2 اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ1 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Aziz, sıddık kardeşlerim, Safranbolu, Eflâni havalisi Nur şakirtleri; Sizlere, gönderdiğiniz Nur eczalarının hediyesine bin barekâllah, mâşaallah deriz. Cenâb-ı Hak sizleri iki cihanda mes’ud eylesin. Âmin.

Nurun mübarek, fedakâr şakirtlerinin herbiri bir kısım risaleleri güzelce yazıp bu sırada bana hediye etmeleri ve bir kısım tatlı teberrükle beraber şiddetli hastalığım ve sıkıntılarım içinde garip bir tarzda bana gelmesi, eskiden beri mukabelesiz hediyeyi kabul etmemek kaidem iken, o kaidenin aksine olarak kemâl-i sevinç ve memnuniyetle kabul ettiğime sebep, üç mânidar ve garip hâdiselerdir.

Birincisi: Bir kısım paramla aldığım bana mahsus makine mahsulü on bir mecmua ve elmas kalemli Nurun kıymetdar üç şakirdinin yazdıkları tam bir takım Risale-i Nur, Diyanet Riyasetinin beş altı defa musırrâne istemesi üzerine hazırladığım, aynı zamanda ve bir derece yabanî kalan müftüler ve hocalara bir mânevî hediye ve müşevvik olarak göndermek teşebbüsü zamanında böyle çok ehemmiyetli bu vazifeyi yerine getirmek için Hüsrev’i buraya istiyordum. Halbuki vaziyetim müşkil bir halde, çok merak ediyordum. Birden, küçük bir Hüsrev olan kahraman Sungur aynı vakitte geldi. Beni çok endişe ve telâşlardan ve masraflardan kurtardığı gibi, bu vazife, iki sene mütemadiyen yanımda hizmeti kadar kıymettar olduğu için kat’î kanaatim geldi ki, bu da Nurun neşrindeki muvaffakiyetin bir kerametidir.

İkinci hâdise: Ben kendime ait nüshalarımı Diyanet Riyasetine gönderdiğim aynı zamanda, aynen mizanla ziyade-noksan olmayarak, tartılsa aynen o kadar Nurun Safranbolu, Eflâni havalisindeki Nurun küçük kahramanları gönderdikleri mübarek hediyeleri lisan-ı hal ile bana dediler: “Merak etmeyiniz, biz zayiat yerine geldik. O zayiatın yerini doldurduk.” Ben de ruh u canla kabul ettim ve gönderenleri tebrik ettim; daha teberrükleri bana dokunmadı.

Üçüncü hâdise: O mübarek hediyeler odama geldiği zamandan on dakika evvel, serçe kuşuna benzer bir kuş yatağımın ayağı altında gördüm. Halbuki pencereler ve kapı kapalı, hiçbir delik yok ki, o kuş girebilsin. Baktım, benden kaçmıyor. Bir parça ekmek verdim; yemedi. Kalben dedim: “Üç dört sene evvel aynı burada kuşların müjde vermesi gibi, bu da müjde veriyor.”

Hakikaten aynı zamanda o mübarek nurlu hediye geldiği gibi, üç senedir haber almadığım müftü kardeşim Abdülmecid’den güzel bir mektup aldım. Bana hizmet eden Halil geldi. “Bu kuşa bak, bu da eski kuşlar gibi bir müjdecidir” dedim. Sonra pencereyi açtık, gitsin; gitmiyordu. Yukarıda beş altı defa uçtu, gitmedi.

Sonra Sungur da geldi. “İşte sen de gör” dedik; o da gördü. Yarım saat sonra, nasıl görülmesi harika oldu; bulunmaması da harika oldu. Pencereden çıkmadan Halil ile aradık, bulamadık. Kayboldu.

Hattâ bu mânevî hediyenin gelmesi ve Hüsrev yerinde Sungur imdada yetişmesi, ehemmiyetini göstermeye bir kat’î hâdise budur ki: Sungur gelmeden iki gün evvel—demek o evden çıktığı gün—Halil rüyada görüyor ki, Sungur, Mustafa Osman ile buraya gelmişler; büyük bir hâdise ve şâşaalı bir merasim yapılmış. Benden “Tâbiri nedir?” diye sordu. Ben de merak ettim: “Sen niçin bu rüyayı bana söyledin? Acaba onların başına bir zarar mı gelmiş?” diye bir gece sabaha kadar endişe ile müteessirdim. O rüya-yı sâdıka az bir tâbirle çıktı.
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Önceki Risale: ( 2 ) / Sonraki Risale: ( 4 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âmin : “Allah’ım kabul eyle”
ayn-ı hakikat : hakikatin, gerçeğin tâ kendisi
aziz : çok değerli, izzetli
barekâllah : Allah hayırlı ve mübarek kılsın
bedel : karşılık
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cihan : dünya
cüz : kısım, parça
daire-i ilmiye : ilim dairesi
delâlet : işaret etme, ifade etme
gaddârâne : acımasızca, zulmederek
garazkârâne : garaz edercesine, kin güderek
garip : tuhaf
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri, esasları
himmet : ciddi gayret, yardım
iktiza etmek : gerektirmek
ilm-i hakikat : hakikat ilmi
kaide : düstur, kural
kat’iyen : kesin olarak
kemâl-i sevinç ve memnuniyet : tam bir sevinç ve memnuniyet
kudsî : kutsal, mukaddes
mânidar : anlamlı
mâşaallah : Allah dilemiş ve ne güzel yapmış mânâsına gelen ve beğeniyi ifade etmek için kullanılan bir söz
me’haz : kaynak
mes’ut : mutlu
mukabelesiz : karşılıksız
müdafaat : müdafaalar, savunmalar
Nur eczaları : Risale-i Nur’un parçaları, bölümleri
nüsha : kopya
risale : kitap; Risale-i Nur’dan her bir bölüm
riyaset : başkanlık
sa’y etmek : çalışmak
serbestiyet : serbest olma
sıddık : çok doğru ve bağlı
şakirt : öğrenci, talebe
teberrük : bir şeyi bereket veya saadet vesilesi sayarak almak veya vermek; bereket vesilesi
tecavüz : haddi aşma, ileri gitme
vazife-i dîniye ve ilmiye : din ve ilimle ilgili görev
zat-ı âli : yüce zat, kişi
Diyanet Riyaseti : Diyanet İşleri Başkanlığı
hakikaten : gerçekten
havali : çevre, yöre
imdad : yardım
kanaat : görüş, fikir, inanma
kat’î : kesin
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak görülen olağanüstü hâl
kıymettar : kıymetli, değerli
lisan-ı hal : hal dili
mahsul : ürün, sonuç
mahsus : özel, özgü
mecmua : kitap
merasim : tören
mizan : ölçü
musırrâne : ısrarlı bir şekilde
muvaffakiyet : başarı
müşevvik : teşvik eden
müşkil : zor
mütemadiyen : sürekli
neşir : yayma, yayılma
nüsha : yazılı bir şeyden çıkarılan kopya
ruh u can : ruh ve can; bütün içtenlik
şakird : öğrenci, talebe
şâşaalı : gösterişli, göz alıcı
teberrük : bereket vesilesi; bir şeyi bereket veya saadet vesilesi sayarak almak veya vermek
teşebbüs : girişim, çaba
vaziyet : durum, hâl
yabanî : yabancı
zayiat : kayıplar, zararlar
Yükleniyor...