Daimî hizmetinde bulunan Risale-i Nur şakirtleri tarafından edilen bir suale cevaptır.

Sual: Bu kadar zaman hizmetinizde bulunuyoruz. Dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete dair bir alâkanızı, merakınızı görmedik. Daima iman ve âhiret dersinden başka bir meşgalenizi görmüyoruz. Öyle anlamışız ki, bu on sekiz senedir vaziyetiniz böyle imiş. Nedendir ki, Isparta’da hiç birşey yokken memleketi heyecana getirip sizi mahkemeye verdiler? Ve yüz arkadaşınızı, dört ay mahkeme tahkikatı neticesinde dünyayla, siyasetle alâkaya dair hiçbir şey bulamadılar. Yalnız kendilerini ve mahkemelerini ebedî mahcup edecek bir bahane buldular ve yüzden, yalnız beş on adama beş altı ay ceza verdiler.

Hem burada altı seneden ziyade karakolun nezareti ve nazarı altında oturduğun odanın pencereleriyle daima senin her vaziyetin karakolca görüldüğü halde, bundan iki üç ay evvele kadar her vakit gizli, âşikâre seni tarassut, kaç defa taharri etmeleri, dostları senden kaçırmak için tahkikatlarla sana en mühim ve karışık bir siyasetçi gibi bakmaları nedendir? Biz bundan hem müteessir, hem mütehayyiriz. Ancak iki üç aydır yanınıza serbest gelebiliyoruz. Evvel de korkarak, gizli gelebilirdik. Bu meseleyi bize izah et.

Elcevap: Ben de sizin gibi, belki sizden çok ziyade bu vaziyetten hem hayret, hem taaccüp ediyordum. Bu sualinizin izahlı cevabı, Yirmi Yedinci Lem’a olan mahkemeye karşı müdafaat lem’asıyla, On Altıncı Mektup risalesidir. Şimdilik kısaca bir iki esas beyan ediyorum.

Birincisi: Âsâyişi temin ve idare memurları, inzibat polisleri ve komiserleri bize ve mesleğimize karşı değil tevehhümkârâne taarruz ve evhama düşmek, belki himayetkârâne teşvik ve teşci etmek, vazifelerinin muktezasıdır. Çünkü, onların vazifelerinin temel taşı hürmet, merhamet, helâl-haramı bilmekle itaat düsturuyla hayat-ı içtimaiye emniyet dairesinde cereyan edebilir.

Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit, bu esasları temin ediyor. Neticesi de bilfiil görülmüş. Risale-i Nur’un en mühim merkezi Isparta ve Kastamonu olduğundan sair memlekete nispeten, zabıta memurları insafla dikkat etseler, Risale-i Nur’un onlara parlak yardımını görecekler.

Hem talebelerinde bu kadar kesret ve kuvvet ve hak ellerinde bulunduğu halde, âsâyişe hiçbir zararı dokunmadığını ve talebelerden bin adam, on adam kadar hayat-ı içtimaiyeye zarar vermediklerini, kalbi bozuk olmayan görür. Bu meselenin sırr-ı hikmeti budur ki:

Âlem-i insaniyette ve İslâmiyette üç muazzam mesele olan, iman ve şeriat ve hayattır. İçlerinde en muazzamı iman hakikatleri olduğundan, bu hakaik-i imaniye-i Kur’âniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur’ân’ın hakikatleri, dini dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan imanı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risale-i Nur’un has ve sadık talebeleri, gayet şiddet ve nefretle siyasetten kaçıyorlar.

Hattâ sizin bu kardeşiniz -siz de bilirsiniz- bu on sekiz senedir, o kadar muhtaç olduğum halde siyasete, hayat-ı içtimaiyeye temas etmemek için hükûmete karşı birtek müracaatım olmadığını ve bu sekiz dokuz aydır, küre-i arzın bu herc ü mercinden birtek defa ne sual ve ne de merak etmek ve ne de anlamak ve ne de medâr-ı sohbet etmediğimi, hattâ şimdi sulh olmuş mu, harp bitmiş mi, İngiliz ve Alman’dan başka kimler harp ediyor, bilmediğimi biliyorsunuz.

Hem herkesi geveze ve sersem eden ve üç seneden beri odamdan işitilen radyoyu, iki defadan başka ne dinlediğimi ve ne de sorduğumu, benimle beraber olan sizler biliyorsunuz. Bu derece bu vaziyetlere karşı alâkasız ve lâkayt bir adamın tâkip ettiği mesleğe taarruz eden ve evhama düşüp tarassutla sıkıntı veren, ne derece insaftan uzak düştüğünü en insafsız da tasdik eder.

İkinci esas: Ey kardeşlerim, sizler biliyorsunuz ki, bizim mesleğimizde benlik, enaniyet, şan ü şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz. Onu ihsas eden hâlâttan şiddetle ictinap ediyoruz. Elbette, burada, altı yedi sene gözünüzle ve yirmi seneden beri tahkikatınızla anlamışsınız ki, ben şahsıma karşı hürmet ve makam vermek istemiyorum. Sizleri o noktada şiddetle tekdir etmişim. “Benim haddimden fazla mevki vermeyiniz” diye sizden darılıyorum. Yalnız, Kur’ân-ı Hakîmin bu zamanda bir mu’cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur hesabına, ben de onun bir şakirdi olmak haysiyetiyle, ona tasdikkârâne teslimi ve irtibatı, şâkirâne kabul ediyorum. İşte bu derece enaniyetten ve benlikten, şan ü şeref namı altındaki riyakârlıktan kaçmayı düstur-u hareket ittihaz eden adamlara karşı ehl-i hükûmetin, ehl-i idare ve zabıtanın evhama düşmeleri ne kadar mânâsız ve lüzumsuz olduğunu divaneler de anlar.
Said Nursî

• • •
Önceki Risale: ( 99 ) / Sonraki Risale: ( 101 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhiret : öldükten sonraki sonsuz hayat, öteki dünya
alâka : ilgi, bağlantı
âşikâre : açıkça
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
beyan : açıklama, izah
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
ebedî : sonsuz
hayat-ı içtimaiye : toplumsal hayat
hizmet-i Kur’âniye : Kur’ân hizmeti
izah : açıklama
meşgale : meşguliyet, iş
münasebet : bağlantı, ilişki
müşahede : görme, gözlem
müteessir : etkilenmiş, üzüntülü
mütehayyir : şaşkın, hayrete düşmüş
nam : ad
nazar : görüş
nezaret : gözetim
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
sıddık : çok doğru ve sadık
şakirt : talebe, öğrenci
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
taaccüp : hayret etme
taharrî : araştırma, inceleme
tahkikat : araştırmalar
tarassut : gözetleme
umum : hepsi
ziyade : çok
alâkasız : ilgilisiz
âlem-i insaniyet ve İslâmiyet : İslâm ve insanlık dünyası
âsâyiş : emniyet, huzur
bilfiil : fiilen, uygulamada
cereyan : meydana gelme, olma
düstur : kural, prensip
evham : kuruntular, şüpheler
hakaik-i imaniye-i Kur’âniye : iman ve Kur’ân hakikatleri, esasları
hakikat : gerçek, doğru
haram : Allah ve resulü tarafından kesin olarak yasaklanmış şey
has : özel, ait
hayat-ı içtimaiye : toplumsal hayat
helâl : dinen yapılmasına ve yenmesine izin verilen şey
herc ü merc : karışıklık, dağınıklık
himayetkârâne : himaye ederek, koruyarak
hürmet : saygı
İngiliz ve Alman : Avrupa’da yaşayan iki topluluk
inzibat : güvenlik, düzen
itaat : Allah’ın emirlerine uyma, yasaklarından sakınma
kesret : çokluk
kudsî : her türlü kusur ve noksandan uzak
küre-i arz : yer küre, dünya
lâkayt : duyarsız, ilgisiz
medâr-ı sohbet : sohbet sebebi, vesilesi
merhamet : şefkat, acıma, iyilik etme
muazzam : azametli, çok büyük
mukteza : bir şeyin gereği
nazar : görüş
nisbeten : kıyasla, oranla
sadık : bağlı, doğru
sair : diğer, başka
sırr-ı hikmet : hikmet sırrı; gaye, asıl sebep
sulh : barış
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümler, Kur’ân ve sünnet
şiddet-i nefret : nefretin şiddetli olması
taarruz : saldırı
tâbi : bağlı, uyan
temin : sağlama
teşcî : cesaretlendirme, teşvik etme
tevehhümkârâne : vehimlenerek, kuruntuya kapılarak
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
bilhassa : özellikle
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
divane : deli
düstur-u hareket : hareket düsturu, prensibi
ehl-i hükûmet : hükûmetteki görevliler
ehl-i idare ve zabıta : şehir güvenliğini sağlamakla vazifeli bulunan idare, polis
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
enaniyet : ben, benlik
evham : kuruntular, şüpheler
galebe : üstün gelme
hâlât : durumlar, haller
hamd ü senâ : şükür ve övgü
haysiyet : itibar, özellik
hurufat : harfler
hürriyet : serbestlik
ictinap : kaçınma, sakınma
ihsas : hissettirme, hatırlatma
ihtiyat : önlem alma, tedbirli hareket etme
irtibat : bağ, ilişki
ittihaz : edinme, kabul etme
Kur’ân-ı Hakîm : hikmetli Kur’ân; her âyet ve sûresinde sayısız hikmetler bulunan Kur’ân
mahiyet : nitelik, özellik
mu’cize-i maneviye : mânevî mu’cize
musibetzede : belâya, sıkıntıya düşmüş olan kimse
müsadere : yasak bir şeye kanuna uygun olarak el konulması
nam : ad
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
riyakâr : gösterişçi
sebatkâr : sebat eden, kararlılık gösteren
sıddık : çok doğru ve bağlı
şâkirâne : şükrederek
şakird : talebe, öğrenci
şeref : yücelik, büyüklük
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
taarruz : saldırı
tahkikat : araştırmalar
tarassut : gözetleme
tasdik : doğrulama, kabul etme
tasdikkârâne : tasdik ederek, kabul ederek
tekdir : azarlama
tevehhüm : kuruntuya kapılma, olmayan şeyi var zannetme
zalimâne : zâlimcesine, zulmederek
zulümkârâne : zulmederek
âmin : “Allah’ım kabul eyle”
Âyetü’l-Kübrâ : en büyük delil anlamına gelen Risale-i Nur’da bir bölüm; Yedinci Şua
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
beraat : temize çıkma, kurtulma
bilhassa : özellikle
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cihet : yön, taraf
dostâne : dostça
düşmanâne : düşmanca
ebeden : sonsuza kadar
evvelâ : ilk önce, birinci olarak
fevkalâde : olağanüstü, çok güzel
fütuhat : fetihler, zaferler
galebe çalan : üstün gelen
galebe : üstün gelme
has : özel
hâtime : son
hulûl : girme, içeri sızma
hususan : özellikle
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
intişar : yayılma
ism-i Adl ve Hakem : Allah’ın haklıyı haksızdan ayırıp her hakkı yerine getirdiğini ve herbir şey hakkında adaletle küllî hüküm verdiğini bildiren isimleri
kat’iyet : kesinlik
kesb : kazanma
lem’a : parıltı
leyle-i Regaib : Regaip Kandili; Hicrî aylardan olan Recep ayının, ilk Cuma gecesi
mânen : mânevî olarak
memuriyet : memurluk
meşgale : meşguliyet, iş
metanet : sağlamlık, kararlılık
mevkıf : bölüm, kısım
musibetzede : belâya, sıkıntıya düşmüş olan kimse
nevi : tür
nükte : bir söz veya ibareden özel bir dikkatle çıkartılan ince mânânın yer aldığı bölüm
ömr-ü mânevî : mânevî ömür
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
sadakat : bağlılık, sebat
saniyen : ikinci olarak
sıddık : çok doğru ve sadık
şuhur-u selâse-i mübareke : mübarek üç aylar
taarruz : saldırı
Tabiat Lem’ası : Yirmi Üçüncü Lem’a
terfîan : yükselerek, terfi ederek
tesanüd : dayanışma
Tesettür Risalesi : örtünmeyle ilgili risale; Yirmi Dördüncü Lem’a
tesirli : etkili
tevakkuf : durma, duraklama
tevkif : tutuklama
vakıa : olay
zâlim : zulmeden, haksızlık eden
zemin hazırlamak : yer hazırlamak, ortam oluşturmak
Yükleniyor...