefkat ve merhamet; yağmur
semâvât : gökler
feza-yı âlem : uzay
tevafuk etme : denk gelme, uygun düşme
zerre miktar : çok az miktar
insaf : merhamet ve adalet dairesinde hareket
hususî : özel
kast : amaç, hedef
irade : dileme, istek, kast etme
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
inayet : yardım
merhamet : acıma, şefkat
cihet : yön
tesadüf : rastlantı
hakikat-ı Miraç : Mirac gerçeği
mu’cize-i Ahmediye : Peygamberimizin (a.s.m.) mu’cizesi
keramet-i kübrâ : büyük keramet
Mirac : Peygamberimizin Allah’ın huzuruna yükseldiği ve bütün kâinatı gezdiği yolculuk; 31. Söz olan Mirac risalesi
zat-ı Ahmediye : Peygamber Efendimizin zâtı, kişiliği
semâvât ehli : gökler; yüce âlemlerde, göklerde yaşayanlar; melekler, ruhanîler gibi
ehemmiyet : değer, önem
zemin : yer, dünya
ahali : halk
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak görülen olağanüstü hâl ve fiil
aziz : çok değerli, izzetli
sıddık : çok doğru ve bağlı
işarât-ı Gaybiye-i Aleviye ve Gavsiye : Hz. Ali (r.a.) ve Seyyid Abdülkadir-i Geylânî’nin (k.s.) Risale-i Nur ve Bediüzzaman Said Nursî hakkındaki işaretleri ve bunların yer aldığı risaleler; Sekizinci Şuâ ve Sekizinci Lem’a
telif : yazılı eser
izahat : izahlar, açıklamalar
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
tetimme : ek, tamamlayıcı not
münasebet : alâka, ilgi
ihtar etmek : hatırlatmak
fıtraten : yaratılıştan
vaziyet : durum, hâl
mâsum : günahsız, suçsuz
ders-i imanî : iman dersi
müşkül : zorluk
erkân : esaslar, şartlar
gayr-ı müslim : Müslüman olmayan
yabani : yabancı
peder : baba
valide : ana
dünyevî : dünya ile ilgili
fen : ilim
zihnî : zihinle ilgili
ziyade : çok, fazla
peder : baba
valide : ana
hürmet : saygı
istiskal etme : soğuk davranarak hoşlanmadığını gösterme, küçümseme
nevi : çeşit
âhiret : öldükten sonraki sonsuz hayat
şefaat : günahların bağışlanması için, Allah katında makbul kişilerin, Allah’ın izniyle aracılık yapması
dâvâ : iddia
terbiye-i İslâmiye : İslâm terbiyesi
hakikat : asıl, gerçek, doğru
binaen : dayanarak
hasenat : güzellikler, iyilikler
defter-i a'mâl : amel defteri, insanların işlediği ve yaptığı şeylerin kaydedildiği defter
bahtiyar : talihli, mutlu
fıtraten : yaratılış gereği
hususan : bilhassa, özellikle
hakikî : asıl, gerçek
gıda-yı mânevî : mânevî gıda
esas : temel
şefkat : acıma, merhamet
ism-i Rahîm : Allah’ın sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olduğunu bildiren ismi
mazhariyet : ayna olma, bir nimete erişme
esaslı : temel
hassa : özellik
fıtrî : doğal, yaratılıştan gelen
vaziyet : durum, hâl
hayat-ı bâkiye : devamlı ve kalıcı âhiret hayatı
fâni : geçici olan, ölümlü
cihet : yön
mâhiyet : bir şeyin iç yüzü, aslı, esası
gaflet : âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlık
dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık
tevehhüm eden : zanneden
muhtaç : ihtiyaç duyan
teselli : kederli ve hüzünlü olan bir kimseyi söz ve nasihatle ferahlandırmak
sıhhat : sağlamlık, doğruluk, sağlık
ihtar : hatırlatma, ikaz
Arabîce : Hicrî takvime göre
işaret-i gaybiye : geleceğe veya bilinmeyen bir olaya işaret
tekemmül etme : kemâle erme, tamamlanma
mühim : önemli
tehir edilen : ertelenen
ehemmiyetli : önemli
mertebe : derece, makam
ihtar : hatırlatma, ikaz
fatiha : başlangıç, açılış
Arabî : Arapça
matbu : basılmış
tefsir : açıklama, yorum; Kur’ân’ın mânâlarını açıklayan kitap
telif : yazılmış eser
manzum : şiir biçiminde yazılmış
Lemeat Risalesi : parıltılar anlamına gelen ve Sözler’in sonunda yer alan manzum bir eser
hakikat : gerçek, doğru
şuhud : görme, şahid olma
zahir olan : görünen, ortaya çıkan
ibare : metin, cümle
Katre : damla; Mesnevî-i Nuriye’de yer alan bir bölüm
Habbe : dane, tohum; Mesnevî-i Nuriye’de yer alan bir bölüm
Şemme : en küçük miktar; bir defacık koklama; Mesnevî-i Nuriye’de yer alan bir bölüm
Zerre : çok küçük parça; Mesnevî-i Nuriye’de yer alan bir bölüm
Hubab : taneler, tohumlar; Mesnevî-i Nuriye’de yer alan bir bölüm
Zühre : Çoban Yıldızı; Mesnevî-i Nuriye’de yer alan bir bölüm
Şule : parıltı; Mesnevî-i Nuriye’de yer alan bir bölüm
zeyil : ilâve, ek
ibaret : meydana gelen, oluşan
mecmua : belli bir konuda yazılan yazıların birleşimi, kitap
ihtar edilme : hatırlatılma, ikaz edilme
müdafaaname : savunma mektubu, savunma dilekçesi
aziz : çok değerli, izzetli
tensib : uygun görme
havale etme : gönderme, bırakma
mertebe : derece, makam
tetimme : ek, tamamlayıcı not
tevakkuf etme : durma, duraklama
fütuhat : fetihler, zaferler
nazar-ı dikkati celb etme : dikkat çekme
iftihar etme : övünme
muvakkat : geçici
tevakkuf : durma, duraklama
müteessir olma : etkilenme, üzülme
nazar : bakış, düşünce
mevki : konum, yer
muhafaza etme : koruma
fıtrî : doğal, yaratılıştan gelen
mâsum : günahsız, suçsuz
nümune : örnek
huruf : harfler
kâmilâne : mükemmel bir şekilde
müdakkikane : dikkatlice
medrese-i Nuriye : Risale-i Nur’un okunduğu yerler
şakird : talebe, öğrenci
bârekâllah : Allah hayırlı ve bereketli kılsın
bahtiyar : talihli
peder : baba
valide : anne
Yükleniyor...