Nur Âleminin Bir Anahtarının bir hâşiyesi.

Bu Nur Anahtarının radyo bahsine dair, iki üniversiteli ile, birgün hareket etmekte olan, hiçbir telle bağlı bulunmayan bir otomobilde bulunan radyo ile, uzakta bir mevlid-i şerif dinliyorduk. O iki Nurcu üniversitelilere dedim:

Nurda dahi, hayat, vücut gibi doğrudan doğruya kudret-i İlâhiyenin perdesiz tecellîsi bedahetle göründüğüne bir delil budur ki: Şimdi bu makinecikteki tırnak kadar bir hava, mânevî az bir nur, yalnız bu mevlidden gelen kelimeleri dinler, söyler değil, belki binler, milyonlar kelimeleri aynı anda dinler, söyler ki, binler istasyondaki ayrı ayrı kelimeleri şimdiki işittiğimiz kelimeler gibi işitir ve işittirebilir, bize söyleyebilir. Demek en cüz’î, en küllî olur.

Hem o küçücük, parçacık hava, küre-i hava kadar vazife görür. En küçük, en büyük küre-i hava kadar büyür.

Eğer cilve-i kudret-i Ezeliyeye verilmezse, öyle acip bir hurafeli tezat olur ki, hiçbir hayale gelmez. Birşey zıddına inkılâbı muhal olduğundan, böyle binler derece en cüz’î, zıddı olan en küllî olmak; en küçük, en büyük olmak; en câmid, câhil, şuursuz, âciz en muktedir, en dirâyetli ve iradetli ve şuurlu olmak lâzım gelir ki, yüzer tezad ve muhaller ve hurafetler içinde, emsali bulunmaz bir hurafedir. Demek, bilbedâhe kudret-i Ezeliyenin bir cilvesidir. Ve o cilveyi küre-i havada umumen temsil eden bu gelen hadis-i şerifin meâli gösteriyor. Şöyle ki:

Bir melâike var. Kırk bin başı var. Her başında, kırk bin dil var. Herbir dilde kırk bin tesbihat yapıyor. 64 trilyon tesbihat aynı anda söylüyor. Demek küre-i hava, bu melâike gibidir. Yani, bu melâikenin tesbihatı adedince her kelime-i tayyibe, hava sahifesinde yazılıyor.

Küre-i hava diyor ki: “Bu hadis, benden veya bana nezarete memur melekten haber veriyor. Çünkü, insandaki bütün konuşmalar ve sair bütün hadsiz sesler, karışmaları içinde karıştırılmadan tam hurufatıyla ve söyleyenlerin şiveleriyle, mümtaz sesleriyle söylenmek gösterir ki, küllî bir şuurla yapılan bu iş yalnız tek bir zerrenin vazifesi, ne bana, yani küre-i havaya ve ne de bütün esbaba vermesi hiçbir cihet-i imkânı yok. Demek her yerde hâzır, nâzır ehadiyet cilvesiyle ve içinde ihatalı bir irade, muhit bir ilim bulunan bir kudret-i Ezeliyenin cilvesidir. Buna milyonlar şahitlerinden birisi radyodur.”

On Üçüncü Sözde hikmet-i Kur’âniye ile hikmet-i felsefeyi muvazene bahsinde denilmiş olan meselenin meâli budur ki:

Felsefe-i insaniye, gayet harikulâde mu’cizât-ı kudret-i İlâhiyenin mu’cizât-ı rahmeti üstüne âdiyat perdesi çeker. O âdiyat altındaki vahdaniyet delillerini ve o harika nimetlerini görmüyor, göstermiyor. Fakat âdetten huruç etmiş hususî bazı cüz’iyâtı görür, ehemmiyet verir.

Meselâ, hilkat-ı insaniyedeki kudret mu’cizelerini görmüyor, ehemmiyet vermiyor. Fakat, kaideden çıkmış iki başlı, üç ayaklı bir insanı görüp, istiğrab ve velvele-i hayretle nazar-ı dikkati celb eder. Küllî, umumî mu’cizâtı âdet perdesinde saklar; cüz’î ve kanundan çıkmış ve taifesinden ayrılmış maddeleri medâr-ı ibret yapar.

Hem meselâ, hayvandan, insandan yavruların pek harika, pek mu’cizatlı iaşelerini âdi görüp ehemmiyet vermiyor. Fakat bir vakit Amerika’da bir gazetenin neşrettiği gibi, taifesinden çıkmış, milletinden ayrılmış, denizin dibine girmiş bir böceğin, bir yeşil yaprak rızık olarak ağzına verilmesini gören balıkçılar ağlamışlar; şâşaa ile ilân etmişler.

Halbuki; en cüz’î bir yavruda, memedeki âb-ı kevser gibi rızkında, onun gibi binler mu’cizât-ı rahmet ve ihsan var. Felsefe-i beşeriye görmüyor ki şükretsin, o Rahmânür-Rahîmi tanısın, şükürle mukabele etsin.

İşte, hikmet-i Kur’âniye, o âdiyat perdesini yırtar. O küllî, umumî harika mu’cizeleri ve fevkalâde nimetleri beşere ders verir, Allah’ı tanıttırır. Küllî şükür namına ubudiyete sevk eder.

İşte, felsefe-i beşeriyenin en acip, en antika hatâsından birisi de şudur ki: Cüz ü ihtiyarîsi ve iradesi, en zahir ve küçük fiili olan “söylemeye” kâfi gelmiyor, icad edemiyor. Yalnız havayı harflerin mahrecine sokuyor. Bu cüz’î kesb ile, Cenâb-ı Hak, onun o kesbine binaen o kelimatı halk eder, havaya da binler nüsha yazar. Bu kadar icattan insanın eli kısa olduğu halde, bütün esbab-ı kâinat âciz kaldıkları bir harika küllî mu’cizât-ı kudrete “beşer icadı” namını vermek ne kadar büyük bir hatâ olduğunu, zerre kadar şuuru bulunan anlar.

İşte, bunun bir misali, yüz bin harikaları tazammun eden bir kanun-u İlâhîyi, beşerin istifadesine vesile olmak için bir keşfiyat, yani fiilî dualarına bir nevî kabul hükmünde bir ilham-ı İlâhî ile keşf olan radyo ile, beşer istifadesine vesile olan biçare, âciz-i mutlak bir insana, “Hah! Radyoyu filân keşşaf icad etti ve elektrik kuvvetini buldu. Ve bazı keşşaflar da, beşerin kafasını okumak için bir madde icad etmeye çalışıyorlar!”

Evet, Cenâb-ı Hak bu kâinatı, insana lâzım ve lâyık her şeyi içinde halk etmiş bir misafirhanedir; ziyafetler nevinde bazı zaman ve asırlarda gizli kalmış nimetlerini dua-yı fiilî olan telâhuk-u efkârdan ileri gelen taharriyat neticesinde ellerine ihsan eder. Buna karşı şükretmek lâzım gelirken, bir küfran-ı nimet nevinden, âdi, âciz bir insanın icadı, hüneri nazarıyla bakıp, sonra o küllî bir şu ur ve ilim ve irade ve rahmet ve ihsanın neticesi olan o harikaları unutturup, yalnız ince bir perdesini gösterip, şuursuz tesadüfe, tabiata ve câmid maddelere havale edip, ahsen-i takvimde olan insaniyetin mahiyetine zıt bir cehl-i mutlak kapısını açmaktır.

Öyleyse 1 وَفِى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ düsturuyla, mahlûkata mânâ-yı harfiyle bakmak elzemdir ki, insan, insan olsun.

2 سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Herbir şeyde, Onun bir olduğuna delâlet eden bir âyet vardır.” İbnü’l-Mu’tez’in bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, 1:24.
2 : “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.
Önceki Risale: ( 84 ) / Sonraki Risale: ( 86 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : acayip, şaşırtıcı
âciz : çaresiz, güçsüz
bahis : konu
bedahet : açıklık
bilbedâhe : ap açık bir şekilde
câmid : cansız, katı
cilve : görüntü, yansıma
cilve-i kudret-i Ezeliye : varlığının başlangıcı olmayan ve ezelden beri var olan Allah’ın kudretinin tecellisi, yansıması
cüz'î : ferdî, sınırlı
dirâyet : zekâ, bilgi, kavrayış
emsal : benzer
hadis/hadis-i şerif : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hadsiz : sayısız, sınırsız
hâşiye : dipnot
hurafet/hurafe : delile dayanmayan saçma inanış
hurufat : harfler
inkılâb : değişim, dönüşüm
iradet : istek, dileme, tercih
kelime-i tayyibe : güzel ve hoş kelime, Cenâb-ı Allah’ı tesbih ifadesi
kudret-i Ezeliye : varlığının başlangıcı olmayan ve ezelden beri var olan Allah’ın kudreti
kudret-i İlâhiye : Allah’ın güç ve iktidarı
küllî : evrensel, genel, kapsamlı
küre-i hava : hava küresi, atmosfer
meâl : açıklama, anlam
melâike : melekler
mevlid-i şerif : Peygamberimizin (a.s.m.) doğumunu anlatan manzum eser
muhal : imkânsız
muktedir : gücü yeten, güç ve iktidar sahibi
mümtaz : seçkin, üstün
nezaret : gözetim
sair : diğer, başka
şive : tarz, söyleyiş, telaffuz
şuur : bilinç, anlayış
tecellî : görünme, yansıma
tesbihat : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tezat : zıtlık
umumen : bütünüyle
vücut : varlık
âb-ı kevser : Cennette bulunan Kevser ırmağının suyu
âdet : Allah’ın tabiata koyduğu kanun, prensip; alışkanlık, sıradanlık
âdi : basit, değersiz, sıradan
âdiyat : alışılmış olan sıradan şeyler
cihet-i imkân : mümkün olma yönü
cilve : görüntü, yansıma
cüz'î : küçük, ferdî, sınırlı
cüz'iyât : ferdî, küçük şeyler
ehadiyet : Allah’ın birliğinin her bir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi
esbab : sebepler
felsefe-i insaniye/felsefe-i beşeri : insanların geliştirdiği düşünme biçimi, felsefe
harikulâde : olağanüstü
hikmet-i felsefe : felsefe ilmi
hikmet-i Kur’âniye : her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratıldığını ders veren Kur’ân bilgisi ve bakış açısı
hilkat-ı insaniye : insanın yaratılışı
huruç etme : çıkma
hususî : özel
iaşe : besleme, yedirip içirme
ihatalı : kapsayıcı, geniş
irade : dileme, tercih
istiğrab : garip görme, hayret etme
kaide : kanun, düstur
kudret : Allah’ın güç ve iktidarı
kudret-i Ezeliye : varlığının başlangıcı olmayan ve ezelden beri var olan Allah’ın kudreti
küllî : evrensel, genel, kapsamlı, evrensel
küre-i hava : hava küresi, atmosfer
meâl : açıklama, anlam
medâr-ı ibret : ibret vesilesi
mu’cizât : benzerini yapma noktasında başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeyler
mu’cizât-ı kudret-i İlâhiye : Allah’ın kudret mu’cizeleri
mu’cizât-ı rahmet ve ihsan : rahmet ve ihsan mu’cizeleri
mu’cizât-ı rahmet : rahmet mu’cizeleri
muhit : her şeyi kaplayan ve kuşatan, kapsamlı
mukabele : karşılık
muvazene : karşılaştırma
nazar-ı dikkati celb etmek : dikkat çekmek
nâzır : bakan, gözeten
neşretmek : yayınlamak
Rahmânü’r-Rahîm : kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah
rızık : Allah’ın ihsan ettiği nimet, yiyecek
şâşaa : gösteriş,
taife : grup, topluluk
umumî : genele ait, kapsamlı
vahdaniyet : Allah’ın bir ve tek oluşu, ortağının bulunmayışı
velvele-i hayret : hayret ve şaşkınlık bağırtısı, sesi
zerre : atom, maddenin en küçük parçası
acip : acayip, şaşırtıcı
âciz : çaresiz, güçsüz
âciz-i mutlak : güçsüzlüğü sınırsız olan
âdi : basit, değersiz, sıradan
âdiyat : alışılmış, sıradan şeyler
antika : eski ve kıymetli sanat eseri
beşer : insanlar
biçare : çaresiz
binaen : dayanarak
câmid : cansız
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cüz’î : az, küçük, ferdî
cüz-ü ihtiyarî : çok az irade serbestliği
dua-yı fiilî : fiilî dua, gerekli şartları ve sebepleri yerine getirerek istemek
esbab-ı kâinat : kâinattaki sebepler
felsefe-i beşeriye : insanların geliştirdiği düşünce biçimi, felsefe
fevkalâde : olağanüstü
halk etme : yaratma
harika : olağanüstü şey
hikmet-i Kur’âniye : her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratıldığını ders veren Kur’ân bilgisi ve bakış açısı
hüner : beceri, ustalık
icad : var etme, ortaya çıkarma
ihsan : bağış, ikram
ilham-ı İlâhî : Allah tarafından kalbe indirilen mânâ
irade : dileme, tercih
istifade : faydalanma
kâfi : yeterli
kâinat : evren
kanun-u İlâhî : Allah’ın kanunu
kelimat : kelimeler
kesb : kazanç; irade, kazanma
keşf : açığa çıkarma
keşfiyat : keşifler
keşşaf : keşf edici, açığa çıkarıcı
küfran-ı nimet : nimete karşı nankörlük
küllî : evrensel, genel, kapsamlı
mahrec : sesin ağızdan çıkış yeri
misal : benzer, örnek
mu’cizât-ı kudret : Allah’ın kudret mu’cizeleri
mu’cize : benzerini yapma noktasında başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey
namına : adına
nazarıyla : gözüyle, bakışıyla
nevî : çeşit, tür
nimet : iyilik, ihsan
nüsha : kopya
rahmet : İlâhî şefkat ve merhamet
şuur : bilinç, anlayış
şükretmek : Allah’ın (c.c.) nimetlerine karşı memnunluk göstermek; Allah’a teşekkür etmek
tabiat (tabiat fikri) : materyalist düşünce; tabiat için, “insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç” düşüncesi
taharriyat : arama ve taramalar
tazammun : içerme, içine alma
telâhuk-u efkâr : düşünce ve tecrübelerin birikimi
tesadüf : rastlantı
ubudiyet : Allah’a kulluk
umumî : genele ait, kapsamlı
zahir : açık
zerre kadar : en küçük, en ufak
Yükleniyor...