Aziz, sıddık, mücahid kardeşlerim Hasan Âtıf ve sadık rüfekası; Evvelâ: Bu şuhur-u selâse-i mübarekenizi tebrik ediyoruz. Sizin kalemlerinizin yadigârları ve Risale-i Nur’dan ayrılmamak ve sebat etmek senetleri olan yazılarınızı ve dininizi dünyanın çok fevkinde tutmanıza işaret veren dünya sureti üstündeki çizgilerinizi ve iman hizmetinde daima sebat etmenize, vesikalar hükmündeki imzalarınızı, kemâl-i memnuniyetle aldık, kabul ettik. Cenâb-ı Hak sizlere, hazine-i rahmetinden onların hurufatı adedince defter-i a’mâlinize haseneler yazsın. Âmin.

Aziz kardeşlerim; Bu defa yazılarınızda İhlâs Risalelerini gördüğüm için, sizi o gibi risalelerin dersine havale edip, ziyade bir derse ihtiyaç görmedim. Yalnız bunu ihtar ediyorum ki, mesleğimiz, sırr-ı ihlâsa dayanıp, hakaik-i imaniye olduğu için, hayat-ı dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye mecbur olmadan karışmamak ve rekabet ve tarafgirliğe ve mübarezeye sevk eden hâlâttan tecerrüt etmeye mesleğimiz itibarıyla mecburuz. Binler teessüf ki, şimdi müthiş yılanların hücumuna mâruz biçare ehl-i ilim ve ehl-i diyanet, sineklerin ısırması gibi cüz’î kusuratı bahane ederek, birbirini tenkitle, yılanların ve zındık münafıkların tahribatlarına ve kendilerini onların eliyle öldürmesine yardım ediyorlar.

Gayet muhlis kardeşimiz Hasan Âtıf’ın mektubunda, bir ihtiyar âlim ve vaiz, Risale-i Nur’a zarar verecek bir vaziyette bulunmuş. Benim gibi binler kusurları bulunan bir biçarenin, ehemmiyetli iki mazeretine binaen bir sünneti (sakal) terk ettiğim bahanesiyle şahsımı çürütüp, Risale-i Nur’a ilişmek istemiş.

Evvelâ: Hem o zât, hem sizler biliniz ki: Ben, Risale-i Nur’un bir hizmetkârıyım ve o dükkânın bir dellâlıyım. O ise (Risale-i Nur), Arş-ı Âzamla bağlı olan Kur’ân-ı Azîmüşşanla bağlanmış bir hakikî tefsiridir. Benim şahsımdaki kusurat, ona sirayet edemez. Benim yırtık dellâllık elbisem, onun bâki elmaslarının kıymetini tenzil edemez.

Saniyen: O vâiz ve âlim zâta benim tarafımdan selâm söyleyiniz. Benim şahsıma olan tenkidini, itirazını, başım üstüne kabul ediyorum. Sizler de, o zâtı ve onun gibileri münakaşa ve münazaraya sevk etmeyiniz. Hattâ tecavüz edilse de bedduayla da mukabele etmeyiniz.

Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir. Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünkü, daha müthiş düşman ve yılanlar var. Hem elimizde nur var, topuz yok. Nur kimseyi incitmez, ışığıyla okşar. Ve bilhassa ehl-i ilim olsa, ilimden gelen enaniyeti de varsa, enaniyetlerini tahrik etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar, 1 وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا düsturunu rehber edininiz.

Hem, Hasan Avni ismindeki zât, madem evvelce Risale-i Nur’a girmiş ve yazısıyla da iştirak etmiş, o daire içindedir. Onun fikren bir yanlışı varsa da affediniz. Biz, değil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarikata mensup Müslümanlar, şimdi bu acip zamanda, imanı bulunan ve hattâ fırak-ı dâlleden bile olsa onlarla uğraşmamak; ve Allah’ı tanıyan ve âhireti tasdik eden Hıristiyan bile olsa, onlarla medâr-ı nizâ noktaları medâr-ı münakaşa etmemeyi, hem bu acip zaman, hem mesleğimiz, hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor.

Ve Risale-i Nur’un âlem-i İslâmda intişarına karşı hayat-ı içtimaiye ve siyasiye cihetinde mâniler çıkmamak için, Risale-i Nur şakirtleri musalâhakârâne vaziyeti almaya mükelleftirler.

Sakın hocaların Cuma ve cemaatlerine ilişmeyiniz. İştirak etmeseniz de, iştirak edenleri tenkit etmeyiniz. Gerçi, İmam-ı Rabbanî demiş ki: “Bid’a olan yerlere girmeyiniz.” Maksadı, “sevabı olmaz” demektir; yoksa, namaz battal olur değil. Çünkü, Selef-i Sâlihînden bir kısmı, Yezid ve Velid gibi şahısların arkasında namaz kılmışlar. Eğer mescide gidip gelmekte kebâire mâruz kalırsa, halvethanesinde bulunması lâzımdır.

Salisen: Hasan Âtıf’ın mektubunda, cesur ve sebatkâr zâtlardan—ki “efeler” tâbir ediyor—bahis var. Biz, o cesur, sebatkâr yeni kardeşlerimizi ruh u canla kabul ediyoruz. Fakat Risale-i Nur dairesine girenler, şahsî cesaretlerini kıymetleştirmek için, sarsılmaz bir sebat ve metanete ve ihvanlarının tesanüdüne cidden çalışmaya sarf edip, o cam parçası hükmünde şahsî cesaretini, hakikatperestlik sıddıkiyetindeki fedakârlık elmasına çevirmek gerektir.

Evet, mesleğimizde, ihlâs-ı tâmmeden sonra en büyük esas, sebat ve metanettir. Ve o metanet cihetiyle şimdiye kadar çok vukuat var ki, öyleler, herbiri yüze mukabil bu hizmet-i Nuriyede muvaffak olmuş âdi bir adam ve yirmi otuz yaşında iken, altmış yetmiş yaşındaki velîlere tefevvuk etmişler var.

Hem bir adam, kendi başına cesareti güzel de olsa, bir cemaat-i mütesanideye girdikten sonra, onların istirahatini ve sarsılmamalarını muhafaza etmek için, o şahsî cesareti istimal edemez.

2 سِيرُوا عَلٰى سَيْرِ اَضْعَفِكُمْ hadis-i şerifinin sırrıyla hareket etmek, hem şimdilik, bu müşevveş vaziyetlerde çok zararlı, hem hocaları, hem ehl-i siyaseti Risale-i Nur’a karşı cephe almaya ve tecavüz etmeye sebebiyet veren şapka ve ezan meseleleri ve Deccal ve Süfyan ünvanları, Risale-i Nur şakirtleri yabanîlere karşı lüzumsuz medâr-ı bahis ve münazaa edilmemek lâzımdır ve ihtiyat etmek elzemdir ve itidal-i demmi muhafaza etmek vaciptir. Hattâ, sizde cüz’î bir ihtiyatsızlık, buraya kadar bize tesir ediyor.

Risale-i Nur, bir daire değil; mutedahil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahipler ve haslar ve nâşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakat var. Erkân dâiresine liyakatı olmayan Risale-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olmamak şartıyla; dâire haricine atılmaz. Hasların hâsiyeti, bulunmayan, zıt bir mesleğe girmemek şartıyla talebe olabilir. Bid’a ile amel eden, kalben taraftar olmamak şartıyla dost olabilir. Onun için, az bir kusurla düşman sınıfına iltihak etmemek için, dışarıya atmayınız. Fakat Risale-i Nur’un erkânlarında ve haslarındaki esrarlar ve nazik tedbirlere onları teşrik etmemek gerektir.
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhâfaza ederek oradan geçip giderler.” Furkan Sûresi, 25:72.
2 : “En zayıflarınızın yürüyüşüne göre hareket ediniz.” el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:464, hadis no: 1518.
Önceki Risale: ( 159 ) / Sonraki Risale: ( 161 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

afallahu : Allah affetsin
âmin : “Allah’ım kabul eyle”
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
defter-i a’mâl : amellerin kaydedildiği defter
evvelâ : ilk olarak
fevkinde : üstünde
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri, gerçekleri
hasene : iyilik, sevap
hazine-i rahmet : rahmet hazinesi
hurufat : harfler
İhlâs Risaleleri : Yirminci ve Yirmi Birinci Lem’a’lar
ihtar : hatırlatma, uyarı
kemâl-i memnuniyet : tam bir memnuniyet
kıymettar : kıymetli, değerli
mahdum : erkek evlâd, oğul
medrese-i Nuriye : Nur medresesi; Risale-i Nur’un okunduğu yerler
mesrur : sevinçli, mutlu
mücahid : cihad eden, din uğrunda çaba harcayan
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
rüfeka : arkadaşlar
sadık : bağlı, doğru
sebat : kararlılık, sabit olma
sıddık : çok doğru ve bağlı
sırr-ı ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme ve samimiyetin sırrı
suret : biçim, şekil
şâd etme : neşelenmesini, sevinmesini sağlama
şuhur-u selâse-i mübareke : mübarek üç aylar
tasdik etme : doğrulama, kabul etme
tenvir : nurlandırma, aydınlatma, parlatma
ümmîlik : okuma yazma bilmeme
vesika : belge
yadigâr : hediye
ziyade : çok, fazla
alîm : bilen
Arş-ı Âzam : Cenâb-ı Hakkın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer
bâki : devamlı, kalıcı, ölümsüz
biçare : çaresiz
bilhassa : özellikle
binaen : -dayanarak
cüz’î : az, küçük, ferdî
dellâl : duyurucu, ilân edici
dellâllık : ilân edicilik, rehberlik
düstur : prensip, kural
ehemmiyetli : önemli
ehl-i diyanet : dindar insanlar
ehl-i ilim : ilim sahibi, âlimler
enaniyet : benlik
hakikî : asıl, gerçek
hâlât : durumlar, haller
hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat
hizmetkâr : hizmetçi
iştirak : ortak olma, katılma
itibarıyla : özelliğiyle
Kur’ân-ı Azîmüşşan : şan ve şerefi yüce olan Kur’ân
kusurat : kusurlar, hatalar
muhlis : samimî, ihlâslı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözeten
mukabele : karşılık verme
mübareze : karşı koyma, çarpışma
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
münazara : tartışma
saniyen : ikinci olarak
sirayet : bulaşma
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
tahrik : harekete geçirme
tarafgirlik : taraftar olma
tecavüz : haddi aşma, saldırma, sataşma
tecerrüt : sıyrılma, soyutlanma
teessüf : eseflenme, üzülme, hayıflanma
tefsir : açıklama, bir sözü izah etme, Kur’ân’ın âyetlerini açıklama, yorumlama
tenkit : eleştiri
tenzil : indirme, alçaltma
vâiz : vaaz eden
zındık : dinsiz
acip : hayrette bırakıcı, hayranlık verici
âdi : basit, sıradan
âlem-i İslâm : İslâm âlemi
bahis : konu
battal : bâtıl, hükümsüz
bid’a : aslen dinde olmayıp sonradan ortaya çıkan ve dine zarar verici yeni âdet ve uygulamalar
cemaat-i mütesanide : dayanışma içinde olan topluluk
cihet : yön, taraf
efe : yiğit
ehl-i diyanet : dindar insanlar
firak-ı dâlle : hak yoldan ayrılan gruplar, fırkalar
hakikatperestlik : hakikate taraftarlık, gerçeğin ve doğrunun tarafını tutmak
halvethâne : gizli ibâdet yeri
hayat-ı içtimaiye ve siyasiye : siyasî ve sosyal hayat
hizmet-i Nuriye : Risale-i Nur hizmeti
ihlâs-ı tâmme : tam bir ihlâs, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ihvan : kardeşler
iktiza etme : gerektirme
intişar : yayılma
istimal : kullanma
iştirak : ortak olma, katılma
kebâir : büyük günahlar
kudsî : her türlü kusur ve noksandan uzak
medâr-ı münakaşa : tartışma sebebi
medâr-ı nizâ : kavga ve çekişme sebebi
metanet : sağlamlık, kararlılık
muhafaza : koruma
mukabil : karşılık
musalâhakârâne bir vaziyet : barıştan yana bir hal
muvaffak : başarılı olma, erişme
mükellef : yükümlü
salisen : üçüncü olarak
sebat : kararlılık, sabit olma
sebatkâr : sebat eden, kararlı olan
Selef-i Sâlihîn : İslâmiyetin ilk asırlarındaki İslâm büyükleri
sıddıkiyet : bağlılık
şakirt : talebe, öğrenci
tâbir : adlandırma
tarikat : İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde takip edilen yol
tasdik : doğrulama, kabul etme
tefevvuk : üstün gelme
tenkit etme : eleştirme
tesanüt : dayanışma
vukuat : meydana gelen olaylar
amel etme : davranma, hareket etme
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
bid’a : aslen dinde olmayıp sonradan ortaya çıkan ve dine zarar verici yeni âdet ve uygulamalar
cereyan : hareket, akım
cüz’î : az, küçük, ferdî
ehl-i siyaset : siyasetle uğraşanlar
elzem : çok gerekli
erkân : bir topluluğun ileri gelenleri, büyükleri
esrar : sırlar, gizli gerçekler
hadis-i şerif : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hâsiyet : özellik
haslar : kıymetli ve ileri gelen mühim talebeler
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyet
ihtiyat : önlem alma, tedbirli hareket etme
iltihak etme : katılma
inayet : lütuf, iyilik, yardım
inâyet-i Rabbâniye : Allah’ın inâyeti, yardımı
itidâl-i dem : soğukkanlılık
liyakat : lâyık olma
mahfuz : muhafaza edilmiş, korunmuş
medar-ı bahis : söz konusu
muhafaza etme : koruma
muhalif : zıt, karşıt
mutedahil : iç içe
münazaa : münakaşa, tartışma
müşevveş : dağınık, karışık, düzensiz
nâşir : neşreden, yazıp yayan
nazik : zarif, ince
sıddık : çok doğru ve bağlı
şakirt : talebe, öğrenci
Şark : Doğu
şekvâ : şikayet
tabakat : tabakalar
tahattur : hatıra gelme
taraftar : taraf olan
tarikat : İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde takip edilen yol
tecavüz : haddi aşma, ileri gitme
tesanüt : dayanışma
teşrik etme : ortak etme
tevkifat : tutuklamalar
umumî : genel
vâcib : zorunlu, gerekli
Yükleniyor...