2 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ1 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَداً دَاۤئِمًا 3

Aziz, sıddık, müstakim kardeşlerim; Gayet ciddî bir ihtarla bir hakikati beyan etmeye lüzum var. Şöyle ki:

4 لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ sırrıyla, ehl-i velâyet, gaybî olan şeyleri, bildirilmezse bilmezler. En büyük bir velî dahi, hasmının hakikî halini bilmedikleri için, haksız olarak mübareze etmesini Aşere-i Mübeşşerenin mabeynindeki muharebe gösteriyor. Demek, iki veli, iki ehl-i hakikat birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Meğer, bütün bütün zâhir-i şeriate muhalif ve hatâsı zahir bir içtihadla hareket edilmiş ola.

Bu sırra binaen 5 وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ deki ulüvv-ü cenab düsturuna ittibaen ve avâm-ı mü’minînin şeyhlerine karşı hüsn-ü zanlarını kırmamakla, imanlarını sarsılmadan muhafaza etmek ve Risale-i Nur’un erkânlarının haksız itirazlara karşı haklı, fakat zararlı hiddetlerinden kurtarmak lüzumuna binaen; ve ehl-i ilhadın iki taife-i ehl-i hakkın mabeynindeki husumetten istifade ederek, birinin silâhıyla, itirazıyla ötekini cerh edip ve ötekinin delilleriyle berikini çürütüp ikisini de yere vurmak ve çürütmekten içtinaben, Risale-i Nur şakirtleri, bu mezkûr dört esasa binaen, muarızlara hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i bilmisille karşılamamalı. Yalnız kendilerini müdafaa için musalahakârâne, medâr-ı itiraz noktaları izah etmek ve cevap vermek gerektir.

Çünkü bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti miktarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip bozmuyor, kendini mazur biliyor; ondan nizâ çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder; ehl-i dalâlet istifade ediyor.

İstanbul’da malûm itiraz hâdisesi ima ediyor ki, ileride, meşrebini çok beğenen bazı zâtlar ve hodgâm bazı sofi-meşrepler ve nefs-i emmaresini tam öldürmeyen ve hubb-u cah vartasından kurtulmayan bazı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Risale-i Nur’a ve şakirtlerine karşı kendi meşreplerini ve mesleklerinin revacını ve etbâlarının hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler; belki dehşetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle hadiselerin vukuunda, bizlere, itidâl-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerektir.

Fâş etmek hatırıma gelmeyen bir sırrı, fâş etmeye mecbur oldum. Şöyle ki:

Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı mânevîsi “Ferid” makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlakayla Hicaz’da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor. Ben, eskide, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Âzam’da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, “Ferdiyet” dahi bulunduğundan, âhirzamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o Ferdiyet makamının mazharıdır. Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azime binaen Mekke-i Mükerremede dahi—farz-ı muhal olarak—Risale-i Nur’un aleyhinde bir itiraz kutb-u âzamdan dahi gelse, Risale-i Nur şakirtleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u âzamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telâkki edip, teveccühünü de kazanmak için, medâr-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir.

Evet kardeşlerim; bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsacak hâdiseler içinde hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak gerektir.

6 يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى اْلاٰخِرَةِ âyetinin sırr-ı işarîsiyle, âhireti bildikleri ve iman ettikleri halde dünyayı âhirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi bâki bir elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ve âkıbeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman sâfi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı, bir musibetidir. O musibet sırrıyla, hakikî mü’minler dahi bazan ehl-i dalâlete taraftar olmak gibi dehşetli hatâda bulunuyorlar. Cenâb-ı Hak, ehl-i imanı ve Risale-i Nur şakirtlerini bu musibetlerin şerrinden muhafaza eylesin. Âmin.
Said Nursî

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
3 : Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebediyen, dâima üzerinize olsun.
4 : Gaybı Allah’tan başkası bilemez.
5 : “Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenler...” Âl-i İmrân Sûresi, 3:134.
6 : “Onlar dünya hayatını seve seve âhirete tercih ederler.” İbrahim Sûresi, 14:3.
Önceki Risale: ( 119 ) / Sonraki Risale: ( 121 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

Aşere-i Mübeşşere : Peygamberimizin (a.s.m.) hayatta iken Cennet ile müjdelediği on Sahabi
avâm-ı mü’minîn : okuyup yazması, ilim ve irfanı az olan mü’minler
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
beyan : açıklama, izah
binaen : -dayanarak
cerh : yaralama
düstur : kâide, kural
ehl-i hakikat : hak ve doğruluk üzere olan kimseler
ehl-i ilhad : imansız kimseler, dinsizler
ehl-i velâyet : velâyet makamında olanlar, velî kullar
erkân : rükünler; bir topluluğun en önemli üyeleri
gaybî : bilinmeyen, gayb âlemine ait
hakikat : asıl, esas
hakikî : asıl, gerçek
hasm : düşman
hiddet : öfke, kızgınlık
husumet : düşmanlık
hüsn-ü zan : güzel zanda bulunma
içtihad : dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur’ân ve hadisten hüküm çıkarma
içtinaben : sakınarak, kaçınarak
ihtar : hatırlatma, ikaz
istifade : faydalanma, yararlanma
ittibaen : uyarak
mabeyn : ara
makam : derece
mezkûr : anılan, sözü geçen
muarız : karşı gelen
muhafaza : koruma
muhalif : aykırı, zıt
muharebe : harp, savaş
mübareze : karşı koyma
müstakim : doğru yolda olan
sıddık : çok doğru ve sadık
sukut : düşme
şakirt : talebe, öğrenci
şeyh : tarikat dersi veren mânevî lider, mürşid
taife-i ehl-i hak : hak ve doğru yolda olan kimseler
tehevvür : korkusuzca, sonunu düşünmeden âniden karar verme
ulüvv-ü cenab : cömertlik, büyüklük
zâhir : açık, gözle görülür
zahir-i şeriat : şeriatın görünürdeki yönü
adavet : düşmanlık
âhirzaman : dünya hayatının kıyamete yakın son devresi
çürütme : bir düşüncenin, bir davanın boşluğunu, anlamsızlığını ortaya koyma
dehşetli : korkunç, ürkütücü
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ehl-i hak : hak ve doğru yolda olan kimseler
ehl-i irşad : irşad eden, doğru yola sevk eden
ekseriyet-i mutlaka : çoğunluk
enaniyet : ben, benlik
etbâ : tabi olanlar, uyanlar
fâş : meydana çıkarma, açığa vurma
ferdiyet : teklik; doğrudan Kur’ân ve sünnete dayanarak velilik mertebesine yükselme
ferid : tek, eşsiz, üstün
gavsiyet : evliyaların başı olma, velilik mertebelerinde yüksek bir makamda olma; en büyük yardım etme makamı
has : özel
hodgâm : kendi keyfini düşünen, bencil
hubb-u cah : makam, mevki sevgisi
hususî : özel
hüsn-ü teveccüh : güzel alâka, ilgi
iki imam : her dönemde bulunan ve manevî açıdan önderlik konumunda bulunan iki şahıs
ima : işaret
istifade : faydalanma, yararlanma
itidâl-i dem : kızgınlığa mağlup olmayış, soğukkanlılık
izah : açıklama
kamet : boy
kutb : kutup; Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük evliyalardan zamanın en büyük mürşidi
kutbiyet : kutupluk, kutup mertebesine erme hâli
kutb-u âzam : en büyük kutup; bir çok Müslüman’ın kendisine bağlandığı büyük evliyadan olan zamanın en büyük yol göstericisi
malûm : bilinen, belli
mazhar : erişme, nail olma
mazur : özürlü, mazeretli
medâr-ı itiraz : itiraz etmeye sebep
meslek : hizmet yolu, ekolü
meşrep : mânevî haz ve feyiz alınan yol; usül, metod
muarız : karşı gelen
muhafaza : koruma
mukabele : karşılık verme
mukabele-i bilmisil : misliyle, aynısıyla karşılık verme
musalahakârâne : barışçıl bir şekilde
müdafaa : savunma
nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
nizâ : kavga, uyuşmazlık
revac : kıymet, değer
rüesa : reisler, başkanlar
sofi-meşrep : tasavvuf ve tarikat tarzını esas alan
şahs-ı mânevî : mânevî şahıs, tüzel kişilik; belli bir ideal ve gaye etrafında bir araya gelen topluluğun oluşturduğu mânevî şahsiyet ve ortak kimlik
şakirt : talebe, öğrenci
taife : grup, topluluk
tasarruf : kullanım
temsil : birinin veya bir topluluğun adına davranma
varta : tehlike
vuku : meydana gelme
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
akıbet : netice, son
âmin : “Allah’ım kabul eyle”
bâki : devamlı, kalıcı, ölümsüz
batman : eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
binaen : -dayanarak
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
cereyan : hareket, akım
cihan : dünya
dehşetli : korkunç, ürkütücü
dirhem : eskiden kullanılan ve yaklaşık 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapanlar
ehl-i iman : Allah’a ve Onun bildirdiği her şeye inanan kimseler
farz-ı muhal : olmayacak birşeyi olacakmış gibi düşünme, varsayım
ferdiyet makamı : teklik; doğrudan Kur’ân ve sünnete dayanarak velilik mertebesine yükselme makamı
hadsiz : sonsuz, sınırsız
hakikî : asıl, gerçek
hissiyat : duygular, hisler
iltifat : iyilik ve güzellikle davranış
itidâl-i dem : kızgınlığa mağlup olmayış, soğukkanlılık
izah : açıklama
kutb-u âzam : en büyük kutup; bir çok Müslümanın kendisine bağlandığı büyük evliyadan zamanın en büyük yol göstericisi
maraz : hastalık
mazhar : nail olma, erişme
medâr-ı itiraz : itiraz sebebi, kaynağı
Mekke-i Mükerreme : aziz, mukaddes Mekke şehri
metanet : sağlamlık, kararlılık
muhafaza : koruma
musibet : belâ, felaket
mübarek : bereketli, hayırlı
nihayetsiz : sınırsız, sonsuz
rıza : memnuniyet
sâfi : arınmış, temiz
sırr-ı azîm : büyük sır
sırr-ı işarî : işaret edilen sır
suret : biçim, şekil
şakirt : talebe, öğrenci
şer : kötülük
telâkki : anlama, kabul etme
teveccüh : değer verme, ilgi gösterme
Yükleniyor...