Aziz, sıddık kardeşlerim; Yüz defadan ziyade, gayet kıymetli bir hakikat-ı imaniye bana görünüyor. Telif zamanı tamam olması hikmetiyle, ne kadar çalıştım, o çok ehemmiyetli hakikatı avlayamadım. Vâzıhan ifade ve ihsas etmek için bekledim, muvaffak olamadım. Şimdi gayet kısa bir işaretle, o çok geniş ve çok uzun hakikattan kısacık bahsedeceğim.

1 اِنَّ اللّٰهَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلٰى صُورَةِ الرَّحْمٰنِ hadisi, hem cevâmiü’l-kelimden, hem müteşabih hadislerdendir. Pek büyük ve küllî nüktesi, benim kalbime, Hülâsatü’l-Hülâsa ile Cevşenü’l-Kebir’i okuduğum vakit zahir oldu. Ben de, o acip ve çok güzel nükteyi kaçırmamak için, şifreler, işaretler nev’inden Hülâsatü’l-Hülâsa’nın on yedinci mertebesi olan “Kur’ân lisanıyla şehadet” ve on sekizinci mertebesi olan “kâinat lisanıyla şehadet” ortasında o şifreli işaretleri şöyle koydum:

لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الْواَحِدُ اْلأَحَدُ بِلِسَانِ الْحَقِيقَةِ اْلاِنْسَانِيَّةِ بِكَلِمَاتِ حَيَاتِهَا وَحِسِّيَّاتِهَا وَسَجِيَّاتِهَا وَمِقْيَاسِيَّتِهَا وَمِرْاٰتِيَّتِهَا وَبِكَلِمَاتِ صِفَاتِهَا وَأَخْلاَقِهَا وَخِلاَفَتِهَا وَفِهْرِسْتِيَّتِهَا وَأَنَانِيَّتِهَا وَبِكَلِمَاتِ مَخْلُوقِيَّتِهَا الْجَامِعَةِ وَعُبُودِيَّتِهَا الْمُتَنَوِّعَةِ وَاِحْتِيَاجَاتِهَا الْكَثِيرَةِ وَفَقْرِهَا وَعَجْزِهَا وَنَقْصِهَا الْغَيْرِ الْمَحْدُودَةِ وَاِسْتِعْدَادَاتِهَا الْغَيْرِ الْمَحْصُورَةِ. 2

İşte bu kısa şifreyi, yine gayet muhtasar bir şifre ile tercüme ve izah edeceğim. Bunu Hülâsatü’l-Hülâsa’ya bir hâşiye yapınız.

Evet ben, Hülâsatü’l-Hülâsa’yı okuduğum zaman, koca kâinat, nazarımda bir halka-i zikir oluyor. Fakat her nevin lisanı çok geniş olmasından, fikir yoluyla sıfât ve esmâ-i İlâhiyeyi ilmelyakîn ile iz’an etmek için akıl çok çabalıyor, sonra tam görür.

Hakikat-ı insaniyeye baktığı vakit, o cami mikyasda, o küçük haritacıkta, o doğru nümunecikte, o hassas mizancıkta, o enaniyet hassasiyetinde öyle kat’î ve şuhudî ve iz’anî bir vicdan, bir itminan, bir iman ile o sıfât ve esmâtasdik eder. Hem çok kolay, hem hazır yanındaki âyinesinde hiç uzun bir seyahat-ı fikriyeye muhtaç olmadan iman-ı tahkikîyi kazanır ve 3 اِنَّ اللّٰهَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلٰى صُورَةِ الرَّحْمٰنِ hakiki bir mânâsını anlar. Çünkü, Cenâb-ı Hak hakkında suret muhal olmasından, suretten murat, sîrettir, ahlâk ve sıfâttır.

Evet, nasıl ki ehl-i tarikat, seyr-i enfüsî ve âfâkî ile mârifet-i İlâhiyede iki yol ile gitmişler ve en kısa ve kolayı ve kuvvetli ve itminanlı yolunu enfüsîde, yani kalbinde zikr-i hafiyy-i kalble bulmuşlar. Aynen öyle de, yüksek ehl-i hakikat dahi, mârifet ve tasavvur değil, belki ondan çok âlî ve kıymetli olan iman ve tasdikte, iki cadde ile hareket etmişler.

Biri: Kitab-ı kâinatı mütalâa ile, Âyetü’l-Kübrâ ve Hizbü’n-Nuriye ve Hülâsatü’l-Hülâsa gibi âfâka bakmaktır.

Diğeri: Ve en kuvvetli ve hakkalyakîn derecesinde vicdanî ve hissî, bir derece şuhudî olan hakikat-i insaniye haritasını ve enaniyet-i beşeriye fihristesini ve mahiyet-i nefsiyesini mütalâa ile, imanın şüphesiz ve vesvesesiz mertebesine çıkmaktır ki, sırr-ı akrebiyete ve veraset-i Nübüvvete bakar. Ve enfüsî tefekkür ü imanî hakikatinin bir parçası, Otuzuncu Sözün, ve “ene” ve “enaniyet”te ve Otuz Üçüncü Mektubun Hayat Penceresinde ve İnsan Penceresinde ve bazı parçaları da sair ecza-yı Nuriyede bir derece beyan edilmiş. Bunu hem Lâhikaya, hem Sikke-i Gaybiye’ye, hem Hülâsa’nın âhirine yazılsın.
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Muhakkak ki Allah, insanı Rahmân sûretinde yaratmıştır.” bk. sh. 634, dipnot: 3. Buharî, İsti’zân: 1; Müslim, Birr: 115, Cennet: 28; Müsned, 2:244, 251, 315, 323, 434, 463, 519.
2 : İnsanlık hakikati kendine mahsus lisanla; hayatı, duyguları, meziyetleri, Allah'ın güzel isimlerinin tecellilerini anlayan ve yansıtan bir ölçü ve bir ayna olması gibi kelimeleriyle; sıfatları, ahlâkı, halifeliği, Allah'ın güzel isimlerine fihriste oluşu ve enâniyeti gibi kelimeleriyle; kapsamlı yaratılışı, çeşitli kulluk görevleri, pek çok ihtiyaçları, sınırsız fakirliği, âcizliği ve noksanlığı ve sayısız istidatları gibi kelimeleriyle der: Allah’tan başka ilâh yoktur. O varlığı zorunlu olan Vâcibü’l-Vücud, birliği bütün kâinatı kuşatmış olan Vâhid ve her bir varlıkta, özellikle insanda birliği müşahede edilen Ehad’dir.
3 : “Muhakkak ki Allah, insanı Rahmân sûretinde yaratmıştır.” bk. sh. 634, dipnot: 3. Buharî, İsti’zân: 1; Müslim, Birr: 115, Cennet: 28; Müsned, 2:244, 251, 315, 323, 434, 463, 519.
Önceki Risale: ( 90 ) / Sonraki Risale: ( 92 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

Hülâsatü'l-Hülâsa : Kur’ân’daki tefekkür âyetlerinden oluşan Üstad Bediüzzaman’ın Arapça olarak derlediği bir eseri
lisan : dil
şehadet : şahidlik, tanıklık
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
muhtasar : kısa, özet
izah : açıklama
hâşiye : sayfa kenarına veya altına yazılan açıklama, dipnot
nazar : bakış, düşünce
halka-i zikir : zikir halkası
nev : çeşit, tür
sıfât ve esmâ-i İlâhiye : Allah’ın sıfat ve isimleri
ilmelyakîn : ilme ve sağlam delillere dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme
iz'an : şüphesizlik derecesinde kesin şekilde inanma
hakikat-ı insaniye : insanın hakikati, mahiyeti
mikyas : ölçek
nümune : örnek, misal
mizan : ölçü, denge
enaniyet : benlik
cami : geniş, kapsamlı
kat'î : kesin bir şekilde
şuhudî : açıkça, gözle görür derecesinde
itminan : inanma, tatmin olma
sıfât : sıfatlar, nitelikler; Allah’ı yüce Zâtını niteleyen İlâhî özellikler—ilim, hikmet, hayat gibi
esmâ : Allah’ın isimleri
tasdik : doğrulama, onay
seyahat-ı fikriye : fikir, düşünce yolculuğu
iman-ı tahkikî : inandığı şeyin aslını, esasını bilerek inanma; sağlam, sarsılmaz bir iman
hakiki : gerçek
mânâ : anlam
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
muhal : imkânsız
murat : kasıt, amaç
sîret : ahlâk
sıfât : sıfatlar, nitelikler; Allah’ı yüce Zâtını niteleyen İlâhî özellikler—ilim, hikmet, hayat gibi
ehl-i tarikat : tarikata mensup olanlar
seyr-i enfüsî ve âfâkî : kişinin kendi iç âleminde ve dış dünyada yapılan tefekkür ve mânevî yolculuk
mârifet-i İlâhiye : Allah’ı bilme, tanıma
itminan : emniyette olma, güven içinde olma, huzur bulma
enfüsî : iç dünyamıza ait
zikr-i hafiyy-i kalb : kalp ile yapılan sessiz zikir
ehl-i hakikat : tarikat ve tasavvuf yoluna girmeden, Sahabe gibi doğrudan Kur’ân ve Sünnet ışığında hakikate ulaşanlar
mârifet : Allah’ı tanıma, bilme
tasavvur : zihinde canlandırma, düşünme, hayal
âlî : yüce, yüksek
tasdik : kesin bilgiye dayalı doğrulama, onay
kitab-ı kâinat : kâinat kitabı
mütalâa : dikkatle okuma, inceleme
Âyetü'l-Kübrâ : en büyük delil, Risale-i Nur’da Yedinci Şuâ adlı eser
Hülâsatü'l-Hülâsa/Hülâsâ : Kur’ân’daki tefekkür âyetlerinden oluşan Üstad Bediüzzaman’ın Arapça olarak derlediği bir eseri
âfâk : insanın kendi dışında olan her şey, bütün kâinat
hakkalyakin : bizzat yaşamak suretiyle, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme
vicdanî : vicdana ait
suret : biçim, şekil
şuhudî : açıkça, gözle görür derecede
hakikat-i insaniye : insanın gerçek mahiyeti
enaniyet-i beşeriye fihristesi : insanın benliğinin mahiyeti, yapısı, içeriği,
mahiyet-i nefsiye : nefse ait kimlik, nefsin mahiyeti, kendi kimliği
vesvese : kuruntu, şüphe
mertebe : derece
sırr-ı akrebiyet : Cenâb-ı Hakkın varlıklara olan yakınlığının sırrı
veraset-i Nübüvvet : Peygamber varisliği
tefekkür-ü imanî : imanla ilgili, imanî meselelerin düşünülmesi, iman gözlüğüyle bakıp tefekkür etme
hakikat : asıl, gerçek, doğru
ene : ben
enaniyet : benlik
sair : başka
ecza-yı Nuriye : Risale-i Nur’un bölümleri, kısımları
beyan : açıklama, anlatım
lâhika : ek, ilâve; Bediüzzaman ve talebelerinin mektuplarından oluşan kitap, Yirmi Yedinci Mektup
Sikke-i Gaybiye : Risale-i Nur’da yer alan bir eser adı
âhir : son
Yükleniyor...