2 اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَداً دَاۤئِمًا1 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Aziz, sıddık kardeşlerim; Evvelen: Çok emarelerle ve bazı hâdiselerle kat’iyen tahakkuk etmiş ki, Nurun has talebelerinden bazılarının bir zaif damarını bulup hizmet-i Nuriyeden vazgeçirmek veya zaifleştirmek için Nurun ve Nur talebelerinin düşmanlarının çok plânları var. Medâr-ı ibret bir iki nümuneyi beyan ediyoruz:

Birinci nümunesi: Nurlarla şiddetli alâkası bulunan birkaç has kardeşimizin nazarını, fikrini başka tarafa çevirmek veya zevkli ve ruhanî bir meşreple meşgul edip hizmet-i imaniyeye karşı zaifleştirmek için, bazı şahıslar ispritizma denilen, ölülerle muhabere namı altında cinnîlerle muhabere etmek gibi, hattâ bazı büyük evliyalarla, hattâ peygamberlerle güya bir nevi konuşmak gibi, eski zamanda “kâhinlik” denilen, şimdi de “medyumluk” namı verilen bu mesele ile bazı kardeşlerimizi meşgul ediyorlar.

Halbuki, bu mesele felsefeden ve ecnebîden geldiği için, ehl-i imana çok zararları olabilir. Ve çok su-i istimalâta menşe olmakla beraber, içinde bir doğru olsa on yalan karışıyor. Çünkü, doğruyu ve yalanı tefrik edecek bir mehenk, bir mikyas olmadığından, ervah-ı habîse ve şeytana yardım eden cinnîlerin bu vesileyle, hem onunla meşgul olanın kalbine ve hem de İslâmiyete zarar vermek ihtimali var. Çünkü, mâneviyat namına hakaik-i İslâmiyeye ve akide-i umumiyeye muhalif ihbarat oluyor. Ervâh-ı habîse iken, kendilerini ervah-ı tayyibe zannettirip, belki kendilerine bazı büyük veliler namını verip, İslâmiyetin esasatına muhalif sözlerle zarar vermeye çalışabilirler. Hakikati tağyir edip, safdilleri tam aldatabilirler.

Meselâ, nasıl ki güneş, bir küçük cam parçasında ziyasıyla, hararetiyle, şekliyle görünüyor. Fakat o küçücük camın içindeki güneşin o küçücük timsali, kendi namına eğer konuşsa ve dese, “Benim ziyam dünyayı istilâ ediyor. Benim hararetim herşeyi ısıtıyor. Ve küre-i arzdan bir milyon defadan daha büyüğüm” dese, ne derece hilâf-ı hakikat olduğu anlaşılır.

Aynen bu misal gibi, bir peygamber, güneş gibi hakikî makamında iken, o ispritizmanın veyahut medyumluğun cam parçası hükmündeki istidadına göre bir cilvesinin tezahürü, o hakikat namına konuşamaz. Eğer konuşsa, yüz derece muhalif olur. İspritizmanın veya medyumluğun o mazhardaki cüz’î cilvesi, vahyin mazharı olan o mânevî güneşin kudsî mahiyetine hiçbir cihetle kıyas olamaz. Çünkü, esfel-i sâfilîndeki bir cam parçası, mânen alâ-yı illiyyînde olan o mânevî güneşin hakikatini yanına getiremez. Getirmeye çalışmak da hürmetsizlikten başka birşey değildir. Ancak onun makamına karîb olmak için, Celâleddin-i Süyûtî ve bir kısım evliyalar gibi seyr ü sülûk ile terakki ederek o mânevî güneşin sohbetine mazhar olunur. Fakat böyle terakki, Risale-i Nur’un ispat ettiği gibi, peygamberin velâyetiyle bir nevi sohbeti, kendi derecelerine göre ve kendi istidatları derecesinde olur. Fakat nübüvvet hakikati velâyetten ne derece yüksek ise, ispritizma vasıtasıyla veyahut terakkiyat-ı ruhiye cihetiyle mazhar olunan sohbet ve muhabere dahi hiçbir cihette hakikî peygamberle muhabereye yetişemeyeceğinden, yeni ahkâm-ı şer’iyeye medâr-ı ahkâm olamaz.

Evet, dinden gelmeyen, belki felsefenin hassasiyetinden gelen celb-i ervah da, hem hilâf-ı hakikat, hem hilâf-ı edep bir harekettir. Çünkü a’lâ-yı illiyyînde ve kudsî makamlarda olanları esfel-i sâfilîn hükmündeki masasına ve yalanların yeri olan oyuncak tahtasına getirmek tam bir ihanettir ve bir hürmetsizliktir. Âdetâ bir padişahı kulübeciğine çağırıp getirmek gibidir. Belki ayn-ı hakikat ve edep ve hürmet ve istifade odur ki, Celâleddin-i Süyûtî, Celâleddin-i Rumî ve İmam-ı Rabbânî gibi zatların seyr ü sülûk-u ruhanîleri gibi seyr ü sülûk ile yükselerek o kudsî zatlara yanaşmak ve istifade etmektir.

Rüya-yı sadıkada ervâh-ı habîse ve şeytan, peygamber suretinde temessül edemez. Fakat celb-i ervahta, ervah-ı habîse, belki peygamberin lisanen ismini kendine takıp, Sünnet-i Seniyeye ve ahkâm-ı şer’iyeye muhalif olarak konuşabilir. Eğer bu konuşması şeriatın ahkâmına ve Sünnet-i Seniyeye muhalif ise, tam delildir ki, o konuşan ervâh-ı tayyibe değildir. Mü’min ve müslüman cinnî de değildir. Ervah-ı habîsedir; bu şekilde taklit ediyor.

Saniyen: Şimdi Nur talebeleri böyle meselelerde derse muhtaç değildirler. Risale-i Nur herşeyin hakikatini beyan etmiş, başka izahata ihtiyaç bırakmamış. Risale-i Nur onlara kâfidir. Fakat Nur talebesi olmayanların aynı muhaberede, ahkâm-ı şeriat ve Sünnet-i Seniye esasatına muhalif telkinatı dinlememeleri lâzım ve elzemdir. Yoksa büyük hatâ olur.

BİR İHTAR: Bu mektuptaki ruhlarla muhabere meselesine karşı edilen şiddetli tenkit, ecnebîden, fen ve felsefeden ve manyetizma ve ispritizmadan gelen ve mânevî bir şekli giyen bir meşrebe karşıdır. Yoksa İslâmiyetten ve tasavvuf ve ehl-i tarikattan gelen ve bir derece ruhlarla muhabereye benzeyen ve nâehillerin girmesiyle bir derece su-i istimal edilen ve pek az olan bir kısım sofuların sofîliğine karşı değildir. Gerçi onlarda da bir cihette bazılara zarar olabilir. Fakat öteki gibi hiçbir cihette aldatıcı değil ve İslâmiyete hiçbir cihette zarar niyeti yok. Hem o ecnebîden gelen meşrep ise, hem tarikat ve hem İslâmiyet aleyhinde olduğu gibi, o sofuların mesleğini de sukut ettirmeye çalışıyor, ve âdileştiriyor. Ehl-i tasavvufun zaif ve tam sünneti yerine getirmeyen kısmı dikkat etsinler, kendilerini onlara benzetmesinler.
Said Nursî

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebediyen, dâima üzerinize olsun.
Önceki Risale: ( 93 ) / Sonraki Risale: ( 95 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

akide-i umumiye : genele ait iman, inanç esasları
alâka : ilgi, bağlantı
aziz : çok değerli, izzetli
beyan : açıklama, anlatım
ecnebî : yabancı
ehl-i iman : Allah’a ve Ondan gelen her şeye inananlar, mü’minler
emare : belirti, işaret
ervâh-ı habîse : kötü ruhlar
ervah-ı tayyibe : iyi ve temiz ruhlar
esasat : esaslar, prensipler
evliya : velîler, Allah dostları
güya : sanki
hakaik-i İslâmiye : İslâmiyetin hakikatleri, esasları, gerçekleri
hakikat : esas, doğru, gerçek
has talebeler : Nur talebelerinin önde gelenleri
hizmet-i imaniye : iman hizmeti
hizmet-i Nuriye : Risale-i Nur Hizmeti
ihbarat : haber vermeler
ispritizma : ölülerin ruhlarıyla ilişki kurulabileceğini ileri süren inanış; ruh çağırma
kâhinlik : gelecekten haber verme
kat’iyen : kesin olarak
mâneviyat : mânevi âleme ait olan şeyler
medâr-ı ibret : ibret sebebi
medyum : gelecekten haber verdiğini iddia eden kimse
mehenk : ölçü, ayar
menşe : kaynak, asıl, kök
meşrep : hareket tarzı, metod
mikyas : ölçü
muhabere : haberleşme
muhalif : aykırı, zıt
nam : ad
nazar : bakış, düşünce
nevi : tür, çeşit
nümune : örnek, misâl
ruhanî : ruh âlemine ait
safdil : saf kalpli, kolay aldanan
sıddık : çok doğru ve bağlı
su-i istimalât : bir nimeti kötüye kullanma
tağyir : değiştirme
tahakkuk : gerçekleşme
talebe : öğrenci
tefrik etmek : ayırmak
ahkâm-ı şer’iye : şeriatın hükümleri, esasları
alâ-yı illiyyîn : Allah katında en iyilerin derecesi, cennetin en yüksek derecesi, en yüksek mertebe
ayn-ı hakikat : gerçeğin ta kendisi
celb-i ervah : ruhları çağırma
cihet : yön
cilve : görüntü, yansıma
cüz’î : küçük, ferdî
esfel-i sâfilîn : aşağıların en aşağısı
evliya : veliler, Allah dostları
hakikat : esas, doğru, gerçek
hararet : ısı, sıcaklık
hilâf-ı edep : edebe aykırı, edep dışı
hilâf-ı hakikat : gerçeğe aykırı
hürmet : saygı
ihanet : haksız yere hakaret, aşağılama
İmam-ı Rabbânî : Ahmed-i Farûkî
ispritizma : ölülerin ruhlarıyla ilişki kurulabileceğini ileri süren inanış; ruh çağırma
istidat : kàbiliyet, yetenek
istifade : faydalanma
istilâ : kaplama
karîb olma : yakınlaşma
kıyas : karşılaştırma
kudsî : her türlü kusur ve noksandan uzak, kutsal
küre-i arz : yer küre, dünya
mahiyet : temel özellik, nitelik
mazhar : ayna olma, erişme
medâr-ı ahkâm : hükümlerin kaynağı, hüküm koymaya sebep
medyum : gelecekten haber verdiğini iddia eden kimse
misal : benzer, örnek
muhabere : haberleşme
muhalif : aykırı, zıt
nam : ad
nevi : tür, çeşit
nübüvvet : peygamberlik
seyr ü sülûk : hakikatlere ulaşmak için kalp ayağıyla yapılan yolculuk
seyr ü sülûk-u ruhanî : mânevî makamlarda ruhen seyir ve seyahat
terakki : ilerleme
terakkiyat-ı ruhiye : ruhen yükselmeler
tezahür : belirme, görünme
timsal : görüntü, yansıma
vahiy : Cenâb-ı Hak tarafından Cebrail (a.s.) vasıtası ile peygamberlere bildirilen emir ve yasaklar
velâyet : velilik
ziya : ışık
ahkâm : hükümler, esaslar
ahkâm-ı şer’iye : şeriatın hükümleri, esasları
ahkâm-ı şeriat : şeriatın hükümleri, esasları
beyan : açıklama, anlatım
celb-i ervah : ruhları çağırma
cihet : taraf, yön
ecnebî : yabancı
ehl-i tarikat : tarikata mensup olanlar
ehl-i tasavvuf : tasavvuf ehli; kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan kimseler
elzem : çok gerekli olan
ervâh-ı habîse : kötü ruhlar
ervâh-ı tayyibe : temiz ve iyi ruhlar
esasat : esaslar, prensipler
hakikat : esas, doğru, gerçek
ispritizma : ölülerin ruhlarıyla ilişki kurulabileceğini ileri süren inanış; ruh çağırma
izahat : açıklamalar
kâfi : yeterli
lisanen : dille
manyetizma : telkin ve hipnozla bir kimseyi etkileme
meşreb : hareket tarzı, metod
muhabere : haberleşme
muhalif : aykırı, farklı
mü’min : Allah’a ve Ondan gelen her şeye inanan
nâehil : ehil olmayan, işten anlamayan
rüya-yı sadıka : doğru olan rüya
saniyen : ikinci olarak
sofu : tasavvuf mesleğinde olan
su-i istimal : kötüye kullanma
suret : biçim, görünüş
Sünnet-i Seniyye : Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümler, İslâmiyet
tarikat : İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde takip edilen tasavvuf yolu
tasavvuf : kalbi dünyanın fâni işlerinden ayırıp, Allah sevgisi ile bağlayan meslek
telkinat : telkinler
temessül : belirme, görünme
tenkit : eleştiri
Yükleniyor...