Aziz, sıddık kardeşlerim; Bu Ramazan-ı Şerifte âfâka bakmamak ve dünyayı unutmaya çok muhtaç olduğum halde, maattessüf, dünyaya ara sıra bakmaya bizi mecbur ediyorlar. İnşaallah, bu bakmakta niyetimiz hizmet-i imaniye olduğundan, o da bir nevi ibadet sayılır.

Evet, size iliştikleri gibi, bize de ayrı ayrı suretlerde tecavüzlerini ihsas ediyorlar. Fakat, Cenâb-ı Hakka şükür ki, onların tecavüzleri, aksülâmel nev’inde, Risale-i Nur’un fütuhatına yardım ediyor. İstanbul’daki ihtiyar adamın itirazı münasebetiyle kahraman Nazif yazıyor ki, o itiraz, Risale-i Nur’un İstanbul’da fütuhat yapmaya ve parlamaya vesile oldu. Ve bize karşı başka cihetlerde küçücük tecavüzler de öyle netice veriyor. Fakat şimdi, biçare bazı hocaları ve sofuları Risale-i Nur’a karşı bir çekinmek, bir soğukluk vermek için hiç hatıra gelmeyen bir vesileyi bulmuşlar. Şöyle ki:

Diyorlar: “Said yanında başka kitapları bulundurmuyor; demek onları beğenmiyor. Ve İmam-ı Gazâlî’yi de (r.a.) tam beğenmiyor ki, eserlerini yanına getirmiyor.”

İşte bu acip, mânâsız sözlerle bir bulantı veriyorlar. Bu nevi hileleri yapan, perde altında ehl-i zındıkadır; fakat, safdil hocaları ve bazı sofuları vasıta yapıyorlar.

Buna karşı deriz ki: Hâşâ, yüz defa hâşâ! Risale-i Nur ve şakirtlerinin bir üstadı olan Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazalî ve beni Hazret-i Ali ile bağlayan yegâne üstadımı beğenmemek değil, belki bütün kuvvetleriyle onların takip ettiği mesleği ehl-i dalâletin hücumundan kurtarmak ve muhafaza etmektir.

Fakat, onların zamanında bu dehşetli zındıka hücumu, erkân-ı imaniyeyi sarsmıyordu. O muhakkik ve allâme ve müçtehid zâtların asırlarına göre münazara-i ilmiyede ve diniyede istimal ettikleri silâhlar hem geç elde edilir, hem bu zaman düşmanlarına birden galebe edemediğinden, Risale-i Nur Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyandan hem çabuk, hem keskin, hem tam düşmanların başını dağıtacak silâhları bulduğu için, o mübarek ve kudsî zâtların tezgâhlarına müracaat etmiyor. Çünkü, umum onların mercileri ve menbâları ve üstadları olan Kur’ân, Risale-i Nur’a tam mükemmel bir üstad olmuştur. Ve hem vakit dar, hem bizler az olduğumuz için vakit bulamıyoruz ki, o nuranî eserlerden de istifade etsek.

Hem Risale-i Nur şakirtlerinin yüz mislinden ziyade zâtlar, o kitaplarla meşguldürler ve o vazifeyi yapıyorlar. Biz de o vazifeyi onlara bırakmışız. Yoksa -hâşâ ve kellâ- o kudsî üstadlarımızın mübarek eserlerini ruh u canımız kadar severiz. Fakat herbirimizin birer kafası, birer eli, birer dili var; karşımızda da binler mütecaviz var; vaktimiz dar. En son silâh, mitralyoz gibi Risale-i Nur burhanlarını gördüğümüzden, mecburiyetle ona sarılıp iktifa ediyoruz.

Lâtif bir tevafuk:

Bu mektubu, başta 1 بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقاَئِقِ شَهْرِ رَمَضَانَ deyip, müteaddit işler meydana geldi, daha yazamadık; tâ, mübarek Âtıf’ın mübarek mektubu geldi, başında بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقاَئِقِ شَهْرِ رَمَضَانَ kelimeleri mektubumuzun başına tevafuk etmek için bizi beklettirdi. O kerametkâr kalemiyle bu memlekete evvelce gönderdiği parlak yazıları Risale-i Nur’u, bu havalide imdadımıza göndermek niyeti, pek büyük bir hizmet-i Nuriye olarak, bir fedakârlıktır; fakat kendine de çok lâzımdır.

Şimdiden, buradaki Risale-i Nur şakirtleri namına ona binler teşekkür ve o hizmette onu tebrik ediyoruz. Ve onun kerametli kalemi, cazibedar esrar-ı tevafukiyeden yüzünü çevirip doğrudan doğruya Risale-i Nur’un neşrine sarılması, bizi çok minnettar ve mesrur eyledi. Cenâb-ı Hak, onun gibi hâlis, muhlis talebeleri çoğaltsın. Âmin.

Mektuplarınızda ara sıra Sıddık Süleyman’ın, eski zamanda hararetli sadakati ve alâkadarlığı ve kuvvetli şakirtliğiyle bahsi geçiyor. O zât, ben ölünceye kadar onun sadakati ve selâmet-i kalbini ve bana ve Risale-i Nur’a hâlisâne hizmetini unutamıyorum.
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Ramazan ayının dakikalarının âşireleri adedince.
Önceki Risale: ( 113 ) / Sonraki Risale: ( 115 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âfâk : insanın dışındaki dünya
aksülamel : ters tepki; yapılanın ters sonucu
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
bâki : geriye kalan
biçare : çaresiz
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cihet : yön, taraf
delil-i zahir : görünen, belli olan delil
emr-i azîm : büyük iş
emsal : benzerler, örnekler
fevkalâde : olağanüstü, çok yüksek
fütuhat : fetihler, zaferler
hat : yazı
hizmet-i imaniye : iman hizmeti
hususan : özellikle
ihsas : hissettirme, hatırlatma
inşaallah : Allah’ın izniyle
kerametli : keramet sahibi
Kur’ân-ı Hakîm : hikmetli Kur’ân; her âyet ve sûresinde sayısız hikmetler bulunan Kur’ân
maattessüf : ne yazık ki
matbu : basılmış, basılan
mu’cizat : mu’cizeler
münasebet : bağlantı, ilişki
nevi : tür, çeşit
Ramazan-ı Şerif : şerefli Ramazan ayı
sıddık : çok doğru ve sadık
suret : biçim, şekil
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
tab’ : baskı, basma
tecavüz : haddi aşma, ileri gitme
umum : herkes
virdü’l-âzam-ı Kur’ânî : Kur’ân’ın büyük virdi, Kur’ân duaları
zuhura gelme : meydana gelme, ortaya çıkma
acip : hayrette bırakıcı, hayranlık verici
allâme : büyük âlim
burhan : güçlü delil, kanıt
dehşetli : korkunç, ürkütücü
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ehl-i zındıka : dinsizler
erkân-ı imaniye : iman rükünleri, temel esasları
galebe : üstün gelme
haşâ ve kellâ : asla ve asla, kesinlikle öyle değil
hâşâ : asla, kesinlikle öyle değil
Hüccetü’l-İslâm : döneminde Yunan felsefesine karşı İslâm hakikatlerini müdafaa eden İslâmın delili mânâsında İmam-ı Gazâlî’nin ünvanı
iktifa : yetinme
istifade : faydalanma, yararlanma
istimal : kullanma
kudsî : her türlü kusur ve noksandan uzak; kutsal
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan : açıklamalarıyla ve anlatımıyla mu’cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
menbâ : kaynak
merci : kaynak, başvurulacak yer
misl : benzer
mitralyöz : makineli tüfek
muhafaza : koruma
muhakkik : gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen âlimler
mübarek : bereketli, hayırlı
müçtehid : âyet ve hadisler başta olmak üzere diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kabiliyetine sahip olan
münazara-i ilmiye ve diniye : dinî ve ilmî münazara, tartışma
müracaat : başvuru
mütecaviz : saldırgan, haddi aşan
nevi : tür
nurânî : nurlu, parlak
ruh u can : ruh ve can; bütün içtenlikle
safdil : saf kalbli, kolay aldanan
sofu : Tasavvuf ehli
şakirt : talebe, öğrenci
tezgâh : iş yeri
umum : bütün
üstad : hoca
yegâne : tek, eşsiz
zındıka : dinsizlik, inançsızlık
ziyade : çok, fazla
alâkadar : ilgili olma
âmin : “Allah’ım kabul eyle”
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
cazibedar : cazibeli, çekici
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cihet : yön, taraf
esrar-ı tevafukiye : tevafukun, uygunluğun sırları
hakikî : asıl, gerçek
hâlis : samimi, içten
hâlisâne : ihlâslı bir şekilde, karşılık beklemeksizin
hararetli : coşkulu
havali : çevre, civar
hizmet-i Kur’âniye : Kur’ân hizmeti
hizmet-i Nuriye : Nur hizmeti
İhlâs Lem’ası : Yirminci Lem’a
ihtar : hatırlatma, ikaz
imdat : yardım
intişar : yayılma
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarında görünen olağanüstü hâl ve fiil
kerametkâr : keramet gösteren
lâtif : ince, güzel, hoş
mesrur : sevinçli, mutlu
minnettar : iyilik yapan birisine karşı duyulan teşekkür hissi
muhlis : samimi, ihlâslı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözeten
mübarek : bereketli, hayırlı
münasebet : bağlantı, ilişki
müstesnâ : seçkin, benzeri olmayan
müteaddit : çeşitli
nam : ad
neşr : yayma, yayılma
nüsha : kopya
riya : gösteriş
sadakat : bağlılık, sebat
selâmet-i kalb : kalp huzuru, rahatlığı
sıddık : çok doğru ve sadık
şakirt : talebe, öğrenci
tevafuk : denk gelme, uygunluk
Yükleniyor...