Kardeşlerim; Size lâtif bir hikâye: Bir zaman, Barla’da bir zât, ağaçtan bir kutuda, cevizli bir tatlı bana göndermişti. Mukabilini verdiğim o bir buçuk kilo lokmalardan hergün altışar tane ben kendim yerdim ve bazan o kadar ve daha ziyade başkalara teberrük olarak verirdim. Sıddık Süleyman bu hâdiseyi belki tahattur eder. Bir aydan ziyade devam etti. Sonra, merhum Galip Beyle hesap ettik, onun beş altı misli bereket içinde olduğuna kanaatimiz geldi. Ben o vakit dedim: “Bu zâtta ehemmiyetli bir bereket, bir ihlâs var.”

Şimdi tahmin ve tahatttur ediyorum ki, o zât Hacı Hâfız imiş. O acip bereketin şimdi sırrı çıkmış. 1 اَلْحَمْدُ ِللّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

Nur fabrikasının sahibi Hâfız Ali’nin ve mübareklerin köyleri ortasında, duada, Sav Köyü mevki almış. Tam bir senedir ahyâ yüzünden emvat dahi hisse alıyorlar.

Risaletü’n-Nur’un hizmetinde ekser şakirtleri birer nevi keramet ve ikram-ı İlâhî hissettikleri gibi, bu âciz kardeşiniz çok muhtaç olduğu için, çok nevilerini ve çeşitlerini hissediyorum. Ve bu sıralarda bu havalideki şakirtler, yeminle itiraf ediyoruz ki, “Biz Nurun hizmetinde çalıştıkça hem maişetçe, hem istirahat-i kalbce bir genişlik, bir ferah zahir bir surette hissediyoruz.” Ben kendimce o kadar hissediyorum ki, nefis ve şeytanım dahi o bedâhete karşı hayret ederek sustular.

Biliniz ki, bir seneden ziyadedir, ben duada, Risaletü’n-Nur’un şakirtlerinin risalelerle alâkadar olan ezvaç ve evlât ve valideynlerini dahi dahil ediyorum. Bunun bir sebebi, başta Sabri olarak, orada burada bazı zâtlar, çoluk ve çocuklarıyla daireye girmeleridir.

Adalet-i İlâhiye, İslâmiyete ihanet eden mimsiz medeniyete öyle bir azâb-ı mânevî vermiş ki, bedevîliğin ve vahşîliğin derecesinden çok aşağıya düşürtmüş. Avrupa’nın ve İngilizin yüz sene ezvâk-ı medeniyesini ve terakkî ve tasallut ve hâkimiyetin lezzetlerini hiçe indiren mütemadî korku ve dehşet ve telâş ve buhran yağdıran bombaları başlarına musallat etmiş.

İşte böyle bir zamanda en lüzumlu, en ehemmiyetli, en birinci vazife imanı kurtarmak olduğundan, bu zamana ve bu seneye bakan beşâret-i Kur’âniye ve 2 فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاۤءُ 3 فَضْلاً كَبِيرًا âyetlerin müjdesi en büyük bir fütuhat suretinde Risaletü’n-Nur’un mânevî fütuhat-ı imaniyesini gösteriyor.

Evet, bir adamın imanı, ebedî ve dünya kadar bir mülk-ü bâkinin anahtarı ve nurudur. Öyleyse, imanı tehlikeye mâruz her adama, bütün küre-i arzın saltanatından daha fâideli bir saltanat, bir fütuhat kazandıran Risaletü’n-Nur, elbette bu âyetlerin, bu asırda, bu beşaretlerinin kastî bir medâr-ı nazarlarıdır.

Nur ve gül fabrikalarının hademe ve sahipleri, insanın başında iki göz gibidir; zâhiren ikidir, fakat bir görürler. Ahvel (şaşı) gözlü, iki görür. Lillâhilhamd bu iki cereyan-ı nuranî kemâl-i ittihaddadırlar.
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Allah’a hamd olsun. Bu Rabbimin ihsânıdır.
2 : “Pek büyük bir lûtuf ve ihsan.” Ahzâb Sûresi, 33:47.
3 : “Bu Allah’ın bir lûtfudur ki dilediğine verir.” Mâide Sûresi, 5:54.
Önceki Risale: ( 15 ) / Sonraki Risale: ( 17 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz, kuvvetsiz
âmin : “Allah’ım kabul eyle”
aziz : izzetli, çok değerli, saygın
dostâne : dostça
ebeden : devamlı olarak, sonsuza kadar
ecel : ölüm zamanı
fedakâr : kendini bir hizmete adayan; davası uğrunda değerli şeylerini gözden çıkarabilen
feth : açma, gönülleri hakikatlere açma
hadsiz : sonsuz, sınırsız
Hâlık-ı Rahîm : Merhametli Yaratıcı; sonsuz merhamet ve şefkat sahibi ve herşeyin yaratıcısı olan Allah
hâlis : ihlâslı, içten, samimi
iktidar : kuvvet, güç
inşirah : ferahlanma, sevinme
kamet : boy, endam
kıymettar : kıymetli, değerli
lâtif : ince, hoş, güzel
mâşaallah : Allah dilemiş ve ne güzel yapmış ve Allah nazardan saklasın gibi anlamlara gelen ve beğeniyi ifade etmek için kullanılan bir söz
medâr-ı teessüf : üzüntü sebebi
mevt : ölüm
muavenet : yardımlaşma
mukabil : karşılık
murassâ : süslenmiş
muvaffakiyet : başarı
mübarek : hayırlı, değerli
mütehayyir etme : hayrete düşürme
nâşir : neşreden, yayan
Risaletü’n-Nur : Risale-i Nur’un diğer bir adı
sebatkâr : sebat eden, kararlı
sıddık : çok doğru ve bağlı
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
tahattur : hatırlama
takdir : beğeniyi dile getiren ifade
teberrük : bereket vesilesi
ziyade : çok, fazla
acip : hayrette bırakıcı, hayranlık verici
âciz : güçsüz, kuvvetsiz
Adalet-i İlâhiye : Allah’ın adaleti
ahyâ : canlılar, yaşayanlar
alâkadar : alâkalı, ilgili
azâb-ı mânevî : mânevî azab
bedâhet : açıklık, aşikâr olma
bedevîlik : medeniyetsizlik
beşâret-i Kur’âniye : Kur’ân’ın müjdesi
buhran : bunalım
ekser : çoğunluk, tamamına yakın
emvat : ölüler
evlât : çocuk
ezvâç : zevceler, hanımlar, eşler
ezvâk-ı medeniye : medeniyet zevkleri, lezzetleri
hâkimiyet : egemenlik, hükümranlık
havali : çevre, yöre
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
ikram-ı İlâhî : Allah’ın ikramı, bağışı
istirahat-i kalb : kalp rahatlığı, iç huzuru
keramet : ikram, bağış
maişet : geçim
merhum : rahmete kavuşmuş, vefat etmiş
mimsiz medeniyet : “deniyet”, aşağılık (çağdaş medeniyet için kullanılan bir ifade)
misil : benzer, kat
musallat : sataşma, ilişme
mütemâdî : sürekli
nefis : insanı daima kötülüğe, geçici zevk ve isteklere sevk eden duygu
nevi : tür, çeşit
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un bölümlerinden her birisi
Risaletü’n-Nur : Risale-i Nur’un diğer bir adı
suret : biçim, şekil
şakirt : talebe, öğrenci
tahattur etme : hatırlama
tasallut : musallat olma, sataşma
terakkî : ilerleme, yükselme
vahşilik : yabanilik, medeniyetsizlik
valideyn : anne-baba
zahir : açık, âşikar
ziyade : çok, fazla
Yükleniyor...