Aziz, sıddık kardeşlerim; Bu iki günde iki küçük hâdiseler, dört beş meseleleri tahattur ettirdi.

Birincisi: Salâhaddin Ankara’dan yazıyor ki, tarikat aleyhinde tecavüze başlamışlar. Hem Ankara’da, hem Şarkta o meselede tevkifat varmış. Risale-i Nur şakirtleri, her tarafta inayet-i Rabbaniye altında mahfuz kalıyorlar. Onların kuvvetli ihlâsı ve tesanütleri ve ihtiyatları, o inayeti, haklarında devam ettiriyor.

İkincisi: Bugünlerde herkes sıkıntıdan şekvâ ediyor. Âdeta mânevî havanın bozukluğundan, maddî ve umumî bir sıkıntı hastalığını vermiş. Hattâ bana da birgün sirayet etti. Bizim her derdimize ilâç olan Risale-i Nur’la meşgul olanlarda, o sıkıntı hastalığı ya yok veya pek azdır.

Üçüncüsü: Merhum Mehmed Zühtü’nün vefatı, Risale-i Nur’un hizmeti noktasında bizi çok müteessir etti. Fakat birden, geçen sene, Hâfız Mehmed’in bütün müsadere edilen risalelerini, on gün zarfında, köyündeki Risale-i Nur şakirtleri tarafından yazıp ona vermek, çok merdâne taahhütleri hatırıma geldi ve anladım ki, arslanlar yatağı olan Isparta ve havalisi, Mehmed Zühtü’nün hizmetini muzaaf bir surette yapacaklar ve o boşluğu dolduracaklar.

Dördüncüsü: Lâhikaya giren Ispartalı kardeşlerimizin mektuplarının bazılarında, Üstadları hakkında ifratla tavsifat gördüm. Kendime de baktım, o vasıflardan zekâtı da bana düşmüyor, benim hakkım değil. Dedim: “Acaba bu hakikatperest kardeşlerim, çok ikazatımla beraber, bu hüsn-ü zan ifratında, hem devamlarında fâideleri nedir?” Kalbe ihtar edildi ki: Onlar ve memleketleri ve Isparta havalisi, onların en büyük hüsn-ü zanları derecesinde hüsn-ü zanlarının yümnünü gördükleri için, Beşkazalı Osman-ı Halidî ve Topal Şükrü gibi ehl-i velâyete iktidaen, o nokta-i nazardan ifrat etmemişler, bir hakikat görmüşler. Fakat, nasıl keşfiyat tevile ve rüyalar tâbire muhtaçtır; hususî hükümler tâmim edilse, bir cihette hatâ görünür. Öyle de, onlar, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsinin kendilerine ve memleketlerine ettiği fâideyi, o şahs-ı mânevînin mümessillerinden birisi olan, Üstad dedikleri bu kardeşlerine verip, o memleket hâdisesini umumî bir hâdise nazarıyla bakıp tâmim ederek, müfritane bir hüsn-ü zan suretinde göründü.

Beşincisi: Hatıra geldi ki, Risale-i Nur’un eczaları çoktur. Herkes, muhtaç olduğu halde, bütününü elde edemez. Birden, Hüccetullahi’l-Bâliğa mecmuası, hatıra cevap olarak geldi.

Evet, Risale-i Nur’dan kesretli mecmualar çıkar ki, herbiri küçük, fakat kuvvetli Risale-i Nur olur. Her muhtacın eline geçebilir. Bu münasebetle, Yirmi Beşinci Sözün zeyillerini düşündüm. Şimdi benim yanımda dört beş nüsha var, zeyilsizdirler. Mübareklerin bu defa gönderdikleri nüshanın zeylinde Rumuzat-ı Semaniye fihristesinden noksan alınmış Sûre-i اِذَا جَاۤءَ نَصْرُ اللّٰهِ ve 1 اِنَّا اَعْطَيْنَا daki on üç elif, parmakla Fatiha’da on üç elle işaretleri ve اِنَّاۤ اَنْزَلْنَا işareti gibi ehemmiyetli parçalar yoktur.

Dünkü gün 2 اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ âyetine dair Yirmi Dokuzuncu Mektubun âhirinde, seyahat-i hayaliye ve seyr-i kalbî risaleciğini okudum. Ve Birinci Şuada bu âyet, Risale-i Nur’a işaretini tahattur ettim. Dedim: Bu iki nükte-i Nuriye ve 3 تَغْرُبُ الشَّمْسُ فِى عَيْنٍ حَمِئَةٍ hüccet, nükte ve haşiyesiyle beraber Mu’cize-i Kur’âniye zeyilleri içine girse münasip olur. Siz dahi münasip görseniz yazılsın. İ’câz-ı Kur’ân nüktelerine ait mühim parça bulsanız ilâve edebilirsiniz.

Altıncısı: Seksen küsur sene mânevî ve bâki bir ömrü kazandırmak sırrını taşıyan şuhur-u selâsenizi ve leyle-i Regaibinizi bütün ruhumla tebrik ediyorum.

İki üç gün evvel, Yirmi İkinci Söz tashih edilirken dinledim. Gördüm ki, içinde hem küllî zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli iman dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsî hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şakirtlerin ibadet niyetiyle risaleleri, ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim. Bârekâllah dedim, hak verdim.

Bu mektuptaki beş altı meseleyi yazarken, Nur fabrikası sahibi Hâfız Ali’nin mektubuyla, ihlâsta ve çalışmakta ve ince düşünmekte mümtaz Hasan Âtıf’ın mektubunu aldık. Hâfız Ali’nin mektubunda, Risale-i Nur şakirtlerinde sırr-ı ihlâsın ne derece yüksek bir terk-i enaniyet ve hazz-ı nefsîden teberri etmek gibi, ihlâsın en yüksek seciyeleri Risale-i Nur şakirtlerinde tezahür ediyor diye bir delil oldu.

Ezcümle: Hâfız Ali diyor ki: Hüsrev kardeşimiz kendi kalemiyle yazılan “mu’cizatlı Kur’ân’ı fotoğrafla tab’ına taraftar olmaması ve demir harflerle müsaade oluncaya kadar beklemeye taraftar olması, onun fevkalâde ihlâsına ve nefsin huzuzatından teberrisine kat’î delildir. Çünkü fotoğrafla tab edilse, onun kendi hattı olduğu için, binler Kur’ân nüshalarını kendi eliyle yazmış gibi âlem i İslâmın mânevî nazarında ve uhrevî sevap cihetinde büyük ve mâsumâne ve zararsız bir makamı terk edip, ihlâsın sırrı için, hazzını unutarak, demir harflere taraftar olmuş. Ve gösterdiği yanlışlar düşmek sebebi ise, demir harflerde üç defa tab’a girmek noktasında dahi o yanlışlar bulunabilir.

Elhâsıl: Hâfız Ali’nin ihlâsından gelen ifadesi ve Hüsrev’i fevkalâde ihlâs noktasında takdir etmesi ve Hüsrev de, gayet büyük ve bâki bir hissesini bırakıp, benim eskiden beri tekrar ettiğim bir dâvâm—ki, Risale-i Nur’un hakikî şakirtleri, hizmet-i imaniyeyi herşeyin fevkinde görür; kutbiyet de verilse ihlâs için hizmetkârlığı tercih eder—beni o dâvâda bilfiil tasdik etmesi cihetinden, bütün kuvvetimizle bu gibi kardeşlerimizi tebrik ediyoruz.

Kardeşimiz Hasan Âtıf’ın mektubundan anladık ki, hakikaten tam çalışıyor. Kendi tâbiriyle, Risale-i Nur’un mücahidlerinin ve efelerinin kalem yadigârlarını bize hediye olarak irsal ettiğine mukabil deriz: Cenâb-ı Hak, ebeden onlardan razı olsun. Ve daha çok manidar yazdığı cümleler içinde, bir parça ehl-i bid’aya şiddet gördüm. Zaman, zemin, Risale-i Nur’un müsbet mesleği, ehl-i bid’a ile değil fiilen, belki fikren ve zihnen dahi meşgul olmaya müsaade etmez. İhtiyat her vakit lâzım. O hâlis kardeşimiz, inşaallah oralarda kendi gibi çok hâlis şakirtleri yetiştirecek. Biz buradaki duamızda, Âtıf’la beraber oradaki bütün rüfekalarını teşrik ediyoruz. Ben bizzat onlarla muhabere etmek istiyorum. Fakat madem Isparta o vazifeyi daha mükemmel yapıyor; o vazifeyi onlara bırakıyorum.

Hâfız Ali’nin mektubunun âhirinde, medrese-i Nuriye kahramanlarından ve Hüsrev sisteminde Ahmed ve kardeşi Süleyman hakkında takdiratı bizi mesrur eyledi. Zaten o, medrese-i Nuriye şakirtleri, benim nazarımda, eskiden beri bir gaye-i hayalim olan Medresetü’z-Zehrânın talebeleri suretinde düşünüyordum. Ve derdim: “Onlar, bunlar oldu. Veya bunlar, onların dümdarlarıdır.”
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Biz sana verdik.” Kevser Sûresi, 108:1.
2 : “Allah göklerin nurudur.” Nûr Sûresi, 24:35.
3 : “Güneşin hararetli ve çamurlu bir çeşme suyunda gurub ettiğini gördü.” Kehf Sûresi, 18:86.
Önceki Risale: ( 160 ) / Sonraki Risale: ( 162 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

cihet : yön, taraf
ecza : parçalar, kısımlar
ehl-i velâyet : velâyet makamında olanlar, velî kullar
hakikat : gerçek, doğru
hakikatperest : hakikatsever
havali : çevre, civar
Hüccetüllahi’l-Bâliğa : Risale-i Nur’da Asâ-yı Musa isimli eserin ikinci bölümüne verilen isim
hüsn-ü zan : güzel zanda bulunma
ifrat : aşırılık
ihtar : hatırlatma, uyarı
ikazât : uyarılar
iktidaen : uyarak
kesretli : çok
keşfiyat : keşifler, manevî âlemlerde bazı hakikatleri keşfetme halleri
Lâhika : ilâve, mektup; Yirmi Yedinci Mektup olan Lâhikalar
mecmua : kitap
merdâne : mertçe
merhum : rahmete kavuşmuş, vefat etmiş
muzaaf : katmerli, kat kat
müfritane : aşırıya kaçarak
mümessil : temsilci
münasebet : bağlantı, ilişki
müsadere : bir kimsenin malına devlet tarafından el konulması
müteessir etme : üzme
nazar : bakış, görüş
nokta-i nazar : bakış noktası, görüş açısı
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
sirayet : bulaşma
suret : biçim, şekil
şahs-ı mânevî : mânevî şahıs, tüzel kişilik; belli bir ideal ve gaye etrafında bir araya gelen topluluğun oluşturduğu mânevî şahsiyet ve ortak kimlik
şakirt : talebe, öğrenci
taahhüt : söz verme, üzerine alma
tâbir : yorum, açıklama
tâmim : genelleştirme, yayma
tavsifat : vasıflandırma, özelliklerini anlatma
tevil : yorum
Topal Şükrü : Ehl-i velâyetten bir zât
umumî : genel
yümn : uğur, bereket
zarfında : içinde
zeyil : ek, ilâve
âhir : son
bâki : devamlı, kalıcı, ölümsüz
bârekallah : Allah ne mübarek yaratmış, Allah hayırlı ve mübarek kılsın
ehemmiyetli : önemli
elif : Arap alfabesinin ilk harfi
Fatiha : Kur’ân-ı Kerim’in ilk sûresi
fihriste : indeks, içindekiler
gaflet : umursamazlık, duyarsızlık; âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma hali
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hikmet : fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hüccet : güçlü ve sarsılmaz delil
i’câz-ı Kur’ân : Kur’ân’ın mu’cize oluşu; Kur’ân’ın bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülüğü
ibadet-i tefekküriye : tefekkür ibâdeti
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyet
kesretli : çok sayıda
kudsî : her türlü kusur ve noksandan uzak
küllî : büyük, kapsamlı, geniş
leyle-i Regaib : Regaib gecesi
mu’cize-i Kur’âniye : Kur’ân’ın mu’cizesi; Yirmi Beşinci Söz
mümtaz : seçkin, üstün
münasip : uygun
nükte : ince ve derin mânâ
nükte-i Nuriye : Risale-i Nur’un nüktesi
nüsha : kopya
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
Rumuzat-ı Semaniye : sekiz işaret; Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmı
seyahat-i hayaliye ve seyr-i kalbî risaleciği : hayalî ve kalbî olarak yapılan yolculuğun anlatıldığı risale; Yirmi Dokuzuncu Mektubun Beşinci Risalesi
şakirt : talebe, öğrenci
şuhur-u selâse : üç aylar
tahattur : hatıra gelme
tashih : düzeltme
tehlil : “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur” mânâsındaki “lâ ilâhe illallah” sözünü söylemek
zeyil : ek, ilâve
âlem-i İslâm : İslâm âlemi
bâki : devamlı, kalıcı, ölümsüz
bilfiil : fiilen, uygulamada
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cihet : yön, taraf
ebeden : sonsuza kadar
efe : yiğit
ehl-i bid’a : dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan yeni âdet ve uygulamaları dine mâl etmeye çalışanlar
elhâsıl : kısaca, özetle
ezcümle : bu cümleden, meselâ, örneğin
fevkalâde : olağanüstü, çok güzel
fevkinde : üstünde
hakikaten : gerçekten
hakikî : asıl, gerçek
hâlis : içten, katıksız, samimî
haz : zevk, hoşlanma
hazz-ı nefis : nefsin aldığı lezzet
hizmet-i imaniye : iman hizmeti
hizmetkâr : hizmetçi
huzuzat : haz ve lezzet veren şeyler
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyet
ihtiyat : önlem alma, tedbirli hareket etme
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
irsal etme : gönderme
kat’î : kesin olarak
kutbiyet : kutup mertebesine erme hali
mânidar : mânâlı, anlamlı
mâsumâne : masumca
mu’cizatlı : mu’cizeli
mukabil : karşılık
mücahid : cihad eden, din uğrunda çaba harcayan
müsaade : izin
müsbet : olumlu
nazar : bakış, görüş, düşünce
nefs : insanı daima kötülüğe, hazır zevk ve isteklere sevk eden duygu
nüsha : kopya
seciye : karakter, üstün özellik
sırr-ı ihlâs : samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme sırrı
şakirt : talebe, öğrenci
tab’ : basma, baskı
tâbir : ifade, adlandırma
tasdik etme : doğrulama, kabul etme
teberri : uzak olma, uzaklaşma
terk-i enaniyet : enaniyet, benlik ve gururu terk etme
tezahür : belirme, görünme, ortaya çıkma
uhrevî : âhirete dair, yönelik
yadigâr : hediye
zemin : yer, dünya
Yükleniyor...