Risale-i Nur

Bu Nur, eser-i tefsîridir o semavî kitabın,
İlân eder hakikati, emr-i hakkı bildirir.
İsyanlara, zulümlere mâruz olan cihanın,
Bu asırda gözyaşını nur saçarak dindirir.

Bu eserdir muztarip gönüllere tesellî.
Bu kararsız âlemin her buhranında nur saçar.
Bu eserdir her zulmette selâmetin rehberi.
Ehl-i iman bu sayede, bu eserle hür yaşar.

Mâsumlara bir öğüttür, gençlerin de rehberi,
Her mazluma “Ağlama” der. “Güleceksin yarın sen.”
Tesellîsi çok yücedir, ibretlidir dersleri,
Beli bükük ihtiyara müjde verir derinden.

Bu eserdir insanları dehşetlerden dûr eden.
Kudret eli hâmisidir, hayret-fezâ hükmü var.
Muannidler teslim olur hükmüne, mağrur iken.
Her serseri feylesofu meftun eden Nur’u var!

Bu nur eser her bilginin, her mü’minin sertacı,
Dertlilerin dermanıdır, her münkiri tokatlar.
Şirklerin hem hedimidir, hem her kaygu ilâcı,
Zındık, zâlim ilişirse başında volkan patlar!

Ey güç yetmez dehşet veren hâletlerden ağlayan!
Fânilere aldanarak kırıldıkça bağırma.
Ey zâilden, âcizlerden medet umup bağlanan!
Gir bu Nurun âlemine, fânileri çağırma.

Ayıl artık gaflet sarhoşluğundan, durma, uyan!
Hevesatın bir ejderdir, kalbini kemirecek.
Yarın mesut olacaktır yoklukta Hakkı bulan.
Nura ver nakd-i ömrü, yarın sana verilecek;
Huzuruna uhrâda ihtişamlar serilecek.

Risale-i Nur’un kusurlu hâdimi
Zekâi

• • •
Önceki Risale: ( 61 ) / Sonraki Risale: ( 63 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

gaflet : duyarsızlık, sorumsuzluk; âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
hevesat : hevesler, gelip geçici arzu ve istekler
mesut : mutlu
Hak : her şeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah
nakd-i ömr : ömür sermayesi, hayat sermayesi
uhrâ : âhiret
ihtişam : haşmetlilik; göz alıcı güzellik
hâdim : hizmetçi
aziz : çok değerli, izzetli
sıddık : çok doğru ve bağlı
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması, güvenlik
erkân : reisler, ileri gelenler
iğfal : gaflete düşürerek kandırma, aldatma
müsbet : olumlu
tedâfüî : müdafaa, koruma ile ilgili
vaziyet : durum, hâl
akîm : neticesiz, sonuçsuz
bilâkis : aksine, tersine
huruf : harfler
tab etmek : basmak
ihtiyar : dileme, istek, irade
hâdise : vakıa, olay
hikmet : gaye, fayda, sebep, sır
mânevî : mânâya ait
halâskâr : kurtarıcı
belâ : büyük sıkıntı
def etmek : gidermek, uzaklaştırmak
matbuat : basın, medya
âlem : dünya
tezahür : ortaya çıkma
mağlûp etme : galip ve üstün gelme, yenme
şimal : kuzey
cereyan : akım, hareket
istilâ : işgal, kaplama
sedd-i Kur'ânî : Kur’ân’ın yıkılmaz seddi, kalesi
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
mübarek : bereketli, hayırlı
ittiham : suçlama
izale etmek : gidermek
lisan : dil
ihtar : hatırlatma, ikaz
istilâkârâne : istilâ ederek, yayılarak
eser-i tefsîr : tefsîr eseri; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap
semavî : ilâhî, vahiyle gelmiş
hakikat : doğru ve gerçek
emr-i hak : Allah’ın emri
mâruz : bir şeyin tesirine uğrama
cihan : dünya
muztarip : ızdıraplı, sıkıntılı
âlem : dünya, kâinat
buhran : bunalım
zulmet : karanlık
selâmet : esenlik, güven
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler
mâsum : günahsız, suçsuz; çocuk
mazlum : zulme uğramış
dûr : uzak
kudret eli : güç ve iktidarı bütün varlığı kuşatan Allah’ın yardımı
hâmi : koruyucu
hayret-fezâ : hayret veren, şaşırtan
hüküm : karar
muannid : inatçı, inanmamakta direnen
hüküm : karar
mağrur : gururlu
feylesof : filozof, felsefe ile uğraşan
meftun : düşkün, tutkun
sertac : baş tacı
derman : şifa; kurtuluş sebebi
münkir : inkar eden, inanmayan
şirk : Allah’a ortak koşma
hedim : yıkan, ortadan kaldıran
zındık : dinsiz
hâlet : durum, hâl
fâniler : ölümlü insanlar
zâil : geçip gidici, yok olucu
âciz : güçsüz
medet : yardım
âlem : dünya
fâni : ölümlü
Yükleniyor...