Aziz, sıddık kardeşlerim; Şimdiye kadar gizli münafıklar Risale-i Nur’a kanunla, adliye ile ve âsâyiş ve idare noktasından hükûmetin bazı erkânını iğfal edip tecavüz ediyorlardı. Biz, müsbet hareket ettiğimiz için, mecburiyet olduğu zaman tedâfüî vaziyetinde idik. Şimdi plânları akîm kaldı. Bilâkis tecavüzleri Risale-i Nur’un dairesini genişlettirdi. Bu defa yeni hurufla Asâ-yı Mûsâ’yı tab etmek niyetimiz, ihtiyarımız olmadığı halde, tecavüz vaziyeti Risale-i Nur’a veriliyor gibidir. Bu hâdisenin ehemmiyetli bir hikmeti şu olmak gerektir:

Risale-i Nur, bu mübarek vatanın mânevî bir halâskârı olmak cihetiyle, şimdi iki dehşetli mânevî belâdef etmek için matbuat âlemiyle tezahüre başlamak, ders vermek zamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim.

O dehşetli belâdan birisi: Hıristiyan dinini mağlûp eden ve anarşiliği yetiştiren şimalde çıkan dehşetli dinsizlik cereyanı, bu vatanı mânevî istilâsına karşı Risalei’n-Nur, sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’ânî vazifesini görebilir ve âlem-i İslâmın bu mübarek vatanın ahalisine karşı pek şiddetli itiraz ve ittihamlarını izale etmek için matbuat lisanıyla konuşmak lâzım gelmiş diye kalbime ihtar edildi.

Ben dünyanın halini bilmiyorum. Fakat Avrupa’da istilâkârâne hükmeden ve edyan-ı semaviyeye dayanmayan dehşetli cereyanın istilâsına karşı Risale-i Nur hakikatleri bir kal’a olduğu gibi, âlem-i İslâmın ve Asya kıt’asının hal-i hazırdaki itiraz ve ittihamını izale ve eskideki muhabbet ve uhuvvetini iade etmeye vesile olan bir mu’cize-i Kur’âniyedir. Bu memleketin vatanperver siyasîleri çabuk aklını başına alıp Risale-i Nur’u tab ederek resmî neşretmeleri lâzımdır ki, bu iki belâya karşı siper olsun.

Acaba bu yirmi sene zarfında iman-ı tahkikîyi pek kuvvetli bir surette bu vatanda neşreden Risale-i Nur olmasaydı, bu dehşetli asırda, acip inkılâp ve infilâklarda bu mübarek vatan, Kur’ân’ını, imanını dehşetli sadmelerden tam muhafaza edebilir miydi? Her neyse... Risale-i Nur’a, daha vatana, idareye zararı dokunmak bahanesiyle tecavüz edilmez; daha kimseyi o bahaneyle inandıramazlar. Fakat cepheyi değiştirip, din perdesi altında bazı safdil hocaları veya bid’a taraftarı veya enaniyetli sofi meşreplileri bazı kurnazlıklarla Risale-i Nur’a karşı—iki sene evvel İstanbul’da ve Denizli civarında olduğu gibi—istimal etmek ve Risale-i Nur’a ve şakirtlerine ayrı bir cephede tecavüz etmeye münafıklar çabalıyorlar. İnşaallah muvaffak olamazlar. Risale-i Nur şakirtleri, tam ihtiyatla beraber, bir taarruz olduğu vakitte münakaşa etmesinler, aldırmasınlar. Aldanan ehl-i ilim ve imansa, dost olsunlar, “Biz size ilişmiyoruz. Siz de bize ilişmeyiniz. Biz ehl-i imanla kardeşiz” deyip yatıştırsınlar.

Saniyen; Mübareklerin pehlivanı hem Abdurrahman, hem Lütfi, hem Büyük Hafız Ali mânâlarını taşıyan büyük ruhlu Küçük Ali kardeşimiz bir sual soruyor. Halbuki o sualin cevabı Risale-i Nur’da yüz yerde var. “Risale-i Nur’un erkân-ı imaniye hakkında bu derece kesretli tahşidatı ne içindir? Bir âmî mü’minin imanı büyük bir velînin imanı gibidir, diye eski hocalar bize ders vermişler?” diyor.

Elcevap: Başta Âyetü’l-Kübrâ merâtib-i imaniye bahislerinde; ve âhire yakın müceddid-i elf-i sâni İmam-ı Rabbanî beyanı ve hükmü ki, “Bütün tarikatlerin müntehası ve en büyük maksatları, hakaik-i imaniyenin inkişafıdır. Ve bir mesele-i imaniyenin kat’iyetle vuzuhu, bin kerametlerden ve keşfiyatlardan daha iyidir”; ve Âyetü’l-Kübrâ’nın en âhirdeki ve Lâhikadan alınan o mektubun parçası ve tamamının beyanatı cevap olduğu gibi, Meyve Risalesi’nin tekrarat-ı Kur’âniye hakkında Onuncu Meselesi, tevhid ve iman rükünleri hakkında tekrarlı ve kesretli tahşidat-ı Kur’âniyenin hikmeti, aynen bitamamiha onun hakikî tefsîri olan Risale-i Nur’da cereyan etmesi de cevaptır.

Hem, iman-ı tahkikî ve taklidî ve icmâlî ve tafsilî ve imanın bütün tehacümata ve vesveseler ve şüphelere karşı dayanıp sarsılmamasını beyan eden Risale-i Nur parçalarının izahatı, büyük ruhlu Küçük Ali’nin mektubuna öyle bir cevaptır ki, bize hiçbir ihtiyaç bırakmıyor.

İkinci Cihet: İman, yalnız icmâlî ve taklîdî bir tasdike münhasır değil; bir çekirdekten, tâ büyük hurma ağacına kadar ve eldeki ayinede görünen misalî güneşten tâ deniz yüzündeki aksine, tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi; imanın o derece kesretli hakikatleri var ki, bin bir esmâ-i İlâhiye ve sair erkân-ı imaniyenin kâinat hakikatleriyle alâkadar çok hakikatleri var ki, “Bütün ilimlerin ve mârifetlerin ve kemalât-ı insaniyenin en büyüğü imandır ve iman-ı tahkikîden gelen tafsilli ve burhanmârifet-i kudsiyedir” diye ehl-i hakikat ittifak etmişler.

Evet, iman-ı taklidî, çabuk şüphelere mağlûp olur. Ondan çok kuvvetli ve çok geniş olan iman-ı tahkikîde pek çok meratip var. O meratiplerden ilmelyakîn mertebesi, çok burhanlarının kuvvetleriyle binler şüphelere karşı dayanır. Halbuki taklidî iman bir şüpheye karşı bazan mağlûp olur.

Hem iman-ı tahkikînin bir mertebesi de aynelyakîn derecesidir ki, pek çok mertebeleri var. Belki esmâ-i İlâhiye adedince tezahür dereceleri var. Bütün kâinatı bir Kur’ân gibi okuyabilecek derecesine gelir.

Hem bir mertebesi de hakkalyakîndir. Onun da çok mertebeleri var. Böyle imanlı zatlara şübehat orduları hücum da etse bir halt edemez. Ve ulemâ-i ilm-i kelâmın binler cild kitapları, akla ve mantığa istinaden telif edilip, yalnız o mârifet-i imaniyenin burhanlı ve aklî bir yolunu göstermişler. Ve ehl-i hakikatin yüzer kitapları keşfe, zevke istinaden o mârifet-i imaniyeyi daha başka bir cihette izhar etmişler. Fakat, Kur’ân’ın mu’cizekâr cadde-i kübrâsı, gösterdiği hakaik i imaniye ve mârifet-i kudsiye, o ulemâ ve evliyanın pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir.

İşte, Risale-i Nur bu cami ve küllî ve yüksek mârifet caddesini tefsir edip, bin seneden beri Kur’ân aleyhine ve İslâmiyet ve insaniyet zararına ve adem âlemleri hesabına tahribatçı küllî cereyanlara karşı Kur’ân ve iman namına mukabele ediyor, müdafaa ediyor. Elbette hadsiz tahşidata ihtiyacı vardır ki, o hadsiz düşmanlara karşı dayanıp ehl-i imanın imanını muhafazasına Kur’ân nuruyla vesile olsun.

Hadîs-i şerifte vardır ki: “Bir adam seninle imana gelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyunlardan daha hayırlıdır.” 1 “Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlı olur.” 2 Hattâ Nakşîlerin hafî zikre verdiği büyük ehemmiyet, bu nevi tefekküre yetişmek içindir. Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua ediyoruz.
3 اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Buhari, Cihad: 102, 143; Müslim, Fadâilü’s-Sahâbe: 34; Dârimî, İlim: 10; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr: 6:359, hadis no: 9606.
2 : El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:310; Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, 4:409 (Kitâbu’t-Tefekkür); el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 1:78.
3 : Bâkî olan sadece Odur.
Önceki Risale: ( 62 ) / Sonraki Risale: ( 64 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

gaflet : duyarsızlık, sorumsuzluk; âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
hevesat : hevesler, gelip geçici arzu ve istekler
mesut : mutlu
Hak : her şeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah
nakd-i ömr : ömür sermayesi, hayat sermayesi
uhrâ : âhiret
ihtişam : haşmetlilik; göz alıcı güzellik
hâdim : hizmetçi
aziz : çok değerli, izzetli
sıddık : çok doğru ve bağlı
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması, güvenlik
erkân : reisler, ileri gelenler
iğfal : gaflete düşürerek kandırma, aldatma
müsbet : olumlu
tedâfüî : müdafaa, koruma ile ilgili
vaziyet : durum, hâl
akîm : neticesiz, sonuçsuz
bilâkis : aksine, tersine
huruf : harfler
tab etmek : basmak
ihtiyar : dileme, istek, irade
hâdise : vakıa, olay
hikmet : gaye, fayda, sebep, sır
mânevî : mânâya ait
halâskâr : kurtarıcı
belâ : büyük sıkıntı
def etmek : gidermek, uzaklaştırmak
matbuat : basın, medya
âlem : dünya
tezahür : ortaya çıkma
mağlûp etme : galip ve üstün gelme, yenme
şimal : kuzey
cereyan : akım, hareket
istilâ : işgal, kaplama
sedd-i Kur'ânî : Kur’ân’ın yıkılmaz seddi, kalesi
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
mübarek : bereketli, hayırlı
ittiham : suçlama
izale etmek : gidermek
lisan : dil
ihtar : hatırlatma, ikaz
istilâkârâne : istilâ ederek, yayılarak
edyan-ı semaviye : semavî dinler, Allah tarafından gönderilmiş hak dinler
cereyan : akım, hareket
istilâ : işgal etme, kaplama
hakikat : doğru ve gerçek
kal’a : kale, büyük hisar
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
hal-i hazır : şimdi, şimdiki zaman
ittiham : suçlama
izale etme : giderme
muhabbet : sevme, sevgi
uhuvvet : kardeşlik
mu’cize-i Kur'âniye : Kur’ân’a ait mu’cize
vatanperver : vatansever
tab etme : basma
neşretme : yayınlama, yayma
zarfında : içinde
iman-ı tahkikî : sağlam, sarsılmaz bir iman
neşreden : yayan
acip : acayip, şaşırtıcı, tuhaf
inkılâp : büyük değişim, dönüşüm
infilâk : patlama
sadme : darbe, yıkıcı müdahaleler
muhafaza : koruma
safdil : saf kalpli, kolay aldanan
bid’a : aslen dinde olmayıp sonradan dine zarar verecek şekilde ortaya çıkan şeyler
enaniyetli : bencil, gururlu
sofi : tasavvuf felsefesine tabi olan
meşrep : hareket tarzı, metod
istimal etmek : kullanmak
şakirt : öğrenci, talebe
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
muvaffak : başarılı
ihtiyat : önlem alma, tedbirli hareket etme
taarruz : saldırı, hücum
münakaşa : tartışma
ehl-i ilim : ilim sahipleri, âlimler
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler
saniyen : ikinci olarak
sual : soru, istek
erkân-ı imaniye : iman esasları
kesretli : pek çok
tahşidat : öneminden dolayı bir şeyin üzerinde fazla durma
âmî : cahil
velî : Allah dostu, Allah’ın sevgili kulu
Âyetü’l-Kübrâ : en büyük delil anlamına gelen Risale-i Nur’da bir bölümün adı; Yedinci Şuâ
merâtib-i imaniye : iman mertebeleri, dereceleri
âhir : son
beyan : açıklama, anlatım
hüküm : karar
tarikat : İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde takip edilen yol
münteha : netice, son, meyve
maksat : amaç, gaye
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri
inkişaf : açığa çıkma
mesele-i imaniye : imana dair mesele, konu
kat'iyetle : kesinlikle
vuzuh : açıklık
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak görünen olağanüstü hâl ve fiil
keşfiyat : keşifler, mânevî âlemde bazı hakikatlerin ortaya çıkması, keşfetme hâlleri
Lâhika : mektup; Yirmi Yedinci Mektup
beyanat : açıklamalar
Meyve Risalesi : Risale-i Nur’da yer alan On Birinci Şuâ
tekrarat-ı Kur'âniye : Kur’ân’ın tekrarlamaları, Kur’ân’da tekrarlanan ibare, mevzu ve âyetler
tevhid : Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etme
rükün : esas, şart
kesretli : pek çok
tahşidat-ı Kur'âniye : Kur’ân’ın tahşidatı, Kur’ân’da ısrarla üzerinde durulan hakikatler
hikmet : sır, gaye, fayda
bitamamiha : tamamen, bütünüyle, hepsi
hakikî : asıl, gerçek
tefsir : açıklama, yorum; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap
cereyan : meydana gelme
iman-ı tahkikî : inandığı şeylerin aslını, esasını bilerek inanma sağlam, sarsılmaz bir iman
iman-ı taklidî : aslını, esâsını bilmeden başkalarını taklit ederek inanma; herhangi bir şüphe karşısında sarsılabilen zayıf iman
icmâlî : kısaca
tafsilî : ayrıntılı, detaya inilmiş
tehacümat : hücumlar, saldırılar
vesvese : kuruntu, şüphe
izahat : açıklamalar
cihet : yön
taklîdî : araştırmaksızın taklide dayanan
tasdik : doğrulama, kabul etme
münhasır : ait, mahsus
misalî : yansıyan görüntü âlemi
mertebe : derece
hakikat : asıl, esas
esmâ-i İlâhiye : Allah’ın isimleri
sair : başka
erkân-ı imaniye : iman esasları
kâinat : evren, yaratılmış her şey
alâkadar : alâkalı, ilgili
mârifet : bilgi
kemalât-ı insaniye : insana ait mükemmellik ve olgunluklar
tafsil : ayrıntı, detay
burhan : güçlü delil
mârifet-i kudsiye : Allah’ı tanıma ve bilmeden gelen kutsal bilgi, marifet
ehl-i hakikat : tarikat ve tasavvuf yoluna girmeden, Sahabe gibi doğrudan Kur’ân ve Sünnet ışığında ilerleyenler
ittifak : birleşme, birlik
iman-ı taklidî/taklidî iman : aslını, esâsını bilmeden başkalarını taklit ederek inanma; herhangi bir şüphe karşısında sarsılabilen zayıf iman
iman-ı tahkîki : inandığı şeylerin aslını, esâsını bilerek inanma; sarsılmaz iman
meratib : mertebeler, dereceler
ilmelyakîn : ilme ve sağlam delillere dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme
mertebe : derece
burhan : güçlü ve sarsılmaz delil
mağlûp olma : yenilme
aynelyakîn : gözlem ve müşahedeye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme
esmâ-i İlâhiye : Allah’ın isimleri
tezahür : belirme, görünme
kâinat : evren, yaratılan her şey
hakkalyakin : bizzat yaşamak suretiyle, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme
şübehat : şüpheler, tereddütler
halt : yanlışlık yapmak, karıştırmak
ulemâ-i ilm-i kelâm : kelâm ilmiyle uğraşan âlimler
istinaden : dayanarak
telif etme : yazma
mârifet-i imaniye : imanî bilgi, malûmat
ehl-i hakikat : doğru yolda olan kimseler; tarikat ve tasavvuf yoluna girmeden, Sahabe gibi doğrudan Kur’ân ve Sünnet ışığında ilerleyenler
cihet : şekil, yön
izhar etme : gösterme
mu’cizekâr : mu’cizeli
cadde-i kübrâ : büyük cadde
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri, esasları
mârifet-i kudsiye : mukaddes marifet, bilgi, san’at
ulemâ : âlimler
evliya : velîler; Allah dostları olan sevgili kullar
fevkinde : üstünde
câmi : kapsamlı
küllî : evrensel, kapsamlı
mârifet : Allah’ı tanıma, bilme
tefsir : açıklama, yorum
adem : hiçlik, yokluk
tahribatçı : her şeyi yıkan, dağıtan
cereyan : akım, hareket
mukabele : karşılık
müdafaa : savunma
hadsiz : sayısız
tahşidat : öneminden dolayı bir şeyin üzerinde fazla durma
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler
muhafaza : koruma, saklama
hadîs-i şerif : Peygamberimize ait söz, fiil, davranış veya onun onayladığı başkasına ait söz, fiil ve davranışlar
sahra : büyük çöl
tefekkür : Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme
Yükleniyor...