Bir suâle mecburî cevabın tetimmesidir.

2 اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ1 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Aziz, sıddık kardeşlerim; Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maişet meşgalesi hengâmı ve şuhûr u selâsenin çok sevaplı ibadet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silâhla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle, gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i nuriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risale-i Nur’un hizmeti zararına bir atâlet, bir fütur ve tevakkuf başlar.

Aziz kardeşlerim, siz kat’î biliniz ki, Risale-i Nur ve şakirtlerinin meşgul oldukları vazife, rû-yi zemindeki bütün muazzam mesâilden daha büyüktür. Onun için, dünyevî merak âver meselelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyvenin Dördüncü Meselesini çok defa okuyunuz; kuvve-i mâneviyeniz kırılmasın.

Evet, ehl-i dünyanın bütün muazzam meseleleri, fâni hayatta zâlimâne olan düstur-u cidal dairesinde, gaddarâne, merhametsiz ve mukaddesat-ı diniyeyi dünyaya feda etmek cihetiyle, kader-i İlâhî, onların o cinayetleri içinde, onlara bir mânevî cehennem veriyor. Risale-i Nur ve şakirtlerinin çalıştıkları ve vazifedar oldukları fâni hayata bedel, bâki hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünyeviyenin perestişkârlarına gayet dehşetli ecel cellâdının, hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i imanın saadet-i ebediyelerine birer vesile olduğunu, iki kere iki dört eder derecesinde kat’î ispat etmektedir. Şimdiye kadar o hakikati göstermişiz.

Elhasıl: Ehl-i dalâlet, muvakkat hayata karşı mücadele ediyorlar. Bizler, ölüme karşı nur-u Kur’ân ile cidaldeyiz. Onların en büyük meselesi -muvakkat olduğu için- bizim meselemizin en küçüğüne -bekaya baktığı için- mukabil gelmiyor. Madem onlar divanelikleriyle bizim muazzam meselelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz, neden kudsî vazifemizin zararına onların küçük meselelerini merakla takip ediyoruz?

Bu âyet 3 لاَيَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْ ve usul-ü İslâmiyetin ehemmiyetli bir düsturu olan اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَيُنْظَرُ لَهُ yani, “Başkasının dalâleti sizin hidayetinize zarar etmez; sizler, lüzumsuz onların dalâletleriyle meşgul olmayasınız”; düsturun mânâsı: “Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz. Ona şefkat edip acınmaz.”

Madem bu âyet ve bu düstur, bizi, zarara bilerek razı olanlara acımaktan men ediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla, vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun haricindekileri mâlâyani bilip, vaktimizi zayi etmemeliyiz. Çünkü elimizde nur var, topuz yoktur. Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse, nur gösteririz. Vaziyetimiz bir nevi nurânî müdafaadır.

Bu tetimmenin yazılmasının sebeplerinden birisi: Risale-i Nur’un bir talebesini tecrübe ettim. Acaba bu heyecan, şimdiki siyasete karşı ne fikirdedir diye, Boğazlar hakkında bir boşboğazlığı münasebetiyle bir iki şey sordum. Baktım, alâkadarâne ve bilerek cevap verdi. Kalben, “Yazık!” dedim. “Bu vazife-i nuriyede zararı olacak.” Sonra şiddetle ikaz ettim. 4 اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ bir düsturumuz vardır. Eğer insanlara acıyorsan, geçmiş düstur onlara merhamete liyakatini selb ediyor. Cennet adamlar istediği gibi, Cehennem de adam ister. Beşinci Şuânın yine kısmen verdiği haberler tezahür ediyor.
Said Nursî

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
3 : Mâide Sûresi, 5:105.
4 : Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım.
Önceki Risale: ( 20 ) / Sonraki Risale: ( 22 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

tetimme : ek, tamamlayıcı not
aziz : çok değerli, izzetli
sıddık : çok doğru ve bağlı
gaflet : dalgınlık, umursamazlık
derd-i maişet : geçim derdi
meşgale : meşguliyet
hengâm : an, zaman
şuhûr-u selâse : üç aylar; Receb, Şaban ve Ramazan ayları
zemin : yer, dünya
cihet : yön
metanet : sağlamlık
hizmet-i nuriye-i kudsiye : Risale-i Nur’un Kur’ân’a dayanan kutsal vazifesi
sebat : kararlı olma
atâlet : hareketsizlik, tembellik
fütur : usanç, gevşeklik
tevakkuf : durma, duraklama
kat'î : kesin
şakirt : öğrenci, talebe
rû-yi zemin : yeryüzü
muazzam : azametli, büyük
mesâil : meseleler
merak âver : meraklı
vazife-i bâki : sonsuzluğa, âhirete ait vazife
kuvve-i mâneviye : mânevî güç, moral
ehl-i dünya : dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
fâni : geçici olan, sonlu
zâlimâne : zâlimce
düstur-u cidal : mücadele ve kavga prensibi
gaddarâne : gaddarcasına
mukaddesat-ı diniye : dine ait kutsal ve değerli sayılan şeyler
kader-i İlâhî : Allah’ın meydana gelecek şeyleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması
vazifedar : görevli
bedel : karşılık
bâki : devamlı, kalıcı, ölümsüz
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
perestişkâr : taparcasına seven, aşırı derecede düşkün olan
dehşetli : korkunç ve ürkütücü olan
ecel : ölüm
hayat-ı ebediye : sonsuz âhiret hayatı
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
vesile : aracı, neden
hakikat : birşeyin aslı, esası, gerçek mahiyeti
elhasıl : kısaca, özetle
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapan kimseler
muvakkat : geçici
nur-u Kur’ân : Kur’ân’ın nuru
cidal : mücadele
beka : sonsuzluk; âhiret
mukabil : denk, karşılık
divanelik : akılsızlık
muazzam : azametli, büyük
tenezzül etme : inme; karşısındakinin seviyesine göre muamele etme
kudsî : kutsal, Kur’ân’a dayanan
usul-ü İslâmiyet : İslâm esasları
düstur : kâide, kural
dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık
hidayet : doğru ve hak olan yolda olma
şefkat : acıma, merhamet
men etme : yasaklama
hasretme : özgü kılma, sadece bir şeye mahsus kılma
hariç : dış
mâlâyani : faydasız, boş
zayi etme : kaybetme
tecavüz : haddi aşma, ileri gitme
vaziyet : durum, hâl
nevi : çeşit
nurânî : nurlu, aydınlatma tarzında
müdafaa : savunma
tetimme : ek, tamamlayıcı not
münasebet : bağlantı, ilgi
alâkadarâne : ilgilenmek suretiyle
vazife-i nuriye : Risale-i Nur yoluyla Kur’ân hizmetinde bulunma
liyakat : lâyık olma
selb etme : ortadan kaldırma
tezahür etme : belirme, ortaya çıkma
Yükleniyor...