Ahmed Nazif’in bir fıkrasıdır.

Kıymetli Üstadım,

Yüksek şahsiyetinizin aczi ve fakrı içinde inâyet-i Rabbaniye ve rahmet-i İlâhiyeyle Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın i’câzlarını güneşin parlak ve keskin şuaları gibi kalblerimize nüfuz ettiren ve hakaik-i diniye ve imaniyenin, dalâlete yüz tutan zaif ve âciz mü’minlerin halâsı ve selâmeti ve hidayete çıkarılmasına hâdim ve kudsî Risale-i Nur’un, elbette bir hâdi ve bu zamanın muhtaç bulunduğu bir sahib-i zuhur namını taşıyacağı şüphesizdir. Binaenaleyh, hem Kur’ân’ın tercümanı ve dellâlı ve hem de bu Risale-i Nur’un müellif ve hâdim-i yegânesi bulunmanız, hem de âciz ve fakir bir nefer iken mânevî hizmetinizle müşiriyet derece-i âliyesine terfi ve tefeyyüze istihkak kesb etmiş bulunmanızdadır ki, Alîm i Mutlak, Hakîm-i Mutlak, Kadir-i Mutlak olan Zülcelâl Hazretleri, bu kudsî vazife-i âliyeyi, kıymetsiz gördüğünüz, çok kıymetli ve faziletli ve feyizli ve âlî derecelerde yüksek bir dellâla tevdi ve nasip ve bilhassa memur etmiştir. 1 هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

Biz âciz ve âsi ve günahkâr hizmetkârlarınızı dahi lütuf ve keremiyle irşada ve hidayete siz Üstadımızı rehber ve mürşid ve vasıta buyurmuştur ki, ebedî minnet ve şükranlarımızı edâdan âciz bulunuyoruz.

İşte, Üstadım, çok kıymetli arkadaşımız ve hizmet-i Kur’âniyede kıymetli refikimiz ve şerikimiz Küçük Hüsrev Mehmed Feyzi’nin mektubundan, başka yerde ve mahalde mevsimsiz olduğunu idrak ederek, bu hakikî kelimeyi ve mübarek ism-i şerifi Risale-i Nur’a dahi henüz zahiren takmak haddim değildir ve istimalinden hazer ediyorum. Çünkü Üstadımın izin ve müsaadesi olmadıkça bu gibi lâkapların kıymeti olamaz. Ancak Risale-i Nur’dan aldığım ilham üzerine muhitimizde birinciliği ihraz eden bir kardeşimiz olan Feyzi’nin mektubunda bahsedilmesi, sırf hüsn-ü niyet ve fart-ı merbutiyet ve sadâkatten ve ihlâstan doğmuştur.

Bu izharın hatâsından hâdis olan meşguliyetinize sebebiyet verdiğimden çok müteessir oldum, af buyurunuz. İkaz ve irşad edici nimet ve himmet, i’tabınızla af buyurulmasını ve Risale-i Nur’un mânevî tokatlarından muhafaza edilmekliğimizi kemâl-i hulûsla istirham eylerim.

Aziz ve kıymetli Üstadım; Cenâb-ı Hakkın lütuf ve keremiyle ve hadsiz ihsanıyla intisaben hizmet-i kudsiyesinde bulunduğum Risale-i Nur’un maddî ve mânevî pek çok kerametlerini ve bereketlerini aynelyakîn görmüş ve lezzetini tatmış olan bu âciz hizmetkârınızın noksanlarını, hüsn-ü niyete ve hulûs-ü kalbine bağışlamanızı rica ederken, bu mübarek Risale-i Nur’un pek çok kerametlerinden birkaçını arz ediyorum. Şöyle ki:

Risale-i Nur tercümanı ve müellif ve sahibi bulunan zât, bin üç yüz yirmi dört (1324) ve yirmi beş (25) Rumî senelerinde, İstanbul’da iştiharla, “Bediüzzaman” namı ve lâkabı altında matbuatın sitayişle neşriyatından mütehassis olarak, o zaman on yedi yaşımda bulunduğum ve çok cahil ve çocukluk devresinde iken, bu mübarek isim kalbimde yer tutmuş. Ve bu kalbî muhabbet hürmeti için olacak ki, bin üç yüz yirmi altı (1326) senesinde Hazret-i Üstadın, Bediüzzaman Said-i Kürdî lâkabı altında Karadeniz seyahatinde iki hizmetkârıyla İnebolu’yu ziyaret ederek, o zaman İnebolu’nun meşhur ulemasından Hacı Ziya ve diğer ulema arasında vapura teşyi edildiği sırada tesadüfen çarşıda karşılaştığım ve çok derin muhabbet hissiyle bu mübarek zâta selâm durarak mütebessim ve nuranî simalarıyla ve keskin nazarlarıyla selâmlarına ve mânevî nazarlarıyla iltifatlarına mazhar olduğum günden beri artan muhabbet ve alâkamı, otuz senelik hatırımdan kat’iyen silinmediğini aynelyakîn görüyordum.

Tahminen ve takriben altı sene evvel bir gazete sütununda Isparta’da halkın fazla alâka göstermesinden, din ve iman telkin etmesinden ürken ehl-i dünya tarafından tevkif edildiğini teessürle okumuştum. Otuz senelik uzun bir zaman içinde bir defa böyle acı haber aldığım halde, âkıbetinden kat’iyen başka bir malûmat edinememiştim. On seneden beri Cenab-ı Rabbü’l-Âlemîn Hazretlerinden niyazımda, dâima beş vakit dualarımda, “Yâ Rab, bana bir mürşid-i kâmil ihsan buyur” niyazında iken, bundan üç sene evvel, yani Hicrî bin üç yüz elli yedi (1357) ve milâdî bin dokuz yüz otuz sekiz (1938) senesinde, İnebolu’da bir kahvede, Kastamonulu bir zavallı sarhoşun sitayişle bahsettiği bir zâtın Kastamonu’da mevcudiyeti ve menfî olarak bulunduğunu işittim.

Dikkat ettim ve tahkik ve tâmik ettim. Anladım ki, otuz senedir kalbimde saklı olarak taşıdığım o zamanki Said-i Kürdî olduğunu hayretle öğrendim. Ve kalbimdeki sevgi günler geçtikçe ateşlendiğini hissettiğimden, her tehlikeyi göze alarak ziyaret edip mübarek ellerini öpmek lâzım ve şart olduğunu bildim. Ve ziyaretimde, eski Said’in ism-i mübarekleri Bediüzzaman Said Nursî ve Risale-i Nur’un müellifi ve sahibi olarak buldum.

Kemâl-i aşk ve ihlâsla sarıldım. Ve benim yegâne mürşidim ve rehberim ve büyük üstadım o Risale-i Nur’dur dedim. Ve bana bu hadsiz ihsanatı hidayet ve inayet buyuran Cenâb-ı Hakka, Kur’ân-ı Hakîm’in harfleri adedince şükrederek, 2 اَلْحَمْدُ ِللّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى dedim. HAŞİYE

Risale-i Nur’a intisap etmezden evvel, maddî ve dünyevî her işlerimizde ve ticarethanemizin kazançlarında ve şahsî ve hususî işlerimizde Risale-i Nur’a intisaptan sonraki hârikulâde farkları ve bereketleri görmekle beraber, en büyük bir ticaret veya mes’ut bir zenginin, müferrah ve serbestliğinden daha fazla ferah ve sürur ve serbest ve yaşayış tarzında sıhhat ve âfiyetle—elhamdü lillâh—mes’udâne imrar-ı hayat eylemekte olduğumuzu ve Risale-i Nur’un kudsî lütuf ve kerâmetlerine medyun bulunduğumuzu itiraf ve tasdik ederiz.

Üstad Hazretlerinin mezuniyet-i hususiyesiyle, Risale-i Nur namına neşriyat ve hakaik-i imaniye noktasında, bilhassa ibadet ve namaz hakkında şahsımın cahil ve âciz, nâkıs, iktidarsız vaziyetimle vâki olan ve olacak bulunan telkinat-ı diniyedeki kuvvetli ikna ve müessir hitabelerin âsâr-ı fiiliyesini aynen müşahede ettiğimi, Üstadım Risale-i Nur namına kemâl-i fahirle, birçok namazsız Müslümanları—elhamdü lillâh—namaza ve camilere devama muvaffak bulunmak gibi kudsî hizmetlerin âsâr-ı fiiliyesinden, Risale-i Nur’un büyük harika kerametinden tulû ettiğini ve etmekte olduğunu tasdik ederiz.

Bu içinde bulunduğumuz Alman ve İngiliz harbinin bidayetinden devamı müddetince hadsiz zındıka ve münafıkların hiç yoktan, sebepsiz olarak, şahsıma bir isnadat olsun için, gerek münevver fikirli âlim ve gerekse cahil mülhid, hemen hemen birkaç dostlarım müstesna, memleket halkı ve kudsî hizmetimden küstürmek için şeytan-ı aleyhi mâyestehık bütün memleket halkını iğfal ederek aleyhime tahrik etmiş olacaktır ki, “Nazif, muhalif bir siyasetle ittihad-ı İslâma taraftar eder, siyaset propagandası yapıyor” zihniyetini şiddetle aleyhimde, memleket halkına ve erkân-ı hükûmete kadar sirayet ettiriyorlar. Ve bütün şeytanların tecessüsleri tahrik edilmiş. Güya aleyhtarlarım benden bir intikam almak hasebiyle gıyabımda, hem müthiş cereyanı şiddetlendirmek için kendilerince menfur telâkki ettikleri “Almancı” namıyla hakaretlere maruz bırakmaktan çekinmediler. Halbuki ben, lillâhilhamd, Risale-i Nur’un irşadıyla, hakaik-i imaniye ve Kur’âniyeyi bütün kâinatın fevkinde gördüğümden ve itikad ettiğimden, değil küre-i arzdaki cereyanlara, belki bana verilse de, bütün dünya saltanatına da âlet edemem. Ben, yalnız hakikatçi ve imancı ve Kur’ân’cı Risale-i Nur’un bir hâdimiyim. Kaç senedir bütün bu hücumlarıyla beraber, iki eser-i inâyet var.

Birisi: Risale-i Nur’un neşriyatındaki hizmetime zarar verilmediği gibi fevkalme’mul muvaffak olduk.

İkincisi: Her ne vakit şiddetli hücum edileceği zaman Üstadımızdan dikkat emrini alıyorduk. Hem de, Risale-i Nur’un âşikâr bir kerametindendir ki, bin üç yüz elli dokuz (1359) sene-i hicrî Ramazan-ı Şerîfin on veya on ikinci günlerinde, Allah rahmet etsin, vefat eden kardeşlerimizden Hatip Mehmed namındaki zât, Yirmi Altıncı Lem’a olan İhtiyarlar Risalesini yazarken hasta olarak yazmaya kâdir olmadığından lâ ilâhe illâ Hû kelime-i tevhidi yazarak bıraktığı, ziyaretine gelen diğer kardeşimiz ve faal arkadaşımız, Feyzi Mehmed Efendiye ikmalini rica ederek dünyaya veda ve ebedî hayatına, inşaallah bu kelime-i tayyibe ile hayatının sonunu mühürleyerek imanlı olarak kabre girdiğini izhar ve Risale i Nur’un talebelerine açık bir müjde ve tebşiratta bulunmuştur.

İşârât-ı Kur’âniye’nin, yirmi altıncı âyetinin 3 فَفِى الْجَنَّةِ خَالِدِينَ sırrıyla, “Risale-i Nur talebeleri imanla kabre gireceklerdir” tebşiratının sıdkını gösteren bu açık kerametin ve tebşirat-ı azîmenin bütün kardeşlerimize tamim olunmasını, Risale-i Nur’un derece-i ulviyetini ve hâdimlerinin mükâfatlarının ne zaman ve ne suretle verilmekte olduğunu aynelyakîn bilinmek ve görülmek üzere şu hakikat muvafık ise İşârât-ı Kur’âniye Risalesine tahşiye olunmasını rica ederim, kıymetli Üstadım.
Risale-i Nur şakirtlerinden
Ahmed Nazif Çelebi (r.h.)

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Bu Rabbimin bir ihsânıdır.
2 : Allah’a hamd olsun. Bu Rabbimin ihsânıdır.
HAŞİYE : Evet, bazı ehl-i velâyetin ileride talebesi olacak zâtlar, daha dünyaya gelmeden, hiss-i kablelvukuun inkişafiyle kerâmetkârâne keşfettikleri gibi, Risale-i Nur’un talebelerinin mühimlerinden birkaç zât dahi, çok zaman evvel, bir hiss-i kablelvuku ile, ileride Said ile alâkadar bir surette bir Nura hizmet edeceğini hissetmişler. İşte, onların birisi de Nazif’tir.
3 : “Cennette sonsuza kadar kalacaklardır.” Hûd Sûresi, 11:108.
Önceki Risale: ( 30 ) / Sonraki Risale: ( 32 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz, kuvvetsiz
acz : acizlik, güçsüzlük
âlî : yüce, yüksek
Alîm-i Mutlak : bilgisi herşeyi kuşatan, sınırsız ilim sahibi olan Allah
bilhassa : özellikle
binaenaleyh : bundan dolayı
dalâlet : hak yoldan sapkınlık
dellâl : ilân edici, duyurucu
derece-i âliye : yüksek derece
ebedî : sonu olmayan, sonsuz
edâ : yerine getirme
fakr : fakirlik, muhtaçlık
fazilet : erdem, üstünlük
feyiz : ilham, bolluk, bereket
fıkra : belli bir düşünceyi anlatmak üzere kaleme alınan yazı; makale
hâdi : doğru yolu gösteren
hâdim : hizmetçi
hâdim-i yegâne : tek hizmetçi
hakaik-i diniye ve imaniye : din ve iman hakikatleri
Hakîm-i Mutlak : herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi Allah
halâs : kurtuluş
hidayet : doğru ve hak olan yol, İslâmiyet
hizmetkâr : hizmetçi
i’câz : mu’cizelik; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük
inâyet-i Rabbâniye : Allah’ın inâyeti, yardımı
irşad : doğru yolu gösterme
istihkak kesb etme : hak kazanma, hak etme
Kadîr-i Mutlak : kudreti herşeyi kuşatan, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah
kerem : cömertlik, ikram, bağış
kudsî : kutsal, mukaddes
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan : açıklamalarıyla ve anlatımıyla mu’cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
lütuf : iyilik, ihsan, bağış
minnet : şükran duyma, yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür etme
müellif : telif eden, yazan
mürşid : irşad eden, doğru yolu gösteren
müşiriyet : mareşallik
nam : ad
nefer : asker
nüfuz : içe geçme, işleme
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın rahmeti, şefkat ve ihsanı
sahib-i zuhur : inkârcılık fikrine karşı ortaya çıkıp insanları hidayete ulaştıracak vasıta
selâmet : esenlik, güvenlik
şua : ışık, parıltı
şükran : minnettarlık, teşekkür
tefeyyüz : feyizlenme; ilerleme
terfi : yükselme
tevdi : bırakma, emanet etme
vazife-i âliye : yüksek vazife
Zülcelâl Hazretleri : sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan Allah
âciz : güçsüz, zavallı
arz etme : sunma
aynelyakîn : gözlem ve müşahedeye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
fart-ı merbutiyet : aşırı bağlılık
had : sınır, yetki
hâdis : sonradan olan
hadsiz : sınırsız
hakikî : doğru, gerçek
hazer etme : sakınma, çekinme
himmet : gayret
hizmet-i kudsiye : kutsal hizmet
hizmet-i Kur’âniye : Kur’ân hizmeti
hizmetkâr : hizmetçi
hulûs-u kalb : kalb safiliği; tam bir samimiyetlilik
hüsn-ü niyet : güzel niyet
idrâk etme : anlama, kavrama
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
ihraz eden : kazanan
ihsan : bağış, ikram, lütuf
ilham : kalbe gelen mânâ
intisaben : bağlanarak, mensup olarak
irşad etme : doğru yolu gösterme
ism-i şerif : mübârek ve şerefli isim
İstanbul :
istimal : kullanma
istirham eyleme : merhamet dileme
iştihar : meşhur olma
itab : azarlama
izhar : açığa çıkarma, gösterme
kalbî muhabbet : içten, samimi sevgi
kemâl-i hulûs : tam bir içtenlik
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak görünen olağanüstü hâl ve fiil
kerem : cömertlik, ikram, bağış
lütuf : iyilik, ihsan, bağış
mahal : yer, mekân
matbuat : basın, medya
muhafaza : koruma, saklama
muhit : çevre, civar
mübarek : hayırlı, değerli
müellif : telif eden, yazan
müteessir olma : etkileme, üzülme
mütehassis olma : hislenme, duygulanma
nam : ad
neşriyat : yayma, yayın
refik : arkadaş
sadâkat : bağlılık, doğruluk
sebebiyet verme : neden olma
sitayiş : övme, medih
şerîk : ortak
zahiren : görünüş itibariyle
âkıbet : birşeyin sonu, netice
aynelyakîn : gözle görür derecesinde kesin bilgi sahibi olma
Cenâb-ı Rabbü’l-Âlemîn Hazretleri : âlemlerin Rabbi olan sonsuz şeref ve büyüklük sahibi Allah
ehl-i dünya : dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
evvel : önce
hizmetkâr : hizmetçi
ihsan buyurma : bağışlama, ikram etme, verme
iltifat : iyilik ve güzellikle muamele
ism-i mübarek : mübarek, hayırlı isim
kat’iyen : kesin olarak
kemâl-i aşk ve ihlâs : büyük bir aşk ve tam bir ihlâs
malûmat : bilgi, bilgiler
mazhar olma : nail olma, erişme
menfî : nefyedilen, bir yerden başka bir yere gönderilen
mevcudiyet : var olma
muhabbet : sevgi
mübarek : hayırlı, değerli
müellif : telif eden, yazan
mürşid : irşad eden, doğru yolu gösteren
mürşid-i kâmil : dinî meselelerde olgunluğa ulaşmış mürşid, yol gösterici
mütebessim : tebessüm eden, gülümseyen
nazar : bakış, görüş
niyaz : dua, yakarış
sima : yüz
sitayiş : övme, medih
tahkik etme : doğruluğunu araştırma
takriben : yaklaşık olarak
tâmik etme : inceden inceye araştırma
teessür : üzüntü
telkin : zihinde yer ettirme, ögüt verme
teşyi edilme : uğurlanma, yolcu edilme
tevkif edilme : tutuklanma
ulema : âlimler
Yâ Rab : ey Rabbim; mânâsına gelen yakarış ifadesi
yegâne : tek, eşsiz
âciz : güçsüz, zavallı
âfiyet : sağlık, selâmet
alâkadar : alâkalı, ilgili
âsâr-ı fiiliye : fiilen yapılan işler
bidayet : başlangıç
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
ehl-i velâyet : veliler, Allah dostları
elhamdü lillâh : Allah’a hamd olsun
hadsiz : sonsuz, sınırsız
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri, esasları
harikulâde : olağanüstü, hayranlık verici
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hazret : saygıdeğer; saygı, hürmet maksadıyla büyüklere verilen ünvan
hidayet : doğru ve hak olan yol, İslâmiyet
hiss-i kablelvuku : birşeyi olmadan önce hissetme duygusu
hitabe : nutuk, söz söyleme
ihsanat : ihsanlar, iyilikler
iktidarsız : güçsüz, kuvvetsiz
imrar-ı hayat eyleme : hayat geçirme, sürme
inayet : lütuf, iyilik, yardım
inkişaf : açığa çıkma, gelişme
intisap etme : mensup olma, bağlanma
kemâl-i fahir : tam bir övünme
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak görünen olağanüstü hâl ve fiil
kerametkârâne : keramet göstererek
keşfetme : açığa çıkarma
kudsî : kutsal, mukaddes
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
lütuf : iyilik, ihsan
medyun : borçlu
mes’ud : mutlu
mes’udâne : mutlu bir şekilde
mezuniyet-i husûsiye : özel izin
muvaffak : başarılı olma, erişme
müessir : tesirli, etkili
müferrah : ferahlı, huzurlu
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
müşahede : görme, gözlem
nâkıs : eksik, noksan
nam : ad
neşriyat : yayma, yayın
sıhhat : sağlamlık, sağlık
suret : biçim, şekil
sürur : mutluluk, sevinç
şükretme : nimeti veren Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
tasdik etme : doğrulama; kabul etme
telkinat-ı diniye : dinin telkinleri
tulû etme : doğma
vaki : olma, meydana gelme
zındıka : dinsizlik, inançsızlık
aleyhtar : karşı gelen, aleyhte olan
âlim : bilen, ilim sahibi
âşikâr : ap açık
cereyan : hareket, akım
erkân-ı hükûmet : hükûmet üyeleri, azâları
eser-i inâyet : bir yardım ve destek eseri, vesilesi
fevka’l-me’mul : beklenilenin üstünde
fevkinde : üstünde
gıyabında : birisinin bir yerde hazır ve mevcut bulunmadığı bir anda
güya : sanki
hâdim : hizmetçi
hakaik-i imâniye ve Kur’âniye : iman ve Kur’ân hakikatleri, esasları
hakikat : gerçek, doğru
hasebiyle : nedeniyle, özelliğiyle
iğfal : gaflete düşürerek kandırma, aldatma
İhtiyarlar Risalesi : ihtiyarlarla ve ihtiyarlıkla ilgili çeşitli tahlillerin yapıldığı risale; Yirmi Altıncı Lem’a
ikmâl : tamamlama
irşad : doğru yolu gösterme
isnâdat : dayandırmalar, dayanaklar
itikad etme : inanma
ittihâd-ı İslâm : İslâm birliği
kâdir : gücü yeten, iktidar sahibi
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kelime-i tevhid : Allah’tan başka ilâh yoktur mânâsında “lâ ilâhe illâllah” kelimesi
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak görünen olağanüstü hâl ve fiil
kudsî : her türlü kusur ve noksandan uzak, kutsal
küre-i arz : yer küre, dünya
lâ ilâhe illâ Hû : Ondan (Allah’tan) başka ilâh yoktur
lillâhilhamd : Allah’a hamd olsun ki
menfur : nefret edilen
muhalif : zıt, aykırı
muvaffak : başarılı olma
mülhid : dinsiz
münevver : aydın, aydınlanmış
müstesnâ : seçkin, sıradışı
nam : ad
neşriyat : yayma, yayın
rahmet : merhamet, ihsan, bağış
Ramazan-ı Şerif : mübarek Ramazan ayı
sene-i hicrî : hicri yıl
sirayet ettirme : bulaştırma
şeytan-ı aleyhi mâyestahık : Allah şeytanın hâk ettiğini versin anlamında bir beddua
tahrik : harekete geçirme
tecessüs : gizlice araştırma
telâkki etme : anlama, kabul etme
Yükleniyor...