(Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî, Samsun’da münteşir Büyük Cihad gazetesinde neşrolup orada muhakemesi görülen bu müdafaayı İstanbul mahkemesinde okumuş ve mahkeme beraatle nihayet bulmuştur.)

Gizli düşmanlarımız bu Ramazan-ı Şerifte, tekrar adliyeyi benim aleyhime sevk ettiler. Mesele de bir gizli komünist komitesiyle alâkadardır.

Birisi, bütün bütün kanun hilâfına olarak, beni tek başımla ve yalnız olarak kırda ve dağda otururken, üç silâhlı jandarma ile bir başçavuş yanıma gönderdiler. “Sen başına şapka giymiyorsun” diye zorla beni karakola getirdiler. Ben de, adaleti hedef tutan bütün adliyelere söylüyorum ki:

Böyle beş vecihle kanunsuzluk edip, kanun namına beş vecihle İslâm kanunlarını kıran adam, hakikî kanunsuzlukla ittiham edilmek lâzım gelirken, onların o acip kanunsuzluğu ve bahanesiyle iki seneden beri vicdanî azap verdiklerinden, elbette mahkeme-i kübrâ-yı haşirde bunun cezasını çekeceklerdir.

Evet, otuz beş senedir münzevî olduğu halde hiç çarşı ve kasabalarda gezmeyen bir adamı, “Sen frenk serpuşunu giymiyorsun” diye ittiham etmeye dünyada hangi kanun müsaade eder? Yirmi sekiz senedenberi beş vilâyet ve beş mahkeme ve beş vilâyetin zabıtaları onun başına ilişmedikleri halde hususan bu defa İstanbul mahkeme-i âdilesinde yüzden ziyade polislerin gözleri önünde, hem iki ayda yaya olarak her yeri gezdiği halde, hiçbir polis ilişmediği ve Mahkeme-i Temyiz “Bere yasak değil” diye karar verdiği, hem bütün kadınlar ve başı açık gezenler ve bütün askerî neferler ve vazifedar memurlar giymeye mecbur olmadıklarından ve giymesinde hiçbir maslahat bulunmadığından ve benim resmî bir vazifem olmadığından -ki resmî bir libastır- bereyi giyenler de mes’ul olmazlar denildiği halde, hususan münzevî ve insanlar arasına girmeyen ve Ramazan-ı Şerifin içinde böyle hilâf-ı kanun en çirkin birşeyle ruhunu meşgul etmemek ve dünyayı hatırına getirmemek için has dostlarıyla dahi görüşmeyen, hattâ şiddetli hasta olduğu halde, ruhu ve kalbi vücuduyla meşgul olmamak için ilâçları almayan ve hekimleri çağırmayan bir adama şapka giydirmek, ecnebî papazlara benzetmek için ona teklif etmek ve adliye eliyle tehdit etmek, elbette zerre kadar vicdanı olan bundan nefret eder.

Meselâ, ona teklif eden demiş: “Ben emir kuluyum.” Cebr-i keyfî kanun ile emir olur mu ki, emir kuluyum desin? Evet, Kur’ân-ı Hakîmde, Yahudi ve Nasranîlere başta benzememek için ona dair âyet olduğu gibi,

يَاۤ اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اَطِيعُوا اللّٰهَ وَاَطِيعُوا الرَّسُولَ وَاُولِى اْلاَمْرِ مِنْكُمْ 1

âyeti ulü’l-emre itaati emreder. Allah ve Resulünün itaatine zıt olmamak şartıyla, o itaatın emir kuluyum diye hareket edebilir. Halbuki bu meselede, an’ane-i İslâmiye kanunları, hastalara şefkatle incitmemek, gariplere şefkat edip incitmemek, Allah için Kur’ân ve ilm-i imanîye hizmet edenlere zahmet vermemek ve incitmemek emrettiği halde, hususan münzevî, dünyayı terk etmiş bir adama ecnebî papazlarının serpuşunu teklif etmek on vecihle değil, yüz vecihle kanuna muhalif ve İslâmın an’anevî kanunlarına karşı bir kanunsuzluktur ve keyfî bir emir hesabına o kudsî kanunları kırmaktır.

Benim gibi kabir kapısında, gayet hasta, gayet ihtiyar, garip, fakir, münzevî, Sünnet-i Seniyeye muhalefet etmemek için otuz beş seneden beri dünyayı terk eden bir adama bu tarz muameleler, kat’iyen şek ve şüphe bırakmadı ki, komünist perdesi altında anarşilik hesabına vatan ve millet ve İslâmiyet ve din aleyhinde müthiş bir suikast eseri olduğu gibi, İslâmiyete ve vatana hizmete niyet eden ve müthiş haricî tahribata karşı cephe alan dindar mebuslar ve Demokratlara dahi büyük bir suikasttır. Dindar mebuslar dikkat etsinler, bu dehşetli suikaste karşı müdafaada beni yalnız bırakmasınlar. HAŞİYE

Ey mübarek müşfik ve muazzez Üstadımız Hazretleri; Bu acip madde ve dinsizlik asrında, nazarlar kısalmış; kalbler, fenalıklar ve kötülüklerle dolmuş. Yalnız ve yalnız, Kur’ân-ı Hakîmin bu zamandaki en hakikî ve kat’î tereşşuhatı olan Risale-i Nur, o kısalmış nazarları, âdeta maddenin ruhuna nüfuz ettiriyor; o kötü kalblerin zindan gibi karanlık olan içini, nurla dolduruyor. Bunun için, bu asra “Nur asrı” denmesi münasiptir.

Risale-i Nur, beşeriyetin bu tamiri imkân olmayan yarasını uhrevî ilâçlarla tedavi ediyor. Risale-i Nur ve onun harika müellifi siz mübarek Üstadımız, binlerce münevver gence halâskârlık vazifenizi yapmış ve yapmaktasınız. Bunun böyle olduğuna imanları kurtarılan bu âcizler canlı şahitleriz. Bu dehşetli asırda, materyalizmi, maddeciliği temelinden yıkan, mason ve komünistlerin bâtıl ideolojilerini bütün ilim ve idrak muvacehesinde zîr ü zeber eden Risale-i Nur, okuyucularına—bu asrın talihli insanlarına—bu dünya ile, hattâ kâinatla bile değişilmez âb-ı hayatı, ebedîlik suyunu, yani beka âleminin bileti olan imanı bahşediyor.

Ey aziz ve mübarek Üstadımız! Bu kadar kıymetli bir hediyeyi bizlere veren siz Üstadımıza ne kadar hürmet ve muhabbet beslesek azdır. Siz kurtarıcı Üstadımızla Risale-i Nur talebeleri arasındaki bağ, ebedî bir bağlılıktır. Bunu hiçbir kuvvet çözemez. Hürmetle mübarek ellerinizden öper, dualarınızı beklerim.

Üniversite Nur talebeleri namına
Siyasal Bilgiler Fakültesinden
Ahmet Atak
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Ey îmân edenler! Allah’a itaat edin; Peygambere ve sizden olan idarecilere de itaat edin.” Nisâ Sûresi, 4:59.
HAŞİYE : Rusun Başkumandanı kasten önünden üç defa geçtiği halde ayağa kalkmayan ve tenezzül etmeyen ve onun idam tehdidine karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza için ona başını eğmeyen; İstanbul’u istilâ eden İngiliz Başkumandanına ve onun vasıtasıyla fetva verenlere karşı, İslâmiyet şerefi için, idam tehdidine beş para ehemmiyet vermeyen ve “Tükürün zâlimlerin o hayâsız yüzüne!” cümlesiyle ve matbuat lisanıyla karşılayan; ve Mustafa Kemal’in elli mebus içinde hiddetine ehemmiyet vermeyip, “Namaz kılmayan haindir” diyen; ve Divan-ı Harb-i Örfî’nin dehşetli suallerine karşı, “Şeriatın tek bir meselesine ruhumu feda etmeye hazırım” deyip dalkavukluk etmeyen; ve yirmi sekiz sene, gâvurlara benzememek için inzivayı ihtiyar eden bir İslâm fedaisi ve hakikat-ı Kur’âniyenin fedakâr hizmetkârına maslahatsız, kanunsuz denilse ki, “Sen Yahudi ve Hıristiyan papazlarına benzeyeceksin, onlar gibi başına şapka giyeceksin, bütün İslâm ulemasının icmaına muhalefet edeceksin; yoksa ceza vereceğiz” denilse, elbette öyle herşeyini hakikat-i Kur’âniyeye feda eden bir adam, değil dünyevî hapis veya ceza ve işkence, belki parça parça bıçakla kesilse, Cehenneme de atılsa, kat’iyen; yüz ruhu da olsa, bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle, feda edecek. Acaba, bu vatan ve dinin gizli düşmanlarının bu eşedd-i zulm-ü nemrudanelerine karşı, manevî pek çok kuvveti bulunan bu fedakârın tahammülü ve maddî kuvvetle ve menfî cihette mukabele etmemesinin hikmeti nedir? İşte bunu size ve umum ehl-i vicdana ilân ediyorum ki, yüzde on zındık dinsizin yüzünden doksan mâsuma zarar gelmemek için, bütün kuvvetiyle dahildeki emniyet ve âsâyişi muhafaza etmek için, Nur dersleriyle herkesin kalbine bir yasakçı bırakmak için Kur’ân-ı Hakîm ona o dersi vermiş. Yoksa bir günde, yirmi sekiz senelik zâlim düşmanlarımdan intikamımı alabilirim. Onun içindir ki, âsâyişi mâsumların hatırı için muhafaza yolunda haysiyetini, şerefini tahkir edenlere karşı müdafaa etmiyor ve diyor ki: “Ben, değil dünyevî hayatı, lüzum olsa âhiret hayatımı da millet-i İslâmiye hesabına feda edeceğim.” Said Nursî
Önceki Risale: ( 98 ) / Sonraki Risale: ( 100 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adalet : her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi
alâkadar : alâkalı, ilgili
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
frenk serpuşu : Avrupalının giydiği külah, şapka
hakikî : asıl, gerçek
haşiye : dipnot
âhiret : öldükten sonraki sonsuz hayat
âsâyiş : emniyet, güven ve huzur
asr : yüzyıl, zaman, çağ
beşeriyet : insanlık
cihet : taraf, yön
Divan-ı Harb-i Örfî : Sıkı Yönetim Mahkemesi
dünyevî : dünya ile ilgili
ehemmiyet verme : önem verme
ehl-i vicdan : vicdan sahipleri, insaf sahipleri
eşedd-i zulm-ü nemrudane : Nemrud gibi çok şiddetli zulmetme
fedâî : değerli şeylerini feda eden
fedakâr : değerli şeylerini verip sıkıntılara göğüs gererek dâvası uğruna sebat eden
fenalık : kötülük, çirkinlik
hain : ihanet eden
hakikat-i Kur’âniye : Kur'ân'ın hakikati, esası
haysiyet : şeref, itibar, değer
hazret : saygıdeğer (saygı ve yüceltme maksadıyla kullanılan bir ifade)
hikmet : sır, gaye, fayda
hizmetkâr : hizmetçi
icma : fikir birliği; bir asırdaki İslâm âlimlerinin herhangi bir mesele üzerinde içtihad ve delile dayanarak varmış oldukları görüş birliği
ihtiyar etme : seçme, isteme, dileme
inziva : dünyayı terkedip bir köşeye çekilme
kat’î : kesin, şüphesiz
kat’iyen : kesinlikle, kesin olarak
Kur’ân-ı Hakîm : hikmetli Kur’ân; her âyet ve sûresinde sayısız hikmetler bulunan Kur’ân
maslahat : fayda, yarar, çıkar
mâsum : suçsuz, günahsız
menfi : olumsuz
millet-i İslâmiye : İslâm milleti, Müslümanlar
muazzez : çok aziz, çok değerli ve şerefli
muhafaza etmek : korumak
muhalefet etme : karşı gelme, aykırı davranma
mukabele etme : karşılık verme
mübarek : hayırlı, bereketli
müdafaa : savunma
münasip : uygun, lâyık
müşfik : şefkatli
nazar : bakış, görüş
Nur asrı : Risale-i Nur asrı; Kur’ân’ın bir tefsiri olarak iman ve Kur'ân hakikatlerini en güzel şekilde açıklayıp gönülleri aydınlatan Risale-i Nur’un her yerde yaygın olarak okunduğu devir, çağ
nüfuz ettirmek : içine işletmek, etkilemek, tesir ettirmek
papaz : Hıristiyan din adamı
şehadet : tanıklık etme, şahit olma
şeriat : Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi, İslâmiyet
tahammül : katlanma, dayanma, sabretme
tahkir etme : hakaret etme, aşağılama
tarihçe-i hayat : hayat tarihi, biyografi
tereşşuhat : sızıntılar
uhrevî : âhiretle ilgili; âhirete imanla ilgili
umum : bütün
zâlim : zulmeden
zındık : dinsiz, inançsız
zindan : hapis
âb-ı hayat : hayat suyu, kan
âciz : güçsüz, zayıf
asır : zaman, çağ, yüzyıl
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
bâtıl : hak olmayan, boş, saçma
beka âlemi : kalıcı ve sürekli olan âlem; âhiret âlemi
ebedî : sonsuz
ebedî : sonu olmayan, sonsuz
halâskâr : kurtarıcı
hürmet : saygı
idrak : anlayış, kavrayış
kâinat : evren, yaratılan her şey
komünist :
muhabbet : sevgi
muvacehesinde : çerçevesinde
mübarek : hayırlı, bereketli
müellif : yazar
münevver : aydın, nurlu
zîr ü zeber etme : alt üst etme, darmadağınık ve param parça etme
hilâf : ters, terslik
hususan : özellikle
içtimaî : sosyal, toplumsal
ihtar edilmek : hatırlatılmak
ittiham etmek : suçlamak
komite : belli bir amaç için bir araya gelen ve faaliyet gösteren topluluk
libas : elbise
mahkeme-i âdile : adliye mahkemesi
mahkeme-i kübrâ-yı haşir : âhirette diriltilerek Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkemede toplanma
Mahkeme-i Temyiz : Temyiz Mahkemesi; Yargıtay
maslahat : amaç, yarar
mücmel : kısa, öz
müdafaa : savunma
münteşir : yayılmış
münzevî : bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, dünyayı mânen terk eden kişi
nefer : asker, er
neşrolmak : yayılmak
nihayet : son
Ramazan-ı Şerif : mübarek Ramazan ayı
sevk etmek : yöneltmek
siyasî : siyasal, siyasete ait
su-i tesir : kötü etki
tabirat : tabirler, ifadeler
tebdil etmek : değiştirmek
vazifedar : görevli
vecih : yön, taraf
zabıta : güvenlik gücü
an’ane-i İslâmiye : İslâmî gelenek
an’anevî : geleneğe ait
cebr-i keyfî : hiçbir hukukî dayanağı olmayan keyfî zorlama
ecnebî : yabancı
haricî : dışa ait
has : özel, çok yakın
haşiye : dipnot
hilâf-ı kanun : kanun dışı
hususan : özellikle
ilm-i imanîye : imana ait ilim
izzet-i İslâmiye : İslâmın izzeti, şeref ve yüceliği
keyfî : isteğe, arzuya göre
kudsî : kutsal
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
mebus : milletvekili
muhalefet etmek : aykırı davranmak, ters düşmek
muhalif : aykırı
münzevî : bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, dünyadan çok âhiret için çalışan kişi
Ramazan-ı Şerif : mübarek Ramazan ayı
Resul : Allah’ın elçisi
serpuş : şapka
Sünnet-i Seniyye : Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
şek : şüphe, zan
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
tenezzül etmek : aşağı seviyeye inmek
ulü’l-emr : idareci, başkan, devlet reisi
vecih : yön, taraf
zerre kadar : çok az, en küçük
âhiret : öldükten sonraki sonsuz hayat
âsâyiş : emniyet ve güven ortamı
cihet : yön
dahil : iç
dalkavukluk : kendisine çıkar ve yarar sağlayacak olan kimselere aşırı bağlılık
dünyevî : dünyaya ait
ehl-i vicdan : vicdan ve merhamet sahibi olanlar
eşedd-i zulm-ü nemrudane : Nemrud’un yaptığı gibi şiddetli zulüm
fedai : bir gaye uğruna canını ve en değerli şeylerini vermeye hazır olan
fetva vermek : bir mesele hakkında ehil olan kimse tarafından dinî hüküm vermek
gâvur : kâfir
hakikat-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın gerçeği, esas mânâsı
hayâsız : utanmaz
haysiyet : itibar, onur
hiddet : öfke
hikmet : amaç, sır, fayda
hizmetkâr : hizmetçi
icma : fikir birliği
ihtiyar : dileme, tercih etme
inziva : yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmama
kat’iyen : kesin olarak
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
maslahatsız : faydasız, gayesiz
mâsum : günahsız, suçsuz
matbuat : basın, medya
mebus : milletvekili
menfî : olumsuz, negatif
millet-i İslâmiye : İslâm milleti
muhafaza : koruma
muhalefet etmek : aykırı davranmak
mukabele etmek : karşılık vermek
müdafaa etmek : savunmak
şehadet : şahitlik
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümler, İslâmiyet
tahkir etmek : hakaret etmek, aşağılamak
tarihçe-i hayat : hayat hikâyesi
ulema : âlimler
zındık : dinsiz
Yükleniyor...