2 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ1 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَداً دَاۤئِمًا 3

Aziz, sıddık kardeşlerim; On Dokuzuncu Sözün âhirinde Kur’ân’daki tekrarın ekser hikmetleri, Risale-i Nur’da dahi cereyan eder. Bilhassa ikinci hikmeti tam tamına vardır. O hikmet şudur:

Herkes her vakit Kur’ân’a muhtaçtır. Fakat herkes, her vakit bütün Kur’ân’ı okumaya muktedir olamaz. Fakat bir sûreye galiben muktedir olur. Onun için en mühim makasıd-ı Kur’âniye ekser uzun sûrelerde derc edilerek, herbir sûre küçük bir Kur’ân hükmüne geçmiş. Demek, hiçbir kimseyi mahrum etmemek için haşir ve tevhid ve kıssa-i Mûsâ (a.s.) gibi bazı maksatlar tekrar edilmiş.

Aynen bu ehemmiyetli hikmet içindir ki, bazı defa haberim olmadan, ihtiyarım ve rızam olmadığı halde, bazı ince hakaik-i imaniye ve kuvvetli hüccetleri müteaddit risalelerde tekrar edilmiş. Ben çok hayret ederdim. Neden bunlar bana unutturulmuş, tekrar yazdırılmış? Sonra kat’î bir surette bildim ki: Herkes bu zamanda Risale-i Nur’a muhtaçtır. Fakat umumunu elde edemez. Elde etse de tamam okuyamaz. Fakat küçük bir Risale-i Nur hükmüne geçmiş bir risale-i câmiayı elde edebilir. Ve ekser vakitlerde muhtaç olduğu meseleleri onda okuyabilir ve gıda gibi her zaman ihtiyaç tekerrür ettiği gibi, o da mütalâasını tekrar eder.

İkinci bir nokta: Âyetü’l-Kübrâ’dan çıkan “Virdü’l-Ekber” namındaki Arabî risaleciğin âhirinde, Risale-i Münâcâtın başındaki âyetin tefsiri diye Arabî kısımları ilâve edilse, beraber okunsa münasiptir. Biz de nüshamızda yazdık.

Üçüncü nokta: Aziz kardeşlerim, çok defa kalbime geliyordu. “Neden İmam-ı Ali (r.a.) Risale-i Nur’a ve bilhassa Âyetü’l-Kübrâ risalesine ziyade ehemmiyet vermiş?” diye sırrını beklerdim. Lillâhilhamd, ihtar edildi. İnkişaf eden o sırra şimdilik yalnız kısa bir işaret ediyorum. Şöyle ki:

Risale-i Nur’un mümtaz bir hâsiyeti, imanın en son ve en küllî istinad noktasını kuvvetli ve kat’î beyan olduğundan, bu hâsiyet Âyetü’l-Kübrâ risalesinde fevkalâde parlak görünüyor. Ve bu acip asırda, mübareze-i küfür ve iman en son nokta-i istinada sirayet ederek ona dayandırıyor. Mesela, nasıl ki gayet büyük bir meydan muharebesinde ve iki tarafın bütün kuvvetleri toplandığı bir sahrada iki tabur çarpışıyorlar. Düşman tarafı, en büyük ordusunun cihazat-ı muharribesini kendi taburunun imdat ve kuvve-i mâneviyesini fevkalâde takviye için her vasıtayı istimal ederek ehl-i iman taburunun kuvve-i mâneviyesini bozmak ve efradının tesanüdünü kırmak için her vesileyi kullanır. Ehemmiyetli bir istinadgâhını kendine temayül ettirerek ihtiyat kuvvetini dağıtır. Müslüman taburunun herbir neferine karşı, cemiyet ve komitecilik ruhuyla mütesanid bir cemaat gönderir. Bütün bütün kuvve-i mâneviyesini mahvetmeye çalıştığı bir hengâmda, Hızır gibi biri çıkar, o tabura der: “Meyus olma! Senin öyle sarsılmaz bir nokta i istinadın ve öyle mağlûp edilmez muhteşem orduların ve tükenmez ihtiyat kuvvetlerin var ki, dünya toplansa karşısına çıkamaz. Senin şimdilik mağlûbiyetinin bir sebebi, bir cemaate ve bir şahs-ı mâneviyeye karşı bir neferi göndermenizdir. Çalış ki, herbir neferin, istinad noktaları olan dairelerinden mânen istifade ettiği kuvvetli kuvve-i mâneviyeyle bir şahs-ı mânevi ve bir cemiyet hükmüne geçsin” dedi ve tam kanaat verdi.

Aynen öyle de, ehl-i imana hücum eden ehl-i dalâlet, bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle, cemiyet ve komitecilik mayasıyla bir şahs-ı mânevî ve bir ruh-u habîs olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avâmın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an’aneyle gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor. Herbir Müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmaya meyusâne çabalarken, Risale-i Nur Hızır gibi imdada yetişti. 4 Kâinatı ihata eden son ordusunu gösterip ve ondan mukavemetsûz maddî, mânevî imdat getirmek hizmetinde harika bir emirber nefer olarak Âyetü’l-Kübrâ risalesini İmam-ı Ali (r.a.) keşfen görmüş, ehemmiyetle göstermiş.

Temsildeki sair noktaları tatbik ediniz, tâ o sırrın bir hülâsası görünsün.
Said Nursî

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
3 : Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebediyen, dâima üzerinize olsun.
4 : Kâinatı dağıtamayan bir kuvvet onu bozamaz.
Önceki Risale: ( 33 ) / Sonraki Risale: ( 35 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhir : son
Arabî risalecik : Arapça yazılan kitapçık
Arabî : Arapça
Âyetü’l-Kübrâ : en büyük delil anlamına gelen Risale-i Nur’da bir bölüm; Yedinci Şua
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
bilhassa : özellikle
cereyan etme : oluşma, meydana gelme
derc edilme : yerleştirilme
ehemmiyetli : önemli
ekser : pek çok, en çok
galiben : çoğunlukla
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri, esasları
haşir : insanın öldükten sonra, âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanması ve hesaba çekilmesi
hikmet : sebep, sır, gaye
hüccet : kuvvetli, sarsılmaz delil
ihtiyar : irade, dileme, seçim gücü
kat’î : kesin
kıssa-i Mûsâ : Hz. Mûsâ’nın kıssası
makàsıd-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın maksatları ve gayeleri
muktedir : gücü yeten, yapabilen
mütalâa : dikkatle okuma, inceleme
müteaddit : bir çok, çeşitli
nam : ad
nüsha : kopya
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un bölümleri
risale-i câmia : kapsamlı risale, kitapçık
Risale-i Münâcât : Münâcât Risalesi; Üçüncü Şuâ
sıddık : çok doğru ve sadık
suret : biçim, şekil
tefsir : yorum, açıklama
tekerrür etme : tekrarlanma
tevhid : birleme, her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve buna inanma
umum : bütün, hepsi
Virdü’l- Ekber : en büyük vird, dua; Yirmi Dokuzuncu Lem’a
acip : acaip, tuhaf
Âyetü’l-Kübrâ risalesi : en büyük delil anlamına gelen Risale-i Nur’da bir bölüm; Yedinci Şua
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
beyan : açıklama, izah
bilhassa : özellikle
cemaat : topluluk, grup
cemiyet : topluluk
cihazat-ı muharribe : savaş âletleri, silahları
cihet : şekil, yön
efrad : fertler, bireyler
ehemmiyet : önem, değer
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapmış olanlar
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler
fevkalâde : olağanüstü
hâsiyet : özellik
hengâm : ân, zaman
ihtar edilme : hatırlatılma, ikaz edilme
ihtiyat : önlem alma, tedbirli hareket etme
imdat : yardım
inkişaf eden : açığa çıkan, gelişen
istimal etme : kullanma
istinad : dayanma, dayanak
istinadgâh : dayanacak yer, sığınak
kanaat verme : inandırma, razı etme
kat’î : kesin olarak
komite : kötü bir maksat için toplanmış gizli topluluk
kuvve-i mâneviye : mânevî kuvvet, moral gücü
küllî : geniş, kapsamlı
lillâhilhamd : Allah’a hamd olsun ki
mağlûbiyet : yenilgi
mânen : mânevî olarak
meyus : ümitsiz
muharebe : savaş
mübareze-i küfür ve iman : iman ve küfür mücadelesi
mümtaz : seçkin, üstün
mütesanid : dayanışma hâlinde olan, birbirini destekleyen
nefer : asker, er
nokta-i istinad : dayanak noktası
sahra : çöl
sirayet etme : bulaşma, yayılma
şahs-ı mânevi(ye) : mânevî şahıs, belli bir ideal ve gaye etrafında bir araya gelen topluluğun oluşturduğu mânevî şahsiyet ve ortak kimlik; tüzel kişilik
tabur : bir askerî birlik
temayül : eğilim ve istek gösterme
tesanüd : dayanışma
ziyade : çok
Yükleniyor...