Aziz, sıddık kardeşlerim; Risale-i Nur dünya işlerine âlet olamaz, dünya işlerine siper edilmez. Çünkü, ehemmiyetli bir ibadet-i tefekküriye olduğu cihetle, dünyevî maksatlar onunla kasten istenilmez. İstenilse, ihlâs kırılır, o ehemmiyetli ibadet şekli değişir. Yani, çocuklar gibi, döğüştükleri vakit Kur’ân’ı başına siper eder. Başına gelen zarar Kur’ân’a geldiği gibi, Risale-i Nur, böyle muannid hasımlara karşı siper istimal edilmemeli.

Evet, Risale-i Nur’a ilişenler tokatlar yerler; yüzer vukuat şahittir. Fakat Risale-i Nur, tokatlarda istimal edilmez ve niyet ve kasıtla tokatlar gelmez. Çünkü sırr-ı ihlâs ve sırr-ı ubudiyete münafidir. Bizler, bize zulmedenleri, bizi himaye eden ve Risale-i Nur’da istihdam eden Rabbimize havale ediyoruz.

Evet, dünyaya ait harika neticeler, bazı evrad-ı mühimme gibi, Risale-i Nur’a çokça terettüp ediyor. Fakat onlar istenilmez, belki veriliyor; illet olamaz, bir fâide olabilir. Eğer istemekle olsa, illet olur, ihlâsı kırar, o ibadeti kısmen iptal eder. Çabuk bu hâdiseyi teskin ediniz. Yoksa münafıklar istifade edecekler; belki onların parmağı var.

Evet, Risale-i Nur’un o kadar dehşetli muannidlere karşı galibâne mukavemeti, sırr-ı ihlâstan ve hiçbir şeye âlet edilmemesinden ve doğrudan doğruya saadet-i ebediyeye bakmasından ve hizmet-i imaniyeden başka bir maksat takip etmemesinden ve bazı ehl-i tarikatın ehemmiyet verdikleri keşf ve kerâmât-ı şahsiyeye ehemmiyet vermemekten ve velâyet-i kübrâ sahipleri olan Sahabîler gibi, veraset-i Nübüvvet sırrıyla, yalnız iman nurlarını neşretmek ve ehl-i imanın imanlarını kurtarmaktır.

Evet, Risale-i Nur’un bu dehşetli zamanda kazandırdığı iki netice-i muhakkikası herşeyin fevkindedir; başka şeylere ve makamlara ihtiyaç bırakmıyor.

Birinci neticesi: Sadakat ve kanaatle Risale-i Nur dairesine giren, imanla kabre gireceğine gayet kuvvetli senetler var.

İkinci neticesi: Risale-i Nur dairesinde, ihtiyarımız olmadan, haberimiz yokken takarrur ve tahakkuk eden şirket-i maneviye-i uhreviye cihetiyle, herbir hakikî sadık şakirdi binler dillerle, kalblerle dua etmek, istiğfar etmek, ibadet etmek ve bazı melâike gibi kırk bin lisanla tesbih etmektir. Ve Ramazan-ı Şerifteki hakikat-i leyle-i Kadir gibi, kudsî ve ulvî hakikatleri, yüz bin elle aramaktır.

İşte, bu gibi netice içindir ki, Risale-i Nur şakirtleri, hizmet-i Nuriyeyi velâyet makamına tercih eder; keşif ve kerâmâtı aramaz ve âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz ve vazife-i İlâhiye olan muvaffakiyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstahak oldukları şan ü şeref ve ezvak ve inâyetlere mazhar etmek gibi, kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmaz ve harekâtını onlara bina etmezler. Hâlisen, muhlisen çalışırlar, “Vazifemiz hizmettir, o yeter” derler.

Ve saniyen: Seksen küsur sene kıymetinde bulunan ve Ramazan-ı Şerifin mecmuunda gizlenen hakikat-i leyle-i Kadri kazanmak için, Risale-i Nur şakirtlerinin şirket-i mâneviye-i uhreviyeleri muktezasınca, herbiri, mütekellim-i maalgayr sîgası olan 1 اَجِرْنَا، اِرْحَمْنَا، وَاغْفِرْ لَنَا gibi tâbiratta, “biz” dedikleri vakit, Risale-i Nur’un sadık şakirtlerini niyet etmek gerektir. Tâ herbir şakirt umumun namına münacat edip çalışsın. Ve bu biçare ve az çalışabilen ve haddinden çok fazla hizmet ondan beklenen bu kardeşinize, o hüsn-ü zanları yanlış çıkarmamak için, geçen Ramazan gibi yardımınızı rica ediyorum.
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Bizi koru, bize merhamet et, bizi bağışla.
Önceki Risale: ( 167 ) / Sonraki Risale: ( 169 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

aziz : çok değerli, izzetli, saygın
cihet : yön, taraf
ehemmiyet : önem
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
ehl-i tarikat : tarikata mensup olanlar
evrad-ı mühimme : önemli virdler, zikirler
galibâne : üstün gelerek
hasım : düşman
himaye : koruma
hizmet-i imaniye : iman hizmeti
ibadet-i tefekküriye : tefekkür ibâdeti
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyet
illet : asıl sebep, maksat
istifade etme : faydalanma, yararlanma
istihdam : çalıştırma, kullanma
istimal etme : kullanma
kasten : bilerek ve isteyerek
kerâmât-ı şahsiye : şahsî kerâmetler
keşif : kalb gözüyle görme, mânevî âlemlere ait bazı olayları ve hakikatleri görme
muannid : inatçı, direnen
mukavemet : direnç, dayanıklılık
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
münafi : zıt
neşretmek : yaymak
Rab : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
saadet-i ebediye : sonu olmayan, sonsuz mutluluk
Sahabî : Hz. Peygamber’i (a.s.m.) dünya gözüyle gören ve onun yolundan giden Müslümanlar
sıddık : çok doğru ve bağlı
sırr-ı ihlâs : samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme sırrı
sırr-ı ubûdiyet : kulluk sırrı
terettüp etmek : sonuç olarak ortaya çıkmak, neticelenmek
teskin : sakinleştirme, rahatlatma
velâyet-i kübrâ : en büyük velîlik; tarikat berzahına uğramadan, zahirden hakikate geçen ve peygamber varisliğinden gelen velîlik
veraset-i Nübüvvet : Peygamber Efendimizin varisi durumunda olan, büyük âlim ve velîlerin yolu
vukuat : meydana gelen olaylar
biçare : çaresiz
cihet : yön, taraf
ezvâk : zevkler, lezzetler
fevkinde : üstünde
galebe etme : üstün gelme
hakikat : gerçek, doğru
hakikat-i leyle-i Kadir : Kadir Gecesinin hakikatı, sırrı
hakikî : asıl, gerçek
hâlisen : katıksız, samimî olarak
harekât : hareketler, davranışlar
hizmet-i Nuriye : Risale-i Nur hizmeti
hüsn-ü zan : güzel zanda bulunma
ihtiyar : dileme, istek, irade
inâyet : Allah’tan gelen yardım, ihsan, iyilik
istiğfar etme : af dileme, tevbe etme
kanaat : yetinme, inanma, razı olma
kerâmât : kerâmetler; Allah’ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarında görünen olağanüstü hal ve hareketler
keşif : kalb gözüyle görme, mânevî âlemlere ait bazı olayları ve hakikatleri görme
kudsî : her türlü kusur ve noksandan uzak
lisan : dil
mazhar : ayna olma, erişme
mecmu : bütün, genel
melâike : melekler
muhlisen : samimiyetle
muktezasınca : gereğince
muvaffakiyet : başarı
münâcât : dua, Allah’a yakarış
müstehak : lâyık, hak etmiş
mütekellim-i maalgayr : birinci çoğul şahıs, biz
namına : adına
netice-i muhakkika : neticesinden şüphe edilmeyen gerçek
revaç : rağbet, değer, kıymet
sadakat : bağlılık, sebat
sadık : bağlı, doğru
saniyen : ikinci olarak
senet : delil
sîga : kip
şakirt : talebe, öğrenci
şirket-i maneviye-i uhreviye : âhirete dönük manevî şirket, ortaklık
tabirat : tabirler, ifadeler
tahakkuk eden : gerçekleşen
takarrur : karar bulma, yerleşme
tesbih : Allah’ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
ulvî : yüce, yüksek
umum : bütün
vazife-i İlâhiye : İlâhî vazife
velâyet : velilik
Yükleniyor...