(Risale-i Nur’un vatana, millete ve İslâmiyete büyük hizmetini kabul ve takdir eden Başvekil Adnan Menderes’e Üstadın yazdığı bir mektup.)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1

Ben çok hasta olduğum ve siyasetle alâkasız bulunduğum halde, Adnan Menderes gibi bir İslâm kahramanı ile bir sohbet etmek isterdim. Hal ve vaziyetim görüşmeye müsaade etmediği için, o surî konuşmak yerine, bu mektup benim bedelime konuşsun diye yazdım.

Gayet kısa birkaç esası, İslâmiyetin bir kahramanı olan Adnan Menderes gibi dindarlara beyan ediyorum.

Birincisi: İslâmiyetin pek çok kanun-u esasîsinden birisi;
2 وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى âyet-i kerîmesinin hakikatıdır ki, “Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz.” Halbuki, şimdiki siyaset-i hâzırada particilik taraftarlığıyla, bir câninin yüzünden pek çok mâsumların zararına rıza gösteriliyor. Bir câninin cinayeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şenî gıybetler ve tezyifler edilip, birtek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor. Bu ise, hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir. Ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır. İran ve Mısır’daki hissedilen hâdise ve buhranlar bu esastan ileri geldiği anlaşılıyor. Fakat onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif, yüzde bir nisbetindedir. Allah etmesin, bu hal bizde olsa pek dehşetli olur.

Bu tehlikeye karşı çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp, mâsumları himaye için, cânilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır.

Hem, emniyetin ve âsâyişin temel taşı yine bu kanun-u esâsîden geliyor.

Meselâ, bir hanede veya bir gemide bir mâsum ile on câni bulunsa, hakikî adaletle ve emniyet ve âsâyiş düstur-u esasîsi ile, o mâsumu kurtarıp tehlikeye atmamak için, gemiye ve haneye ilişmemek lâzım—tâ ki mâsum çıkıncaya kadar.

İşte bu kanun-u esasî-i Kur’ânî hükmünce âsâyiş ve emniyet-i dahiliyeye ilişmek, on câni yüzünden doksan mâsumu tehlikeye atmak, gazab-ı İlâhînin celbine vesile olur. Madem Cenâb-ı Hak, bu tehlikeli zamanda bir kısım hakikî dindarların başa geçmesine yol açmış, Kur’ân-ı Hakîmin bu kanun-u esasîsini kendilerine bir nokta-i istinad ve onlara garazkârlık edenlere karşı siper yapmak lâzım geldiğini, zaman ihtar ediyor.

İslâmiyetin ikinci bir kanun-u esasîsi: Şu hadîs-i şeriftir:
3 سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ hakikatiyle, memuriyet bir hizmetkârlıktır; bir hâkimiyet ve benlik için tahakküm âleti değil... Bu zamanda terbiye-i İslâmiyenin noksaniyetiyle ve ubudiyetin zafiyetiyle benlik, enaniyet kuvvet bulmuş. Memuriyeti hizmetkârlıktan çıkarıp bir hâkimiyet ve müstebidâne bir tahakküm ve mütekebbirane bir mertebe tarzına getirdiğinden, abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi, adalet, adalet olmaz, esasiyle de bozulur. Ve hukuk-u ibad da zîr ü zeber olur. Hukuk-u ibad, hukukullah hükmüne geçmiyor ki hak olabilsin. Belki nefsanî haksızlıklara vesile olur.

Şimdi, Adnan Menderes gibi, “İslâmiyetin ve dînin icaplarını yerine getireceğiz” diye ve mezkûr iki kanun-u esasîye karşı muhalefet edip tam zıddına olarak iki dehşetli cereyan, gayet büyük rüşvetle halkları aldatmak ve ecnebîlerin müdahalesine yol açmak vaziyetinde hücum etmek ihtimali kuvvetlidir.

Birisi: Birinci kanun-u esasîye muhalif olarak, bir câni yüzünden kırk mâsumu kesmiş, bir köyü de yakmış. Bu derecede bir istibdad-ı mutlak, her nefsin zevkine geçecek memuriyete bir hâkimiyet suretinde rüşvet vererek, dindar hürriyetperverlere hücum ediliyor.

İkinci hücum da: İslâmiyet milliyet-i kudsiyesini bırakıp, evvelkisi gibi, bir câni yüzünden yüz mâsumun hakkını çiğneyebilen, zahiren bir milliyetçilik ve hakikatte ırkçılık damarıyla hem hürriyetperver dindar Demokratlara, hem bütün bu vatandaki yüzde yetmişi sair unsurlardan bulunanlara, hem hükûmet aleyhine, hem biçare Türkler aleyhine, hem Demokratın takip ettiği siyaset aleyhine çalışarak ve serseri ve enaniyetli nefislere gayet zevkli bir rüşvet olarak bir ırkçılık kardeşliği veriyor. O zevkli kardeşliğin içinde, o zevkli fâideden bin defa daha ziyade hakikî kardeşleri düşmanlığa çevirmek gibi acip tehlikeyi, o sarhoşluğu ile hissedemiyor.

Meselâ, İslâmiyet milliyetiyle dört yüz milyon hakikî kardeşin hergün;
4 اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ dua-yı umumîsiyle mânevî yardım görmek yerine, ırkçılık dört yüz milyon mübarek kardeşleri, dört yüz serseriye ve lâübalilere yalnız dünyevî ve pek cüz’î bir menfaati için terk ettiriyor. Bu tehlike hem bu vatana, hem hükûmete, hem de dindar Demokratlara ve Türklere büyük bir tehlikedir. Ve öyle yapanlar da hakikî Türk değillerdir. Necip Türkler böyle hatâdan çekinirler.

Bu iki taife herşeyden istifadeye çalışıp dindar Demokratları devirmeye çalıştıkları ve çalıştırıldıkları, meydandaki âsar ile tahakkuk ediyor. Bu acip tahribata ve bu iki kuvvetli muarızlara karşı, kırk Sahabe ile dünyanın kırk devletine karşı meydan-ı muarazaya çıkan ve galebe eden ve bin dört yüz sene zarfında ve her asırda üç yüz dört yüz milyon şakirdi bulunan hakikat-i Kur’âniyenin sarsılmaz kuvvetine dayanmak ve onun içindeki dünyevî ve uhrevî saâdet-i ebediyenin zevklerine o câzibedar hakikatle beraber nokta-i istinad yapmak, o mezkûr muarızlarınıza ve hem dahil ve hariçteki düşmanlarınıza karşı en lâzım ve elzem ve zarurî bir çâre-i yegânedir. Yoksa, o insafsız dahilî ve haricî düşmanlarınız sizin bir cinayetinizi binler yapıp ve eskilerin de cinayetlerini ilâve ederek başkaların başına yükledikleri gibi, size de yükleyecekler. Hem size, hem vatana, hem millete telâfi edilmeyecek bir tehlike olur.

Cenâb-ı Hak sizleri İslâmiyet lehindeki hizmetlerinizde muvaffak ve mezkûr tehlikelerden muhafaza eylesin diye ben ve Nurcu kardeşlerimiz, yapacağınız hizmete ve mezkûr hakikati kabul etmenize mukabil dua etmeye karar vereceğiz.

Üçüncüsü: İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyeye dair bir kanun-u esasîsi dahi, bu hadis-i şerifin;
5 اَلْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ الْمَرْصُوصِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا hakikatıdır. Yani, hariçteki düşmanların tecavüzlerine karşı, dahildeki adâveti unutmak ve tam tesanüd etmektir. Hattâ en bedevî tâifeler dahi bu kanun-u esasînin menfaatini anlamışlar ki, hariçte bir düşman çıktığı vakit, o taife birbirinin babasını, kardeşini öldürdükleri halde, o dahildeki düşmanlığı unutup, hariçteki düşman def oluncaya kadar tesanüd ettikleri halde; binler teessüflerle deriz ki, benlikten, hodfuruşluktan, gururdan ve gaddar siyasetten gelen dahildeki tarafgirane fikriyle, kendi tarafına şeytan yardım etse rahmet okutacak, muhalifine melek yardım etse lânet edecek gibi hâdisâtlar görünüyor. Hattâ, bir sâlih âlim, fikr-i siyasîsine muhalif bir büyük sâlih âlimi tekfir derecesinde gıybet ettiği; ve İslâmiyet aleyhinde bir zındığı, onun fikrine uygun ve taraftar olduğu için hararetle senâ ettiğini gördüm. Ve şeytandan kaçar gibi, otuz beş seneden beri siyaseti terkettim.

Hem şimdi birisi, hem Ramazan-ı Şerife, hem şeâir-i İslâmiyeye, hem bu dindar millete büyük bir cinayeti yaptığı vakit muhaliflerinin onun o vaziyeti hoşlarına gittiği görüldü. Halbuki, küfre rıza küfür olduğu gibi; dalâlete, fıska, zulme rıza da fısktır, zulümdür, dalâlettir. Bu acip halin sırrını gördüm ki, kendilerini millet nazarında ettikleri cinayetlerinden mâzur göstermek damarıyla muhaliflerini kendilerinden daha dinsiz, daha câni görmek ve göstermek istiyorlar. İşte bu çeşit dehşetli haksızlıkların neticeleri pek tehlikeli olduğu gibi, içtimaî ahlâkı da zîr ü zeber edip bu vatan ve millete ve hâkimiyet-i İslâmiyeye büyük bir suikast hükmündedir.

Daha yazacaktım, fakat bu üç nokta-i esasiyeyi şimdilik dindar hürriyetperverlere beyan etmekle iktifa ediyorum.
Said Nursî

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : En’âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15; Fâtır Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi, 39:7.
3 : “Milletin efendisi, onlara hizmet edendir.” el-Mağribî, Câmiu’ş-Şeml, 1:450, Hadis no: 1668; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:463.
4 : “Allah’ım, erkek ve kadın bütün mü’minleri bağışla.”
5 : “Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan bina gibidir.” Buharî, Salât: 88, Edeb: 36, Mezâlim: 5; Müslim, Birr: 65; Tirmizî, Birr: 18; Neseî, Zekât: 67; Müsned, 4:405, 409.
Önceki Risale: ( 101 ) / Sonraki Risale: ( 103 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahali-i Müslime : Müslüman ahalî, halk
âlem-i İslâm : İslâm âlemi
Başvekil : Başbakan
beyan etmek : açıklamak
bilâd-ı Arab : Arap beldeleri, ülkeleri
bilâd-ı İslâmiye : İslâm beldeleri
ecnebî : yabancı
esas : temel husus, ana konu
garb : batı
hareket-i İslâmiye : İslâm hareketi
hasene : iyilik
hizmet-i Kur’âniye : Kur’ân hakikatlerini yayma görevi
hükûmet-i demokrasi : demokrasi hükûmeti
intişar etmek : yayılmak
iştiyak : çok arzu ve istek
kemâl-i ferah : mükemmel bir rahatlama, rahatlık
kudsî : kutsal
madde-i esasiye : temel madde, ana unsur
mikyas : ölçü, örnek
muhkem : sağlam
mukavemet : dayanma, karşı koyma
mücahede : cihad etme, mücadele
risale : kitap; Risale-i Nur’un bölümlerinden herbiri
surî : görünüşte, şeklen
tahsin : güzel bulma
takdir etme : beğeniyi dile getirme
takdir : övgü
tesirat : tesirler, etkiler
tesis etmek : kurmak, oluşturmak
vaziyet : durum, hâl
adalet : her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi
adavet : düşmanlık
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, güvenlik
buhran : bunalım
celb : çekme
Cenab-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
çare-i yegâne : tek çare
düstur-u esasî : temel prensip, esas düstur
emniyet-i dahiliye : iç güvenlik
esas : temel, meselenin özü
garaz : kötü kasıt
garazkârlık : kötü niyetlilik, kin gütme
gazab-ı İlâhî : Allah’ın gazabı, kahrı
gıybet : başkalarının arkasından hoşlanmayacağı şekilde konuşma, çekiştirme
hakikat : asıl, gerçek mahiyet
hariç : dış
hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat
himaye : koruma
kanun-u esâsî : ana prensipler, ana esaslar; anayasa
kanun-u esasî-i Kur’ânî : Kur’ân’ın ana prensipleri, ana esasları
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
mukabele-i bilmisil : ayniyle mukabele etmek, karşılık vermek
münhasır : ait, sınırlı
nisbet : oran, kıyas
nokta-i istinad : dayanak noktası
siyaset-i hâzıra : şimdiki siyaset, geçerli olan siyaset
şenî : kötü, çirkin
tezyif : alay etme, küçük düşürme
uhuvvet-i İslâmiye : İslâm kardeşliği
zemin : ortam
zîr ü zeber : alt üst, karma karaşık, darmadağınık
acip : acayip, tuhaf
adalet : her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi
cereyan : hareket, akım
ecnebî : yabancı
enaniyet : benlik, gurur
esas : temel
hadis : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hakikat : gerçek
hakikî : asıl, gerçek
hâkimiyet : egemenlik, hükmü ve idaresi altına alma
hukuk-u ibad : kul hakları, insan hakları
hukukullah : Allah’ın hakkı
hürriyetperver : hürriyetçi
icap : gerekli olan, gerekli görülen
istibdad-ı mutlak : sınırsız baskı, zulüm
kanun-u esasî : temel hüküm, kural; anayasa
memuriyet : emir altında olma
mezkûr : anılan, sözü geçen
milliyet-i kudsiye : kutsal İslâm milliyetçiliği
muhalefet etmek : aykırı davranmak
muhalif : aykırı
müdahale : karışma
müstebidâne : zorla, despotça
mütekebbirâne : kibirlenerek, büyüklenerek
nefis : bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, yasak olan zevk ve isteklere sevk eden duygu
nefsanî : nefse ait
noksaniyet : eksiklik
sair : diğer
suret : şekil
tahakküm : baskı, zorbalık
terbiye-i İslâmiye : İslâm terbiyesi
ubudiyet : kulluk
unsur : millet, ırk
vaziyet : durum, hâl
zafiyet : zayıflık
zahiren : dış görünüş açısından
zîr ü zeber : alt üst, karma karaşık, darmadağınık
acip : acayip, tuhaf
adâvet : düşmanlık
âsar : eserler
câzibedar : çekici
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
cüz’î : ferdî, küçük
çâre-i yegâne : tek çâre
dahil : içeri
dua-yı umumî : herkesi içine alan dua
elzem : çok gerekli
galebe eden : üstün gelen
hadis-i şerif : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, fiil veya davranış
hakikat : gerçek, doğru
hakikat-i Kur’âniye : Kur’ân’ın hakikati, gerçeği
hakikî : asıl, gerçek
hariç : dışarı
hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat
kanun-u esasî : ana prensip, anayasal kanun
menfaat : çıkar, fayda
meydan-ı muaraza : sözle mücadele meydanı
mezkûr : anılan, sözü geçen
muarız : karşı gelen
muhafaza eylemek : korumak
mukabil : karşı
muvaffak : başarılı
necip : soyu sopu temiz, nesli pak olan kimse, asil
nokta-i istinad : dayanak noktası
saâdet-i ebediye : sonsuz mutluluk
Sahabe : Hz. Peygamberi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan giden Müslümanlar
şakird : talebe, öğrenci
tahakkuk etmek : gerçekleşmek
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
taife : grup, topluluk
uhrevî : âhirete ait
bedevî : çölde yaşayan, göçebe
beyan etmek : açıklamak
dahil : iç
dalâlet : hak yoldan sapkınlık
fısk : günah, günahkârlık
fikr-i siyasî : siyasete ait fikir
gaddar : acımasız
gıybet etmek : başkalarının arkasından onların hoşlanmayacağı şekilde konuşmak, çekiştirmek
hâdisât : hâdiseler, olaylar
hakikat : gerçek, doğru
hâkimiyet-i İslâmiye : İslâmiyetin hâkimiyeti
hariç : dış
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hodfuruşluk : kendini beğendirmeye çalışma
hürriyetperver : hürriyetçi
içtimaî : toplumsal
iktifa etmek : yetinme
kanun-u esasî : ana prensip, anayasal kanun
keyfî : keyfe ve arzuya göre
küfür : inkâr, inançsızlık
mâzur : özürlü, mazeretli
menfaat : fayda, yarar
muhalif : aykırı, taraf
nokta-i esasiye : temel nokta
rahmet okutmak : İlâhî şefkat ve merhamet gelmesi için dua etmek
Ramazan-ı Şerif : şerefli, değerli Ramazan ayı
sâlih : iyi işler yapan, dinin emirlerine uyan kimse
senâ etmek : övmek, yüceltmek
su-i istimal : kötüye kullanma
şeâir-i İslâmiye : İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler
tahrik : harekete geçirme
tâife : grup, topluluk
tarafgirane : taraftar olur bir şekilde
teessüf : eseflenme, üzülme
tekfir : bir kişiyi küfürle itham etmek
tesanüd : dayanışma
zındık : dinsiz
zîr ü zeber : alt üst, karma karışık, darmadağınık
zuhur eden : ortaya çıkan, görünen
Yükleniyor...