Kanunca ifademi almak lâzımken ifademi almadılar.
Ben de ifademi şimdi adliyenin şahs-ı mânevîsine ve
Dahiliye Vekiline berâ-yı malûmat beyan ediyorum.

Bu kırk sene zarfında bu vatana ve millete hiç zarar etmeyip pek çok menfaati dokunan; ezcümle Mart İhtilâlinde isyan eden sekiz taburu bir nutukla itaate getiren ve çok zabitleri kurtaran; ve Harekât-ı Milliyede Hutuvat-ı Sitte Risalesi ile ulemayı ve Şeyhülislâmı ve İstanbul’u, işgal eden ecnebî taraftarlığından kurtaran ve eski Harb-i Umumîde merhum Enver Paşanın çok takdir ve tahsiniyle fedakârane hizmet eden ve üç dehşetli kumandanlar ona hiddet ettikleri halde ilişmeye cesaret edemeyen ve gizli zındıkların iftiralarına binaen, kanunlar onu mes’ul ettiği halde, üç mahkeme onun takip ettiği hakikate karşı mağlûp olup mahkûmiyetine cesaret etmeyen ve risaleleri ehl-i fen ve ehl-i ilim yanında çok takdir ve tahsinlerle karşılanan ve o risaleler hesabına konuşan bir adamı bir saat dinlemeniz, vazifeniz itibarıyla elzemdir ve vacipdir.

İşte başlıyorum. Elimizde hak var. Hakkımızı kuvvetle ve başka suretle aramaya Cenâb-ı Hak mecbur etmesin. Âmin.

Bu yirmi senede yüzer tecrübeyle inayet-i İlâhiye bizi himaye ettiği ve dehşetli zulümlerden kurtardığı gibi, bu yeni mânâsız, bütün bütün kanunsuz, gaddarâne zulümden de kurtaracağına kat’î kanaat etmeliyiz. Şayet bir parça sıkıntı, zahmet, zarar da görsek, binler derece o zahmetten ziyade rahmet ve ihsan-ı İlâhiyeye ve sevaba mazhar olmakla beraber, pek çok biçare ehl-i imanın imanlarına başka bir tarzda bir kudsî hizmet hükmüne geçeceğini rahmet-i İlâhiyeden pek kuvvetli ümit ediyoruz.

Bu hâdisenin on vecihle kanunsuz olduğunu beyan ediyorum:

Birincisi: Üç mahkeme ve üç ehl-i vukufun ve Ankara’nın yedi makamatından ve adliyelerin elinde iki sene Risale-i Nur tetkikle nazardan geçtiği halde, ittifakla, hiçbir muhalif kalmadan hem umum risalelerin beraatine, hem Said ile beraber yetmiş beş arkadaşı birlikte beraat ettirildiği ve bir gün bile ceza verilmediği halde, yeniden evrak-ı muzırra gibi onlara el uzatmak ne derece kanunsuzdur, zerre kadar insafı olan bilir.

İkincisi: Beraatinden sonra üç buçuk sene Emirdağında münzevî, garip, kapısını hem dışarıdan kilit, hem içeriden sürgüyle kapayan ve yüzde bir adamı zarurî bir iş olmasa yanına kabul etmeyen ve yirmi seneden beri devam eden telifini de bırakıp daha telif etmeyen bir adama, dünya siyaseti için kapısının kilidini kırıp, yanına gelip Arabî evradından, yanındaki iki levha-i imaniyeden başka taharrîciler birşey bulamadıkları halde bu eziyetin ne derece hilâf-ı kanun olduğunu, zerre kadar aklı bulunan anlar.

Üçüncüsü: Mahkemece yetmiş şahidin tasdikiyle, yedi sene Harb-i Umumîyi bilmeyen ve merak etmeyen, sormayan -ki, şimdi on senedir aynı o halde bulunan- ve yirmi seneden beri hiçbir gazeteyi okumayan ve dinlemeyen ve otuz seneden beri 1 اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ deyip siyasetten bütün kuvvetiyle kaçan ve yirmi iki sene işkencede sıkıntılar çektiği halde ehl-i siyasetin nazar-ı dikkatini kendine celb etmemek ve siyasete karışmamak için bir defa istirahati için hükûmete müracaat etmeyen bir adama, dehşetli bir siyasî gibi ve siyasî entrikacısı gibi, onun menzilini ve inzivagâhını basıp, hasta halinde emsalsiz bir sıkıntı ruhuna vermek, hiçbir kanuna muvafık gelir mi? Zerre kadar vicdanı bulunan bu hale acıyacak.

Dördüncüsü: Eskişehir Mahkemesinde altı ay tetkikten sonra ve sebebi de cemiyetçilik, tarikatçılık olduğu, o evham bahanesiyle büyük bir reisin ona şahsî garazıyla onun aleyhinde bazı adliyecileri teşvik ettiği halde cemiyetçilik, tarikatçılık ve Risale-i Nur cihetinde beraat ettirip, yalnız Risale-i Nur’un bir küçük parçası olan Tesettür Risalesini bahane ederek kanunen değil de, kanaat-i vicdaniye ile, yüz şakirt içinde beş on şakirde altı ay ceza verdiler ki, tetkik zamanına kadar dört ay mevkuf, yani bir buçuk ay hapis kaldıkları ve on sene sonra Denizli Mahkemesi, yine dokuz ay cemiyetçilik ve tarikatçılık gibi birkaç bahaneyle, yirmi senelik bütün mektubat ve telifatlarını inceden inceye tetkikle beraber, Ankara ve Denizli mahkemesinde tetkikte kaldıkları halde, o mahkemeler ittifakla cemiyetçilik ve tarikatçılık HAŞİYE ve sair bahaneleri cihetinde beraat kararı verip, o kitap ve mektupları aynen sahiplerine iade ve Said’i arkadaşlarıyla beraber beraat ettirdikleri halde, bir siyasî cemiyetçi nazarıyla ve entrikacı bir siyasî adam tarzında onu ittiham etmek ve adliye memurlarını onun aleyhinde cemiyetçilik ve tarikatçılık noktasında sevk etmek ne kadar kanunsuz olduğunu, insaniyeti sukut etmeyenler bilir.

Beşincisi: Şöyle ki, ben Risale-i Nur mesleğinin esası ve otuz seneden beri bir düstur-u hayatım olan şefkat itibarıyla, bir mâsuma zarar gelmemek için, bana zulmeden cânilere değil ilişmek, hattâ beddua edemiyorum. Hattâ, en şiddetli garazla bana zulmeden fâsık, belki dinsiz zâlimlere hiddet ettiğim halde, değil maddî, belki beddua ile de mukabeleden beni o şefkat men ediyor. Çünkü o zâlim gaddarın, ya peder ve validesi gibi ihtiyar biçarelere veya evlâdı gibi mâsumlara maddî ve mânevî darbe gelmemek için, o dört mâsumların hatırına binaen, o zâlim gaddara ilişmiyorum, bazan helâl ediyorum.

İşte bu sırr-ı şefkat içindir ki, idare ve âsâyişe kat’iyen ilişmediğimiz gibi, bütün arkadaşlarımıza da o derece tavsiye etmişim ki, üç vilâyetin insafzabıtalarının bir kısmı itiraf etmişler ki, “Bu Nur şakirtleri mânevî bir zabıtadır, idare ve âsâyişi muhafaza ediyorlar” dedikleri ve bu hakikate binler şahit ve yirmi sene hayatıyla tasdik ve binler şakirtlerin de zabıtaca hiçbir vukuat kaydetmemesiyle tasdik ve teyid ettikleri halde, o biçare adamın ihtilâlci ve insafsız bir komiteci gibi menzilini basmak ve insafsız adamlar ona ihanet etmek ve menzilinde birşey bulamamakla beraber, yüz cinayeti bulunan bir adam gibi, hattâ Kur’ân’ı ve başındaki levhalarını evrak-ı muzırra gibi toplamak, acaba dünyada hangi kanun buna müsaade eder.

Altıncısı: Bundan otuz sene evvel, Cenâb-ı Hakkın inayetiyle, dünyada muvakkat şan u şeref ve enaniyetli hodfuruşluk ve şöhretperestlik ne kadar zararlı ve ne kadar fâidesiz ve mânâsız olduğunu, hadsiz şükür olsun ki, Kur’ân’ın feyziyle anlamış bir adam, o zamandan beri bütün kuvvetiyle nefs-i emmaresiyle mücadele edip, mahviyet etmek ve benliği bırakmak ve tasannu ve riyakârlık yapmamak için, elinden geldiği kadar çalıştığına ona hizmet veya arkadaşlık edenler kat’î bildikleri halde ve yirmi seneden beri herkes kendi hakkında hoşlandığı ziyade hüsn-ü zan ve teveccüh-ü nâs ve şahsını medh ü senâdan ve kendini mânevî makam sahibi olduğunu bilmekten, herkese muhalif olarak bütün kuvvetiyle kaçtığını, hem has kardeşlerinin, onun hakkındaki hüsn-ü zanlarını reddedip, o has kardeşlerinin hatırlarını kırması ve yazdığı cevabî mektuplarında onların kendi hakkında medihlerini ve ziyade hüsn-ü zanlarını kırması ve kendini faziletten mahrum gösterip, bütün fazileti Kur’ân’ın tefsiri olan Risale-i Nur’a ve dolayısıyla Nur şakirtlerinin şahs-ı mânevîsine verip, kendini âdi bir hizmetkâr bilmesi kat’î ispat ediyor ki, şahsını beğendirmeye çalışmadığı ve istemediği ve reddettiği halde, onun rızası olmadan bazı dostları uzak bir yerden, onun hakkında ziyade hüsn-ü zan edip medhetmek gibi bir makam vermesi ve Kütahya havalisinde tanımadığı bir vâizin bazı sözleriyle ve Kütahya’ya kendim hiçbir mektup göndermediğim halde ve benim imzamı taklitle ve medâr-ı mesuliyet tevehhüm edilen bir mektupla ve kimin yazısı bilinmeyen dokunaklı bir kitap Balıkesir’de bulunmasıyla, acaba hangi kanunla medâr-ı mes’uliyet olur ki, o biçare ve hasta, çok ihtiyar, garip ve münzevî adamın odasına, bir cinayet işlemiş gibi kilidini kırıp taharrî memurlarını sokmak, hem evradından ve levhalarından başka bahane bulamamak, acaba dünyada hiçbir kanun, hiçbir siyaset bu taarruza müsaade eder mi?

Yedincisi: Bu sırada, dahilde, o kadar dahilî-haricî heyecanlı parti cereyanları varken ve bundan tam istifade etmek, yani mahdut birkaç arkadaşına bedel ve çok diplomatları kendisine tarafdar kazanmak için zemin hazırken, sırf siyasete karışmamak ve ihlâsına zarar vermemek ve hükûmetin nazarını kendine celb etmemek ve dünya ile meşgul olmamak için, bütün arkadaşlarına yazıp ki, “Sakın cereyanlara kapılmayınız, siyasete girmeyiniz, âsâyişe dokunmayınız” dediği ve bu iki cereyan bu çekinmesinden ona zarar verdikleri, eskisi evhamından, yenisi “Bize yardım etmiyor” diye ona çok sıkıntı verdikleri halde, ehl-i dünyanın dünyalarına hiç karışmayıp kendi âhiretiyle meşgul olan ve memleketinde ve Nurs karyesinde öz kardeşine yirmi iki sene zarfında birtek mektup yazmayan ve o vilâyetlerdeki dostlarına yirmi senede on mektup yazmayan bir biçareye, onun âhiret meşguliyetine bu kadar ilişmek hangi kanun müsaade eder?

Bu vatana ve millete, ahlâka çok zararlı olan dinsizlerin kitaplarının intişarına ve komünistlerin neşriyatlarına serbestiyet kanunu ile ilişilmediği halde, üç mahkeme medâr-ı mes’uliyet olacak, içinde hiçbir maddeyi bulmayan, millet ve vatanın hayat-ı içtimaiyesini ve ahlâkını ve âsâyişini temine yirmi seneden beri çalışan ve milletin hakikî nokta-i istinadı olan âlem-i İslâmın uhuvvetini ve bu millete de dostluğunu iade ve takviyesine tesirli bir surette çabalayan ve Diyanet Riyasetinin ulematenkit niyetiyle, Dahiliye Vekilinin emriyle üç ay tetkikten sonra tenkit etmeyerek tam kıymetini takdir edip, “kıymettar eser” diye Diyanet kütüphanesine konulan Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ gibi Nur eczalarını evrak-ı muzırra gibi toplayıp mahkeme eline vermeye acaba hiçbir kanun, hiçbir vicdan, hiçbir insaf, buna müsaade eder mi?

Sekizincisi: Yirmi sene sıkıntılı ve sebepsiz bir nefiyden sonra tam serbestiyet verildiği halde, binler akraba ve ahbabı bulunan doğduğu memleketine gitmeyerek gurbeti, kimsesizliği tercih ederek, tâ ki dünyaya ve hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete temas etmesin ve çok sevaplı olan camideki cemaatin hayrını bırakıp, odasında yalnız namazını kılıp oturmasını tercih eden, yani halkın hürmetinden çekinmek olan bir hâlet-i ruhiyeyi taşıyan ve yirmi sene hayatının şehadetiyle, yüz binler Türk, kıymettar zatların tasdikiyle, bir dindar müttakî Türkü, lâkayt çok Kürtlere tercih eden, hattâ mahkemede Hâfız Ali gibi kuvvetli imanı bulunan Türk kardeşlerini yüz Kürde değiştirmediğini ispat eden ve hürmet ve ihtiram görmemek için zaruret olmadan halklarla görüşmeyen ve camie gitmeyen ve kırk seneden beri bütün kuvvetiyle ve âsârıyla İslâmiyetin uhuvvetine ve Müslümanların birbirine muhabbetine çalışan ve şedid düşmanına karşı menfî hareket etmeyen ve hattâ onunla meşgul olmayan, bedduayı dahi etmeyen ve Türk milleti Kur’ân’ın bayraktarı ve senâ-yı Kur’âniyeye mazhar olduğu için o milleti çok seven ve hayatını onların içinde geçiren bir adam hakkında, resmî lisanıyla ihanet için bir propaganda yapmak, dostlarını ürkütmek için “O Kürttür, siz Türksünüz; o Şâfiîdir, siz Hanefîsiniz” deyip halkları ürkütüp, ondan çekinmeyi ve yirmi iki senede ve iki mahkemede tarz-ı kıyafet değiştirmeye mecbur edilmeyen ve şapkanın yarı askerin başından kalkmasıyla beraber münzevî bir adama zorla şapka giydirmeye cebretmesi, hangi kanun buna müsaade eder?

Dokuzuncusu: Çok mühimdir, HAŞİYE-2 çok kuvvetlidir. Fakat siyasete temas ettiği için sükût ediyorum.

Onuncusu: Bu da hiçbir kanun müsaade etmediği ve hiçbir maslahat bulunmadığı, yalnız mânâsız evhamdan bir habbeyi kubbeler yapmaktan ibaret hiçbir kanuna girmeyen bir taarruzdur. Bu da mesleğimizce bakamadığımız siyasete temas etmemek için sükût ederek böylece on vecihle kanunsuz muamelelere karşı yalnız 2 حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ deriz.
Said Nursî

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım.
2 : “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.
HAŞİYE : Nurların esası ve hedefi, iman-ı tahkikî ve hakikat-i Kur’âniyedir. Onun için, üç mahkeme, tarikat noktasında beraat vermişler. Hem yirmi senede hiçbir adam dememiş ki, “Bana tarikat vermiş.” Hem bin seneden beri bu milletin ekser ecdadı bağlandığı bir meslek, sebeb-i mes’uliyet olamaz. Hem gizli münafıklar, hakikat-i İslâmiyete tarikat namını takıp bu milletin dinine taarruz ettiklerine karşı, mukabele edenler, tarikatla ittiham edilmez. Cemiyet ise, uhuvvet-i İslâmiye cihetinde bir uhrevî kardeşliktir. Yoksa siyasî cemiyet olmadığına üç mahkeme hüküm vermişler.
HAŞİYE-2 : İslâm hükûmetlerde Hıristiyan ve Yahudi bulunması ve Hıristiyan ve Mecusî hükûmetlerde Müslümanlar bulunduğu gösteriyor ki, idare, âsâyişe bilfiil ilişmeyen muhaliflere kanunca ilişilmez. Hem imkânat, medâr-ı mes’uliyet olamaz. Yoksa herkes bir adamı öldürebilir; herkesi bu imkânatla mahkemeye vermek lâzım gelir.
Önceki Risale: ( 213 ) / Sonraki Risale: ( 215 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

bahis : konu
berâ-yı malûmat : bilgi ve malûmat için, bilgi vermek için
beyan etmek : açıklamak
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
Dahiliye Vekili : İçişleri Bakanı
Diyanet Riyaset : Diyanet İşleri Başkanlığı
ecnebî : yabancı
ehl-i siyaset : siyaset adamları, politikacılar
ehl-i vukuf : bilirkişi
ezcümle : bu cümleden, meselâ, örneğin
fedakârane : fedakârca
âmin : “Allah’ım kabul eyle”
Arabî : Arapça
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğu anlaşılıp serbest bırakılma
beyan etmek : açıklamak
biçare : çaresiz
binaen : dayanarak
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
ehl-i fen : bilim adamları
ehl-i ilim : ilim ehli, âlimler
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler
ehl-i vukuf : bilirkişi
elzem : çok gerekli olan
evrad : virdler, zikirler
evrak-ı muzırra : zararlı evraklar, yayınlar
gaddarâne : gaddarca, acımasızca
garip : kimsesiz, yalnız
hakikat : asıl, esas, gerçek
hilâf-ı kanun : kanuna aykırı
himaye etmek : korumak
ihsan-ı İlâhiye : Allah’ın ihsanı, ikramı, bağışı
inayet-i İlâhiye : Allah’ın inâyeti, yardımı
insaf : vicdan
ittifak : birleşme, birlik
kanaat etme : inanma
kudsî : kutsal
levha-i imaniye : imana ait levha
mahkûmiyet : hükümlülük, tutukluluk
makamat : makamlar
mazhar olmak : bir nimete erişmek, nail olmak
muhalif : aykırı, karşıt
münzevî : bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, dünyadan çok âhiret için çalışan
nazar : bakış, dikkat
rahmet : İlâhî şefkat ve merhamet
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz rahmeti
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
suret : şekil
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
cemiyetçilik : cemiyet işiyle uğraşma; bir topluluk kurup faaliyet gösterme
ecdad : atalar, cedler
ehl-i siyaset : siyaset adamları, politikacılar
ekser : çoğunluk
emsalsiz : benzersiz
entrikacı : dalavere yapan, dolap çeviren
evham : kuruntular, şüpheler
garaz : kötü kasıt
hakikat-i İslâmiyet : İslâmiyetin hakikati, aslı, esası
hakikat-i Kur’âniye : Kur’ân’ın özü, gerçeği
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
iman-ı tahkikî : inandığı şeylerin aslını, esasını bilerek inanma; sarsılmaz iman
inzivagâh : inziva yeri, yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmaksızın yaşanan yer
ittifak : birleşme, birlik
ittiham edilmek : suçlanmak
kanaat-i vicdaniye : vicdanî kanaat, görüş
kanunen : kanunlara göre
mektubat : mektuplar
menzil : ev, mekân
mevkuf : tutuklu
mukabele eden : karşılık veren
muvafık : uygun
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
nazar-ı dikkati celbetmek : dikkat çekmek
sebeb-i mes’uliyet : mesuliyet sebebi
şakirt : öğrenci, talebe
taarruz etmek : saldırmak
tarikat : İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde takip edilen yol; tasavvuf yolu
tarikatçılık : tarikat faaliyeti yürütme veya herhangi bir tarikata taraftar olma
tasdikiyle : doğrulama, onaylama
telifat : yazılan yazı ve eserler
Tesettür Risalesi : örtünmeyle ilgili kitap; Yirmi Dördüncü Lem’a
tetkik : inceleme, araştırma
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu
beraat ettirme : temize çıkarma, suçsuz olduğunu bildirme
biçare : çaresiz
binaen : dayanarak
cemiyetçi : topluluk teşkil eden, dernek kurucusu
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
düstur-u hayat : hayat prensibi
enaniyetli : bencil, gururlu
entrikacı : hileci, gizli tedbir ve dolap çeviren
evrak-ı muzırra : zararlı evraklar, yayınlar
fâsık : yoldan çıkmış, günahkâr
feyiz : bereket
gaddar : acımasız, çok zulmeden
garaz : kötü kasıt, düşmanlık
hadsiz : sonsuz
hakikat : asıl, esas, gerçek
hiddet : öfke
hodfuruşluk : kendini beğendirmeye çalışmak, övünmek
ihanet etmek : haksız yere hakaret etmek
inayet : Allah’ın yardım ve şefkati
insafsız : vicdansız
insaniyet : insanlık
ittiham etmek : suçlamak
kat’iyen : kesinlikle
komiteci : belli bir amaç için bir araya gelip, faaliyet gösteren
levha : tablo
mâsum : günahsız, suçsuz
men etmek : engellemek
menzil : ev, mekân
muhafaza : koruma
mukabele : karşılık verme
muvakkat : geçici
nazar : bakış
nefs-i emmare : hazır zevke düşkün ve insanı devamlı kötülüğe sevk eden duygu
peder : baba
sevk etmek : yöneltmek
sırr-ı şefkat : şefkat sırrı
sukut etmek : alçalmak, düşmek
şakirt : talebe, öğrenci
şan u şeref : şan ve şeref
şöhretperestlik : şöhret düşkünlüğü
şükür : Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
tarikatçılık : herhangi bir tarikata taraftar olma
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, düzenlilik, güvenlik
bedel : karşılık
biçare : çaresiz
cereyan : akım, hareket
cevabî : cevap olarak yazılmış
dahilî-haricî : iç-dış
diplomat : memleket ve millet meseleleri hakkında siyasî söz sahibi
ehl-i dünya : dünyaya dalıp âhireti düşünmeyenler
evham : kuruntular, şüpheler
evrad : virdler; zikirler
fazilet : değer ve üstünlük
has : özel; Nur talebelerinin önde gelenleri
havali : çevre, dolay, yöre
hüsn-ü zan : güzel düşünce
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
istifade etmek : faydalanmak, yararlanmak
kat’î : kesin, şüphesiz
levha : tablo
mahdut : sınırlı
mahrum : yoksun
mahviyet : tevazu, alçak gönüllülük
medâr-ı mesuliyet : sorumluluk sebebi
medh ü senâ : övme ve yüceltme
medhetmek : övmek
medih : övgü
muhalif : aykırı, karşı
münzevî : bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, dünyadan çok âhiret için çalışan
nazarı celb etmek : dikkat çekmek
riyakârlık : gösteriş
şahs-ı mânevî : belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, tüzel kişilik
şakirt : talebe
taarruz : saldırı
taharrî : araştırma, arama
ahbab : dostlar, sevilenler
âhiret : öldükten sonra sonsuz olarak devam edecek olan hayat
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
âsâr : eserler
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, düzenlilik, güvenlik
biçare : çaresiz
Dahiliye Vekili : İçişleri Bakanı
Diyanet Riyaseti : Diyanet İşleri Başkanlığı
ecza : cüzler, parçalar
evrak-ı muzırra : zararlı evraklar, yayınlar
hakikî : asıl, gerçek
hâlet-i ruhiye : ruh hâli
hayat-ı içtimaiye ve siyaset : sosyal ve siyasî hayat
hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat
ihtiram görmek : hürmet edilmek, saygı gösterilmek
insaf : merhamet ve adâlet dâiresinde hareket, vicdan
intişar : yayılma
kıymettar : kıymetli, değerli
lâkayt : dinin emirlerine uymada titiz olmayan, umursamaz
medâr-ı mes’uliyet : mesuliyet sebebi
menfî : olumsuz, yıkıcı
müttakî : Allah’tan korkup Onun emir ve yasaklarına titizlikle uyan
nefiy : sürgün
neşriyat : yayınlar
nokta-i istinat : dayanak noktası
serbestiyet : serbestlik
suret : şekil
şedid : şiddetli
şehadet : şahit olma, tanık olma
takdir etmek : değer verme, kıymet bilmek, değerlendirmek
takviye : kuvvetlendirme
tasdik : doğrulama, onaylama
temas etmek : ilişki kurmak
temin : sağlama
tenkit : eleştiri
tetkik : inceleme, araştırma
uhuvvet : kardeşlik
ulema : âlimler
zarfında : içinde
zaruret : zorunluluk, mecburiyet
Zülfikar : Risale-i Nur’dan, Kur’ân’ın mu’cizeliğine ve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mu’cizelerine dair bahislerin toplandığı bir eser
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, düzenlilik, güvenlik
aziz : çok değerli, izzetli
bayraktar : bayrak taşıyan, temsilci
bilfiil : fiilen, gerçekte
cebretmek : zorlamak
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
evham : kuruntular, şüpheler
habbeyi kubbe yapmak : küçük bir meseleyi abartarak olduğundan büyük göstermek
hadsiz : sonsuz
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
ihanet : haksız yere hakaret etme, aşağılama
imkânat : ihtimaller, olabilirlikler
iş’ar : işaret etme, belirtme
izahat : açıklamalar
maslahat : fayda, gaye
mazhar olma : lâyık görülme, erişme
medâr-ı mes’uliyet : mesuliyet sebebi
muamele : davranış
muhalif : aykırı, karşı
münzevî : bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, dünyadan çok âhiret için çalışan
propaganda : bir düşünceyi başkalarına tanıtma, benimsetme ve yayma amacıyla söz, yazı gibi yollarla gerçekleştirilen çalışma
senâ-yı Kur’âniye : Kur’ân’ın methi
sıddık : çok doğru ve bağlı
sükût etmek : sessiz kalmak, susmak
şükür : Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
taarruz : saldırı
tarz-ı kıyafet : giyim şekli
temas etmek : dokunmak, değmek; bahsetmek
vecih : yön
tasannu : yapmacık
tefsir : Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap
teveccüh-ü nâs : insanların alâkası, yönelmesi
tevehhüm edilen : gerçek olmadığı halde kabul edilen zan
vâiz : vaaz veren, dinî konular hakkında bilgi ve öğüt veren
zemin : ortam
tasdik : doğrulama, onaylama
teyid etmek : doğrulamak
valide : anne
vukuat : toplumu rahatsız edecek tarzda olan ve emniyeti ilgilendiren olaylar
zabıta : güvenlik güçleri, polis
uhrevî : âhirete ait
uhuvvet-i İslâmiye : İslâm kardeşliği
zerre kadar : çok az miktar
taharrîci : araştırmacı
tahsin : güzel bulma, güzelliğini ilân etme
takdir : beğenme
telif : yazma
tetkik : inceleme, araştırma
umum : bütün
vacip : yapılması mecbur olan
zındık : dinsiz
Hâfız : her şeyi koruyup saklayan ve yarattıklarını esirgeyip gözeten Allah
hiddet : öfke
Hutuvât-ı Sitte : Altı Adım; İstanbul’u işgal eden İngilizlerin Müslüman halkı Osmanlı idaresinden soğutmak, kendisine bağlamak ve ümitsizlik aşılamak için yaydıkları hile ve şüpheleri gidermek için Bediüzzaman’ın yazdığı risale
hürmetkârâne : hürmet ederek
Hüve Nüktesi : On Üçüncü Söz’ün son kısmında yer alan bir bölümün adı
ifsad : bozma
isnad : dayandırma
itaat : emre uyma, boyun eğme
maddiyun : materyalistler, her şeyi madde ile açıklamaya çalışanlar
muhtemel : ihtimal dahilinde
müşavir : danışman
nutuk : konuşma
suret : şekil, biçim
şahs-ı mânevî : belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik; tüzel kişilik
taarruz etmek : saldırmak
Tabiat Risalesi : Yirmi Üçüncü Lem’a
tabur : bir askerî birlik
tahsin : güzel bulma, güzelliğini ilân etme
takdir : beğenme, beğeni
ulema : âlimler
zabit : subay
zarfında : içinde
zerre : atom, en küçük madde parçası
âmin : “Allah’ım kabul eyle”
Arabî : Arapça
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğu anlaşılıp serbest bırakılma
beyan etmek : açıklamak
biçare : çaresiz
binaen : dayanarak
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
ehl-i fen : bilim adamları
ehl-i ilim : ilim ehli, âlimler
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler
ehl-i vukuf : bilirkişi
elzem : çok gerekli olan
evrad : virdler, zikirler
evrak-ı muzırra : zararlı evraklar, yayınlar
gaddarâne : gaddarca, acımasızca
garip : kimsesiz, yalnız
hakikat : asıl, esas, gerçek
hilâf-ı kanun : kanuna aykırı
himaye etmek : korumak
ihsan-ı İlâhiye : Allah’ın ihsanı, ikramı, bağışı
inayet-i İlâhiye : Allah’ın inâyeti, yardımı
insaf : vicdan
ittifak : birleşme, birlik
kanaat etme : inanma
kudsî : kutsal
levha-i imaniye : imana ait levha
mahkûmiyet : hükümlülük, tutukluluk
makamat : makamlar
mazhar olmak : bir nimete erişmek, nail olmak
muhalif : aykırı, karşıt
münzevî : bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, dünyadan çok âhiret için çalışan
nazar : bakış, dikkat
rahmet : İlâhî şefkat ve merhamet
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz rahmeti
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
suret : şekil
taharrîci : araştırmacı
tahsin : güzel bulma, güzelliğini ilân etme
takdir : beğenme
telif : yazma
tetkik : inceleme, araştırma
umum : bütün
vacip : yapılması mecbur olan
zındık : dinsiz
Yükleniyor...