بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1

Aziz kardeşlerim; Bu defa mektup yerinde bu meyveyi gönderiyoruz.

Karadağ’ın bir meyvesi


Bir âyetin mânâ-yı işârîsinin külliyetinden bir ferdi, Hürriyetten bu ana kadardır.

Teşrin-i Sâni otuzuncu gün, bin üç yüz elli sekizde, Karadağ başına yalnız çıkıyordum. “İnsanların, hususan Müslümanların bu teselsül eden helâketleri ve hasaretleri ne vakitten başladı, ne vakte kadar devam eder?” hatıra geldi. Birden, her müşkülümü halleden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan Sûre-i Ve’l-Asri’yi karşıma çıkardı. Dedi: “Bak.” Baktım. Her asra hitap ettiği gibi, bu asrımıza daha ziyade bakan 2 وَالْعَصْرِ - اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ âyetindeki اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ (şedde ve tenvin sayılır) makam-ı cifrîsi bin üç yüz yirmi dört edip (1324), Hürriyet inkılâbıyla başlayan tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve İtalyan harpleri ve Birinci Harb-i Umumî mağlûbiyetleri ve dehşetli muahedeleri ve şeair-i İslâmiyenin sarsılmaları ve bu memleketin zelzeleleri ve yangınları ve İkinci Harb-i Umumînin zemin yüzünde fırtınaları gibi, semavî ve arzî musibetlerle hasâret-i insaniyeyle اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ âyetinin bu asra dahi bir hakikati, maddeten aynı tarihiyle gösterip, bir lem’a-i i’câzını gösteriyor. 3 اِلاَّ الَّذِينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ âhirdeki ﻫ , ت sayılır.

Şedde sayılır ise, makam-ı cifrîsi bin üç yüz elli sekiz ve dokuz olan bu senenin ve gelecek senenin aynı tarihini göstermekle o hasâretlerden, bâhusus mânevî hasâretlerden kurtulmanın çare-i yegânesi iman ve a’mâl-i saliha olduğu gibi ve mefhum-u muhalifiyle, o hasâretin de sebeb-i yegânesi küfür ve küfran, şükürsüzlük, yani imansızlık, fısk ve sefahet olduğunu gösterdi. Sûre-i Ve’l-Asri’nin azametini ve kudsiyetini ve kısalığıyla beraber gayet geniş ve uzun hakaikin hazinesi olduğunu tasdik ederek Cenâb-ı Hakka şükrettik.

Evet, âlem-i İslâmın, bu asrın en büyük hasâreti olan bu dehşetli İkinci Harb-i Umumîden kurtulmasının sebebi, Kur’ân’dan gelen iman ve a’mâl-i saliha olduğu gibi; fakirlere gelen acı, açlık ve kahtın sebebi dahi, orucun tatlı açlığını çekmedikleri ve zenginlere gelen hasâret ve zayiatın sebebi de, zekât yerinde ihtikâr etmeleridir. Ve Anadolu’nun bir meydan-ı harp olmamasının sebebi, 4 اِلاَّ الَّذِينَ اٰمَنُوا kelime-i kudsiyesinin hakikatini fevkalâde bir surette yüz bin insanın kalblerine tahkikî bir tarzda ders veren Risale-i Nur olduğunu, pek çok emareler ve şakirtlerinden binler ehl-i hakikat ve dikkatin kanaatleri ispat eder.

Ezcümle: Emarelerden biri, Risale-i Nur’a sıkıntı veren, veyahut hizmetinden çekilen pek çok adamların tokat yemeleri gibi, bu sene, bu memleketin etrafında umumî bir tarzda Risale-i Nur’un intişarına sıkıntı verip şimdiki bir nevi tevakkuf devresi vermek hatâsıyla, şimdiki umumî sıkıntının bir sebebi olduğunu göstermesidir.

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : “Yemin olsun Asra. İnsan muhakkak hüsrandadır.” Asr Sûresi, 103:1-2.
3 : “Ancak îmân eden ve güzel işler yapanlar müstesnâ.” Asr Sûresi, 103:3.
4 : “İman edenler müstesna.” Asr Sûresi, 103:3.
Önceki Risale: ( 125 ) / Sonraki Risale: ( 127 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhir : son
arzî : yerden gelen
asr : yüzyıl
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
dehşetli : korkunç, ürkütücü
hakikat : asıl, esas
hasaret : zarar, ziyan
hasâret-i insaniye : insanın zararı
helâket : mahvolma, yok oluş
hususan : bilhassa, özellikle
Hürriyet/Hürriyet inkılâbı : 1908’de II. Meşrutiyetin ilânı ile birlikte gerçekleşen serbestlik
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan : açıklamalarıyla ve anlatımıyla mu’cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
külliyet : bütünlük, kapsamlılık
lem’a-i i’caz : mu’cizelik parıltısı
mağlûbiyet : yenilgi
makam-ı cifrî : cifre göre derece
mânâ-yı işârî : işaret edilen mânâ
muahede : andlaşma
musibet : belâ, felaket
müşkül : zorluk, engel
semâvî : gökten gelen
Sûre-i Ve’l-Asri : Kur’ân-ı Kerim’in 103. sûresi
şeair-i İslâmiye : İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler
şedde : Arapça’da iki sessiz harfin yanyana olması
tebeddül-ü saltanat : saltanatın değişmesi
tenvin : Arapça gramerde bir kelimenin sonunu nun gibi okutmak üzere konulan işaret; kelimenin sonuna iki üstün (en), iki esre (in), iki ötre (ün) gelmesi hâli
teselsül : zincirleme devam etme, ard arda gelme
Teşrin-i Sâni : Kasım ayı
zelzele : deprem, sarsıntı
zemin : yer
ziyade : çok, fazla
a’mâl-i saliha : dinin emir ve yasaklarına uygun davranışlar
âlem-i İslâm : İslâm âlemi, dünyası
asr : yüzyıl
azamet : büyüklük, yücelik
bâhusus : özellikle
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
çare-i yegâne : tek çare
dehşetli : korkunç, ürkütücü
ehl-i hakikat : hak ve doğruluk üzere olan kimseler
emare : belirti, işaret
ezcümle : meselâ, bu cümleden
fevkalâde : olağanüstü, çok güzel
fısk : günah, günahkârlık
hakaik : gerçek mahiyetler, asıl ve esaslar
hakikat : asıl, esas
hasâret : zarar, kayıp
ihtikâr : vurgunculuk; fazladan kazanç sağlamak amacıyla, hayat için zaruri olan ihtiyaç maddelerini satın alıp fiyatı artsın diye bir süre saklama
intişar : yayılma
kaht : kıtlık
kelime-i kudsiye : kutsal kelime
kudsiyet : kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallık
küfran : iyilik bilmeme, nankörlük
küfür : inkâr ve inançsızlık
makam-ı cifrî : cifre göre derece
mefhum-u muhalif : bir sözün ters mânâsı, zıt anlam
meydan-ı harp : savaş meydanı
nevi : tür
sebeb-i yegâne : tek sebep
sefahet : yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük, beyinsizce davranış, budalalık
Sûre-i Ve’l-Asri : Kur’ân-ı Kerimin 103. sûresi
suret : biçim, şekil
şakirt : talebe, öğrenci
şedde : Arapça’da iki sessiz harfin yanyana olması
şükr : teşekkür, övgü
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
tahkikî : doğruluğunu araştırarak, araştırmaya dayanan
tasdik : doğrulama, kabul etme
tevakkuf : durma, duraklama
umumî : genel
zayiat : kayıplar
Yükleniyor...