بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1

Aziz, sıddık kardeşlerim; Bir zat, uzunca bir mektup yeni hurufla bana yazmış, kendisinin kim olduğunu bildirmemiş. Üç noktada şüphe edip bir nevi itiraz gibi yanlış mânâ verdiği için güya bizi ikaz ediyor. Meşrebimiz münakaşa ve münazara olmadığından ve kusurumuzu hakikî olarak gösterenlerden memnun olduğumuzdan, bu meçhul zatın mektubunda üç esasın hakikatini gösterip yanlışını tashih etmek istedim.

Birinci esas: Risale-i Nur’un üstadı ve me’hazı ve Said’in de çok zamandan beri bir virdi olan bazı âyetler, bir hizb-i Kur’ânî suretinde bir kısım talebelerin arzularıyla kaleme alınmış. Sonra da tab edilmiş. Ve dört beş mahkemenin de gösterdiği ehl-i vukuf ulemaları ve hatDiyanet Riyaseti dairesi ve İstanbul’un fetva dairesindeki tetkik-i kütüb-ü diniye heyetinden hiçbir âlim ve ehl-i vukuf ulemaları itiraz etmemişler. Belki takdir edip tahsin etmişler. Çünkü başta Sahabeler ve matbu Mecmuatü’l-Ahzab’da bulunan Hazret-i Üsame Radıyallahu Anh hizb-i Kur’ânîsi ki, herbir günde bir kısmını okumakla taksim edilmiştir. Ve aynı kitapta ve Mecmuatü’l-Ahzabın aynı cildinde İmam-ı Gazalî’nin (r.a.) bir hizb-i Kur’ânîsi ve çok ehl-i velâyetin kendi meşreplerine muvafık bazı sûreleri ve âyetleri bir hizb-i mahsus-u Kur’ânî yaptıkları meydandadır.

On sene evvel şehîden vefat eden Merhum Hâfız Ali gibi Nurun kahramanlarından benim hususî virdimi ve Risale-i Nur’un üstadları ve menbaları olan mühim âyetleri cem etmek istediler. Sonra onlara gönderdim. Onlar da tab ettirdiler. Çünkü, herkes her vakit bütün Kur’ân’ı okumaya vakit bulamıyor. Fakat böyle bir hizb-i Kur’ânî eline geçse her vakit istifade edebilir fikriyle, hem sevapları çok ziyade olan âyetler ve sûreler, içinde yazılmış. Zaten Kur’ân-ı Hakîmin bir mu’cizesi şudur ki, ehl-i hakikatten ve kemâlâttan herbir meslek sahibi, meşrebine muvafık, Kur’ân’da bir Kur’ân’ını, bir hizb-i mahsusunu, bir üstadını bulur. Güya tek bir Kur’ân’da binler Kur’ân var. Bu mu’cizenin sırrı şudur ki:

Kur’ân-ı Hakîmin âyetlerinin ve kelâmlarının münasebetleri yalnız beraber olanlara değil, belki pek çok âyetlere ve kelâmlara ve kelimelere münasebeti var, bakıyor. İşârâtü’l-İ’câz tefsir-i Nuriyede bu sır bir derece gösterilmiş. Demek başka kelâmlara benzemez. Herbir âyet, binler âyetlere bakar birer yüzü ve gözü var.

Bu vaziyet-i Kur’âniye çok hakaike medardırlar. Ehl-i tarikat ve ehl-i hakikatın herbir kısmı kendi mesleğine göre o küllî Kur’ân içinde bir mahsus hizbleri var.

İşte Risale-i Nur’un Hizb-i Kur’ânîsi de o neviden birisidir. Bunu böyle neşretmek için evliyadan olan merhum Hâfız Ali bunun tab’ını acele etmek istedi. Çünkü, tamam-ı Kur’ân’ın Risale-i Nur’un keşfiyatıyla hattında bir nevi mu’cize-i tevafukıyye bulunmasından, onu tab edip bastırmak için bu hizb-i Kur’ânîyi bir mukaddemesi, bir müjdecisi olarak bastırdılar.

Evet, şimdiki Hüsrev’in kalemiyle yazılan ve pek harika olan ve tevafuk cihetinde mu’cizatlı olan Kur’ân’ımızın on beş seneden beri tab’ına çalışıyoruz. Ve fakat ekser Nurcular fakirü’l-hal olduğundan ve fotoğrafla tab’ı lâzım geldiğinden ve yirmi beş bin banknot masraf lâzım olmasından, Hizb-i Kur’ânımız mukaddeme olarak, daha evvel bu mu’cizeli Kur’ân’ımızın bir müjdecisi olarak tab edildi. İşte bu mu’cizeli Kur’ân’ımızı, hem Diyanet Riyaseti tetkik etmiş, çok beğenmiş; hem İstanbul’daki fetva dairesindeki tetkik-i mesâhif uleması gayet güzel görmüş. Gayet güzelce tetkik edip musahhah olarak bize iade etmiş. İnşaallah yakında bu Kur’ân’ımız basılarak bir hediye-i Nuriye olarak âlem-i İslâma neşredilecektir.

O kendini bildirmeyen zatın şüphe ettiği; ikinci mesele: Pek çok Nurcuların haddimden yüz derece ziyade hüsn-ü zanlarıyla benden zannettiği medâr-ı iftihar sıfatları, yüz defa onların hatırlarını kırıp reddetmişim. Fakat yirmi sekiz sene siyasetçiler Risale-i Nur’un sırf imanî ve uhrevî mesleğini şimdiki medenîleşmek fikirlerine müsait görmediklerinden, yirmi sekiz senedir hapislerle, mahkemelerle, tarassutlarla, asılsız isnatlarla Nurcuları ürkütmekle ve beni çürütmek cihetiyle Risale-i Nur’u neşrettirmemek için emsalsiz bir vaziyete düşmüştüm. Yarım ümmî ve ittiham altında ve Nur şakirtlerini bütün bütün kaçırmamak için, bana karşı medhi, şahsımdan reddedip medhiniz Nurlara ait olabilir. Ve gördüğünüz meziyetler benim değil, Risale-i Nur’undur. O da Kur’ân-ı Hakîmin bir hakikatinin bir tefsiridir. Ve her asırda dine ve imana tam hizmet eden müceddidler geldikleri gibi, bu acip ve komitecilik ve şahs-ı mânevî-i dalâletin tecavüzü zamanında bir şahs-ı mânevî müceddid olmak lâzım gelir. Eski zamana benzemez. Şahıs ne kadar da harika olsa, şahs-ı mânevîye karşı mağlûp olmak kabildir. Risale-i Nur’un o cihette bir nevi müceddid olması kaviyyen muhtemel olduğundan, o sıfatlar-hâşâ-benim haddim değil; belki mükerrer yazdığım gibi, benim hayatım Risale-i Nur’a bir nevi çekirdek olabilir. Kur’ân’ın feyziyle, Cenâb-ı Hakkın ihsanıyla o çekirdekten Risale-i Nur’un meyvedar, kıymettar bir ağaç hükmüne icad-ı İlâhî ile geçmesidir. Ben bir çekirdektim, çürüdüm, gittim. Bütün kıymet Kur’ân-ı Hakîmin mânâsı ve hakikatli tefsiri olan Risale-i Nur’a aittir.

Kendini bildirmeyen zatın; üçüncü şüphesi: Büyük Cihad’ın ve Sebilürreşad’ın neşrettiği gibi, ben ilân etmişim ki, dine, imana hizmeti ve Risale-i Nur’u değil dünya siyasetine, belki kemâlât-ı mâneviyeye ve makamat-ı âliyeye âlet edemediğim gibi, herkesin hoş gördüğü saadet-i uhreviye ve Cehennemden kurtulmaya vesile etmemek ve yalnız emr-i İlâhî ve rıza-yı İlâhîden başka hiçbirşeye âlet etmemek bu zamanda Nurun hakikî kuvveti olan sırr-ı ihlâs-ı hakikîyi muhafaza etmeye beni mecbur etmiş ki, Sıddık-ı Ekber (r.a.) dediği olan, “Mü’minler Cehenneme gitmemek için Allah’tan isterim, benim vücudum Cehennemde büyüsün ki, onların yerine azap çeksin” diye söylediği kudsî fedakârlığının bir zerresini ben de kendime kazandırmak için, “İman ile Cehennemden birkaç adamın kurtulmaları için Cehenneme girmeyi kabul ederim” demişim. Zaten ibadet, Cennete girmek ve Cehennemden kurtulmak için kılınmaz; bozulur. Belki rızâ-yı İlâhî ve emr-i Rabbanî için yapılır.

Yine Hizb-i Kur’ân’ımızın bahsine döneriz: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın büyük bir kumandanı olan Hazret-i Üsame Radıyallahü Anh, bir gün “hamd”e ait, bir gün “istiğfar”a ait âyetler, bir gün “tesbih”e ait, bir gün “tevekkül”e, bir gün de “selâm” lâfzına, bir gün de “tevhid” ve “Lâ ilâhe illâ Hû”ya ait, bir gün de “Rab” kelimesine ait bütün Kur’ân’dan müteferrik sûrelerden bir hizb-i Kur’ânî çıkarmış, kendine bir vird eylemiş. Demek böyle hizblere izn-i Peygamberî (Aleyhissalâtü Vesselâm) var. Hem bizim hizb-i Kur’ân’ımız iman hakikatlerine dair âyetleri, hususan sûreler başlarındaki âyetleri cem ettiğinden, başlarında بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ yazılmış. Bu hizb, tamam-ı Kur’ân’ı okumaya büyük bir şevk verir, noksaniyet vermez. Hem yirmi günde okunacak arzu edilen bazı imanî âyetler bir iki günde bu hizipte okunduğundan, bir zaman bütün sûrelerin başında bir kısım âyetleriyle beraber, Risale-i Nur’un esasları olan bazı âyât-ı imaniyeyi kendime vird eylemiştim. Sonra bir hizb suretine girdi.

O meçhul zât, izzet-i ilmiyeyi firavuncuklara karşı muhafazamı bir enaniyet tevehhüm etmiş. Nur talebelerinin hakkımda hüsn-ü zanlarını bütün bütün kırmadığımı bir benlik tahayyül etmiş. Ve iman hakikatlerine dair beyanatıma talebelerin tam itimat ve kanaatlerini temin etmek fikriyle ehl-i velâyetin ve bazı âyâtın kat’î kanaat ettiğim bine yakın emarat ve işaretlerinin izharına mecbur olduğum için bir kısmını has kardeşlerime beyan etmemi bir nevi hodfuruşluk zannetmiş.

Evet, bu zamanda dinsizlik hesabına, benlikleri firavunlaşmış derecede ve imana ve Risale-i Nur’a hücumları zamanında onlara karşı tedafü vaziyetimizde tevazu ve mahviyet göstermek büyük bir cinayet ve hıyanettir. Ve o tevazu, tezellül hükmünde bir ahlâk-ı rezile olur. Onlara karşı izzet-i diniyeyi ve şerafet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için kahramancasına bir sebat, bir kuvve-i mâneviyeyi göstermek, acaba hiçbir vecihle hodfuruşluk olur mu? Hiçbir şöhretperestlik ve enaniyet olur mu ki, o zât öyle tevehhüm etmiş.

Hem Risale-i Nur’a muhtaç ve imanını kuvvetlendirmek ve kurtarmak için Nurları arayanlara karşı—ki, onda üçü veya dördü şahsıma bakmayıp Nurdaki kat’î hüccetlerle iktifa ettiği gibi, beş altı tane hüccetlerin kıymetini bilmediği için benim şahsıma bakar—“Acaba bizi kandırdı mı, yoksa hakikat mı söylüyor?” diye şahsıma karşı hüsn-ü zanlarını kırmamaya mecbur olduğumdan, şahsımın gizli fenalıklarına perde çekmek bir enaniyet olur mu?

وَمَاۤ اُبَرِّئُ نَفْسِى إِنَّ النَّفْسَ َلأَمَّارَةٌ بِالسُّوۤءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّى 2

âyet-i kerimesinin sırrıyla nefs-i emmareme itimad edemem. Nefis kusursuz olmaz. Fakat şimdi bu zamanda ejderhalar, ifritler hükmünde dinsizlik komitelerinin hücumları ve tahribatları zamanında, müdafaamda, bende görünen o sinek kanadı kadar kusurları görmek, o hücum edenlere bir yardım hükmüne geçmektir. Ve on adet muhtaçlardan beş altı biçareyi Nurun ilâçlarından mahrum etmektir. Bu nokta için ben kendi kuvvetime, meziyetime hiç itimad etmeyerek, yalnız hakikat-i Kur’âniye ve onun tefsiri olan hakaik-i imaniyedeki kuvvete istinaden dünyaya ilân ediyorum ki, bütün dinsizler toplansalar, ben onlara karşı çekinmeyerek meydan okuyorum. Ve başımı eğmiyorum. Ve izzet-i ilmiyeyi kırmıyorum. Eğer bu bir benlik ise, o hiçbir cihetle bana ait değil ve benlik olamaz, salâbet-i imaniye olur.

Zaten ben nasıl tabiatı, icad itibarıyla inkâr ediyorum. Ve Risale-i Nur bunu kat’î ispat etmiş. Öyle de, beşeri gurura, enaniyete, firavunluğa sevk eden iktidarı da, tabiat gibi inkâr ediyorum. Yalnız beşerin duası, bir fiilî dua nevinde samimî bir ihtiyaç ile cüz’î kesbi, bir makbul dua hükmüne geçer. Onu da Cenâb-ı Hak kabul eder, keşfiyat namındaki beşere lâzım olan harikaları ihsan eder diye kat’î delillerle ilm-i usulü’d-dinin uleması, kader ve cüz-ü ihtiyarî bahsinde ispat ettikleri gibi; ben de aynelyakîn derecesinde kat’î kanaatle, feyz-i Kur’ânî ile, Risale-i Nur’un hüccetleriyle evvelâ kendi nefsimde, sonra herkesteki benlik ve iktidarın icad ve ihsan ve tevfik-i İlâhînin yalnız bir perdesi olduklarını kat’î bildiğim için, Nurlara ve kardeşlerime ilân etmişim ki, ben bir çekirdektim. Çürüdüm. Acz ve ihtiyaç ve samimî istemek ve fiilî dua etmek neticesinde, Cenâb-ı Erhamürrahimîn, Risale-i Nur’u o çekirdekten halk edip ihsan etmiş. Nurun mektubatındaki bütün medâr-ı medih fıkralar o nuranî ağaca aittir. Benim hissem, kat’iyen, hiçbir cihette fahir olamaz. Belki, yalnız ve yalnız şükürdür. Öyleyse kâinat adedince eşşükrü lillâh, elhamdülillâh...
3 اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : “Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis daima kötülüğe sevk eder.” Yûsuf Sûresi, 12:53.
3 : Bâkî olan sadece Odur.
Önceki Risale: ( 92 ) / Sonraki Risale: ( 94 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

aziz : çok değerli, izzetli
cem etmek : toplamak
Diyanet Riyaseti : Diyanet İşleri Başkanlığı
ehl-i velâyet : velî kullar, Allah dostları
ehl-i vukuf : bilirkişi
fetva : bir mesele hakkında ehil olan kimse tarafından verilen dinî hüküm
güya : sanki
hakikat : esas, doğru, gerçek
hakikî : asıl, gerçek
hizb-i Kur’ânî : Kur’ân-ı Kerim’deki bazı âyetlerin derlenerek bir araya getirilmiş zikir ve duâ mecmuası
hizb-i mahsus-u Kur’ânî : Kur’ân’dan seçilen özel bölümlerin bir araya getirilmiş hâli
huruf : harfler
ikaz : uyarma
itiraz : kabul etmediğini belirtme, karşı çıkma
matbu : basılmış
me’haz : kaynak
Mecmuatü’l-Ahzab : Şeyh Ahmed Ziyaeddin Gümüşhânevi’nin üç ciltlik dua kitabı
meçhul : bilinmeyen
menba : kaynak
merhum : rahmete kavuşmuş, vefat etmiş
meşrep : hareket tarzı, metod
muvafık : lâyık, uygun
münakaşa : tartışma
münazara : tartışma
nevi : tür, çeşit
Radıyallahu Anh : “Allah ondan razı olsun”
Sahabe : Hz. Peygamber’i (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan giden Müslümanlar
sıddık : çok doğru ve bağlı
suret : biçim, şekil
şehid : Allah yolunda canını feda eden Müslüman
tab : baskı, basma
tahsin : beğenme, bir şeyin güzelliğini ilân etme
takdir : beğendiğini dile getirme
taksim : bölüştürme, paylaştırma
tashih : düzeltme
tetkik-i kütüb-ü diniye heyeti : dinî kitapları inceleme kurulu
ulema : âlimler
vird : devamlı yapılan zikir
âlem-i İslâm : İslâm âlemi
banknot : kâğıt para
Diyanet Riyaseti : Diyanet İşleri Başkanlığı
ehl-i hakikat : tarikat ve tasavvuf yoluna girmeden, Sahabe gibi doğrudan Kur’ân ve Sünnet ışığında iman hakikatlerine ulaşanlar
ehl-i tarikat : İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde takip edilen tasavvuf yolu
ekser : pekçok
evliya : velîler, Allah dostları
fakirü’l-hal : muhtaç ve fakirlik içinde olma
fetva : bir mesele hakkında ehil olan kimse tarafından verilen dinî hüküm
güya : sanki
hakaik : gerçekler, esaslar
hat : yazı
hediye-i Nuriye : Risale-i Nur‘un hediyesi
hizb : bölüm, kısım
hizb-i mahsus : Kur’ân’dan seçilen özel bölümlerin bir araya getirilmiş hâli
kelâm : ifade, söz
kemâlât : olgunluklar; faziletler, ahlâk ve huy güzellikleri
keşfiyat : keşifler, mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri gözlemleme
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
küllî : evrensel, kapsamlı
mahsus : has, özel
medar : kaynak
merhum : rahmete kavuşmuş, vefat etmiş
meşreb : hareket tarzı, metod
mu’cizatlı : Kur’ân’daki mu’cizelerle dolu; bir benzerini yapma noktasında başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeylerle dolu
mu’cize-i tevafukıyye : Kur’ân’daki tevafuka ait mu’cize, birbirine uygunluktaki mu’cizeler
mukaddeme : başlangıç
musahhah : tashih edilmiş, düzeltilmiş
muvafık : lâyık, uygun
münasebet : bağlantı, ilgi
neşretmek : yayımlamak
nevi : tür, çeşit
tab’ : baskı, basma
tamam-ı Kur’ân : Kur’ân’ın tamamı
tefsir-i Nuriye : Risale-i Nur’dan olan, Kur’ân-ı Kerimi mânâ yönüyle açıklayan ve yorumlayan eser
tetkik : inceleme, araştırma
tetkik-i mesâhif : mushafların incelenmesi
tevafuk : denk gelme, uygun düşme
ulema : âlimler
vaziyet-i Kur’âniye : Kur’ân-ı Kerimin durumu
acip : acayip, şaşırtıcı
Büyük Cihad : Samsun’da haftalık olarak yayınlanan bir gazete
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cihet : yön
emr-i İlâhî : Allah’ın emri
emsalsiz : benzersiz
feyiz : bereket, bolluk, mânevî gıda
hakikat : esas, doğru, gerçek
hâşâ : kesinlikle öyle değil
hüsn-ü zan : güzel düşünce, iyi zan
icad-ı İlâhî : Allah’ın var etmesi
ihsan : bağış, ikram
isnat : dayanak
ittiham : suçlama
kabil : mümkün
kaviyyen : kuvvetli olarak
kemâlât-ı mâneviye : mânevî mükemmellikler, üstünlükler
kıymettar : kıymetli, değerli
komitecilik : belli bir amaç için bir araya gelme ve faaliyet gösterme
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
makamat-ı âliye : yüce makamlar
medâr-ı iftihar : iftihar vesilesi, övünme sebebi
medih : övgü
meyvedar : meyveli, meyve veren
meziyet : üstün özellik
muhtemel : ihtimal dahilinde
müceddid : yenileyici; sahih hadisle her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini asrın ihtiyacına göre ders veren Peygamber vârisi olan âlim zât
mükerrer : tekrar tekrar
müsait : uygun
neşretmek : yaymak
nevi : tür, çeşit
rızâ-yı İlâhî : Allah’ın rızası
saadet-i uhreviye : âhiret hayatındaki mutluluk
şahs-ı mânevî : belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, tüzel kişilik
şahs-ı mânevî-i dalâlet : inkarcılığı ve sapkınlığı temsil eden mânevî kişilik
şakirt : öğrenci, talebe
tarassut : gözetleme
tecavüz : haddi aşma, ileri gitme
tefsir : Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap
uhrevî : âhirete ait
ümmî : okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş
vaziyet : durum
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
âyât-ı imaniye : imandan bahseden âyetler
azap : acı, sıkıntı
bahis : konu
cem etme : toplama
emr-i Rabbanî : Allah’ın emri
enaniyet : benlik
firavuncuklar : kendini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görenler
hakikat : doğru, gerçek
hakikî : asıl, gerçek
hamd : övgü ve şükür
hizb : Kur’ân’dan alınmış bazı âyetlerden oluşan dua kitabı
hususan : bilhassa, özellikle
hüsn-ü zan : güzel düşünce, iyi zan
istiğfar : af dileme
izn-i Peygamberî : Peygamberin izni
izzet-i ilmiye : ilmin izzeti; ilmin gerektirdiği vakar, ağırbaşlılık
kudsî : yüksek, yüce, kutsal
Lâ ilâhe illâ Hû : “Ondan başka ilâh yoktur”
lâfız : ifade, kelime
meçhul : bilinmeyen
muhafaza : koruma
mü’min : Allah’a ve Ondan gelen her şeye inanan
müteferrik : kısım kısım
noksaniyet : noksanlık, eksiklik
Rab : bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
Radıyallahü Anh : “Allah ondan razı olsun”
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
rızâ-yı İlâhî : Allah’ın rızası
Sıddık-ı Ekber : Hz. Peygambere bağlılıkta en ileride olan, Hz. Ebûbekir
sırr-ı ihlâs-ı hakikî : gerçek ihlâs sırrı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme sırrı
suret : şekil
tamam-ı Kur’ân : Kur’an’ın tamamı
tesbih : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tevehhüm : kuruntuya kapılma, olmayan şeyi var zannetme
tevekkül : Allah’a dayanma ve güvenme
tevhid : birleme, her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu gösterme
vird : devamlı yapılan zikir
zerre : çok az miktar
ahlâk-ı rezile : kötü ahlâk
âyât : âyetler
âyet-i kerime : şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi
beyan : açıklama
beyanat : açıklamalar
biçare : çaresiz
ehl-i velâyet : velî kullar, Allah dostları
emarat : belirtiler, belirtiler
enaniyet : benlik
firavunlaşma : kendini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görme
hakaik-i imâniye : iman hakikatleri, esasları
hakikat : doğru, gerçek
hakikat-i Kur’âniye : Kur’ân’ın hakikati, esası
has : özel; önde gelen Risale-i Nur talebeleri
hıyanet : ihanet, hainlik
hodfuruşluk : kendini beğendirmeye çalışma
hüccet : güçlü delil
hüsn-ü zan : güzel düşünce, iyi zan
ifrit : korkunç ve zararlı cin
iktifa : yetinme
itimat : dayanma, güvenme
izhar : açığa çıkarma, gösterme
izzet-i diniye : dinin şeref ve üstünlüğü
kanaat : fikir, düşünce, inanç
kat’î : kesin
komite : belirli bir amaç için bir araya gelen ve faaliyet gösteren topluluk
kuvve-i mâneviye : mânevî kuvvet, güç
mahrum : yoksun
mahviyet : tevazu, alçakgönüllülük
meziyet : üstün özellik
muhafaza etmek : korumak
müdafaa : savunma
nefis/nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden güç
nevi : tür, çeşit
sebat : kararlı olma
şerafet-i ilmiye : ilmin şeref ve haysiyeti
şöhretperestlik : şöhret düşkünlüğü
tahayyül : hayal etme
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
tedafü : müdafaa, savunma
tefsir : Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap
tevazu : alçakgönüllülük
tevehhüm : kuruntuya kapılma, olmayan şeyi var zannetme
tezellül : alçalma, kendini alçak tutma
vecih : şekil, tarz
acz : acizlik, güçsüzlük
aynelyakîn : gözle görür derecesinde kesin bilgi edinme
bahis : konu
beşer : insanlar
Cenâb-ı Erhamürrahimîn : inâyet ve rahmet, yardım ve lütuf sahiplerinin en merhametlisi olan, şeref ve azamet sahibi olan yüce Allah
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cihet : yön
cüz’î : küçük, ferdî
cüz-ü ihtiyarî : insandaki çok az irade serbestliği
elhamdülillâh : ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur
enaniyet : benlik
eşşükrü lillâh : şükür Allah içindir
fahir : övünme
feyz-i Kur’ânî : Kur’ân’ın feyzi, Kur’ân’ın verdiği ilham, bereket ve ilim bolluğu
fıkra : bölüm, makale, yazı
firavunluk : kendini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görme
halk : yaratma
hüccet : güçlü delil
icad : var etme, yaratma
ihsan : bağış, ikram
iktidar : güç, iktidar
ilm-i usulü’d-din : din metodolojisi, kelâm ilmi
istinaden : dayanarak
itibarıyla : özelliğiyle
izzet-i ilmiye : ilmin izzeti; ilmin gerektirdiği vakar, ağırbaşlılık
kader : Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlaması
kâinat : evren
kanaat : fikir, düşünce, inanç
kat’î : kesin
kat’iyen : kesin olarak
kesb : yapma, çalışarak elde etme
keşfiyat : keşifler, buluşlar
makbul : kabul gören, geçerli
medâr-ı medih : övgü sebebi
mektubat : mektuplar
nefis : bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, hazırdaki zevk ve isteklere sevk eden duygu
neticesinde : sonucunda
nevi : tür, çeşit
nuranî : nurlu, nura ait
salâbet-i imaniye : iman sağlamlığı; dinin emirlerini korumada ve uygulamada ciddiyet ve sağlamlık
şükür : Allah’ın (c.c.) nimetlerine karşı memnunluk gösterme; Allah’a teşekkür etme
tabiat (tabiat fikri) : materyalist düşünce; tabiat için, “insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç” düşüncesi
tevfik-i İlâhî : Allah’ın yardımı ve başarıya ulaştırması
ulema : âlimler
Yükleniyor...