(Otuz bir, otuz ikinci âyetlerin Risale-i Nur’a işaretlerini istihrac etmeye muvaffak olan Ahmed Nazif ve oğlu Salâhaddin, Risale-i Nur’un ehemmiyetli şakirtlerinden olduğundan, Salâhaddin’in şu fıkrası, Yirmi Yedinci Mektubun fıkraları içine girmeye lâyıktır.)

Bin üç yüz elli sekiz (1358) senesi, Danzig’den çıkan bir kıvılcım, Avrupa içerisine sür’atle yayılarak büyük bir yangın halini aldığından, bütün milletler seferî vaziyetinde bulunduğundan Türkiye de kısmî seferberlik yaptı. Bin üç yüz elli dokuz (1359)’da 27, 28, 29 doğumluları silâh altına aldı. Bu meyanda, Risale-i Nur talebelerinden Mehmed Feyzi ve ben gibi küçük talebeler de, bir hikmete binaen askere alınmıştı. HAŞİYE-1

Üstadımız, yalnız altı yedi ay kadar, Risale-i Nur’un intişarı hususunda başka muhitte bulunmamız icap ettiğinden, kalb, fikir ve avucunu Cenâb-ı Hakkın rahmetine açtığı mânen anlaşıldığından, bu duasının kabulü Risale-i Nur’un mühim bir kerameti neticesi olarak başka muhite askerlik vazifesi içinde, Risale-i Nur’a hizmet için gönderildik. Altı yedi ay sonra, Feyzi ve Salâhaddin vazife-i neşri yaptıktan sonra, mezkûr kur’aların, en tehlikeli bir zamanda Alman orduları Romanya’yı işgal, Bulgaristan’ı tazyik, İtalya da Yunanistan’la harp ettiği bir sırada terhisleriyle, o keramet anlaşılmıştır. HAŞİYE-2

Hem Salâhaddin, emsalinden bir ay sonra ordudan sevk edilmesi, İnebolu’da emsalleriyle beraber bulunmadığı memleket halkından bazı kimselerin gözüne batarak, müteaddit ihbaratta bulunmaları üzerine, askerlik şubesi tarafından reis, polis vasıtasıyla babasını şubeye celple oğlunun nerede olduğu sorulduğunda, oğlundan bir gün evvel gelen telgrafı göstererek, İzmit Deniz Alayına mürettep olduğunu ve oğlunun kasten gitmediği, bir ay ticarete gittiği anlaşılmasıyla, babası Ahmed Nazif serbest bırakılmasıdır. Hem maden direğine yazılıp askerlikleri tehir edilenler içinde, hergün benimle görüşen kâtip bir arkadaşım, beni unutup kaydetmediği, sonra da o tecil edilenler hem askere alındığı, hem de fena nazarıyla bakıldığı ve Salâhaddin o nazardan kurtulmasıdır. Hem Salâhaddin’in mürettep olduğu alaya, on beş gün geç iltihak etmesinden dolayı bir ceza verilmeden ve hiçbir tavsiyeye muhtaç kalmadan alay yazıcısı olarak alınması, hem Salâhaddin’in terhislerinde bakaya erlerin üç gün dahi olsa, mahkemeye verildiği halde, kendisinin bir ay bakaya kaldığı halde bir ceza gelmeden terhis ve alay kumandanı ve yâverinin teessüründen gözleri yaşararak ayrılışı, Risale-i Nur’a ait bir keramet olduğu bizce kat’î kanaat gelmiştir.

Hem bir vakit Tosya’dan Kastamonu’ya gelirken, beraberimde Risale-i Nur’un Lem’a ve Şualar’ı vardı. Haşre ait bir mebhas okuyordum. Kamyon yokuşları tırmanıyordu. Havanın ve makinenin harareti bana ağırlık ve fikrime de “Bu Risale-i Nur muazzam bir mu’cize-i Kur’âniyedir. Başka sahada mu’cize gösterebilir mi? Halbuki mu’cize, Enbiya Aleyhimüsselâma mahsustur. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sonra mu’cize gösterilmeyecektir” mülâhazası esnâsında kamyon müthiş sadmelerle üç takla, yirmi beş otuz metreden aşağıya yuvarlandık. Şehadet getiriyordum. Yaralı mıyım diye kendimi yokladım. Yüz bin şükür, hiçbir yaram yok. Korkarak doğruldum. Şoförün kafası, gözü parçalanmış, “ah, of” çekiyor. Etrafımı tetkik ettim; şoför tarafındaki kapı ve camlar hurdahaş olmuş. Benim tarafımdaki ince cam bile kırılmamış. O anda bunun büyük bir keramet olduğunu, mu’cize olmadığını ve bir daha böyle maceralı şeyleri tefekkür etmemek için kerametkârâne gaybî bir tokat olduğunu anladım.
Risale-i Nur şakirtlerinden
Salâhaddin Çelebi

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE-1 : Feyzi’nin ve Salâhaddin’in asker olması dolayısıyla Üstad hafif tebessüm ederek, “Sizi onlar alamazlar. Vazifeniz var, dâvet ediliyorsunuz. Çünkü lisanla olmasa da hal ve etvarınız o vazifeyi görecektir” dedi. Hakikaten Salâhaddin asker olduğunda, mübarek Ramazan’da İzmit’in Tavşan Tepesinde, havanın müsaadesizliğine rağmen yine cemaatle teravih namazı kıldırması ve Alayın Hadımköyüne kalkması, Ramazan’ın 27, 28, 29 uncu günlerine tesadüf etmesi dolayısıyla oruç ve namazını vapurda, Kadir Gecesini de Hadımköyünde istasyon rampasında, yağmurlu soğuk bir havada müşkilâtla bulunduğu su ile abdest alıp, sandık kapağı üstünde kılması ve geceyi yük vagonları içinde acı bir vaziyette şükürlerle geçirmesi, sair neferattaki hiss-i diyaneti heyecana getiriyordu, bir ders hükmüne geçerdi. Ve Balaban Köyünde bayram namazından evvel askerî ve sivil eşhasa, köy camiinde namaz hakkında Dördüncü Sözü aynen okuması ve Risale-i Nur’la vaazda bulunması; kardeşim Feyzi dahi aynen bulunduğu kıt’ada daha tesirli bir tarzda, manevî lisan-ı hal ve kal ile ders vermesi, bilfiil Üstadının nutkunu tasdik eder. 27, 28, 29 tarihi, mübarek günlerin en meşakkatlisi idi. Türkiye’de 1359’da 27, 28, 29 kur’aları askere alınmıştı. Bu tevafuk dahi, keramete bir letafet katar. (Salâhaddin)
HAŞİYE-2 : Evet, Üstadım bana Mu’cizât-ı Ahmediyeyi, kardeşim Hüsrev tarzında yazdırıyordu. Ben—yani Feyzi—bir parça tembellik ettim. Birden, 28’lilerle askere istenildim. Yine Üstadım dedi: “Mu’cizat-ı Ahmediye’yi yaz; seni şimdi vermeyeceğim.” Başladım. O emir bir hafta geri kaldı. Tekrar bir ârıza ile yazı noksan kaldı. Tekrar askere çağırıldım. Yine Üstadım, “Git, yaz” dedi. Ciddî çalışmaya başladım. Fevkalme’mul, ikinci defa emir geri kaldı. Bir hafta sonra, tekrar bir mazerete binaen yazıyı bıraktım. Üstadım dedi: “Senin şimdi vazifen Risale-i Nur noktasında askerliktedir.” Birden bir emir geldi, bir şefkat tokadı yiyip vazifeme gönderildim. Cenâb-ı Hakka şükür, Risale-i Nur’a çalıştım ve çalıştırıldım. Üstadımız bize söylediği gibi, altı yedi ay sonra terhis edilip Üstadıma kavuştum. İnşaallah bu kabahatim de affolmuştur. Hem Risale-i Nur’u, hem bizi hizmet-i Kur’aniyede sebkat eden Hüsrev ve Rüştü ve Sabri gibi kardeşlerimi şefi’ tutarak bu kusurumun afvını Üstadımdan istedim. Ben itiraf ediyorum, tembelliğimin neticesi olarak bir şefkat tokadını yedim. (Feyzi)
Önceki Risale: ( 36 ) / Sonraki Risale: ( 38 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

alay : genel olarak üç taburdan oluşan askerî topluluk
bilfiil : fiilen, uygulayarak
binaen : dayanarak
ehemmiyetli : önemli
eşhas : şahıslar, kişiler
etvar : haller, tavırlar
fıkra : belli bir düşünceyi anlatmak üzere kaleme alınan yazı; makâle
hakikaten : gerçekten
haşiye : dipnot
hıfz : koruma, muhafaza etme
hikmet : amaç, gaye
himayet : koruma
hiss-i diyanet : din hissi, duygusu
hizmet-i Kur’ân : Kur’ân hizmeti
inâyet-i Rabbâniye : Allah’ın inâyeti, yardımı
istihrac etme : çıkarma
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak görünen olağanüstü hâl ve fiil
kıt’a : silâhlı veya silâhsız erlerin, bir komutanın emrinde bir araya gelmesinden oluşan birlik
kur’a : ad çekme
letafet : güzellik, hoşluk
lisan : dil
lisan-ı hâl ve kal : hâl ve söz dili
mânen : mânevî olarak
meşakkat : güçlük, sıkıntı
meyan : ara
muvaffak : başarılı olma, erişme
mübarek : hayırlı
müstehak : hak etme, lâyık olma
müşkilât : zorluklar, güçlükler
neferat : askerler, erler
nutuk : konuşma
Risaletü’n-Nur : Risale-i Nur’un diğer bir adı
sair : diğer
sille : tokat, şamar
şakirt : talebe, öğrenci
şükür : medih, övgü
tasdik : doğrulama, kabul etme
tesadüf etme : rastgelme
tevafuk : uygunluk, anlamlı denklik
alay : üç taburdan oluşan askerî topluluk
binaen : dayanarak
celb : getirme, çağırma
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
emsal : benzerler, örnekler
fevkalme’mul : beklenilenin üstünde
harp etme : savaşma
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hizmet-i kur’aniye : Kur’ân hizmeti
icap : gerektirme
ihbarat : haber vermeler
iltihak etme : katılma
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
intişar : yayılma
işgal : istilâ etme, ele geçirme
kâtip : yazan, yazıcı
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak görünen olağanüstü hâl ve fiil; ikram, bağış
kur’a : ad çekme
mânen : mânevî olarak
mezkûr : anılan, sözü geçen
Mu’cizât-ı Ahmediye : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gösterdiği mu’cizelerin anlatıldığı risale; On Dokuzuncu Mektup
muhit : çevre, taraf
mürettep : bağlantılı
müteaddit : bir çok, çeşitli
nazar : bakış
rahmet : merhamet, ihsan, bağış
sebkat eden : ilerleyen, ileri geçen
şefî’ : şefaatçi
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
tazyik : baskı
tecil edilen : ertelenen, sonraya bırakılan
tehir edilen : ertelenen, sonraya bırakılan
terhis : göreve son verme, serbest bırakma
vazife-i neşir : neşir, yayma vazifesi
Aleyhimüsselâm : Allah’ın selâmı onların üzerine olsun
Aleyhissalatü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
bakaya : askerlik için son yoklaması yapıldıktan sonra istenildiklerinde gelmeyen kişiler
enbiya : nebiler, peygamberler
gaybî : bilinmeyen, görünmeyen, gayb âlemine ait
hararet : ısı, sıcaklık
haşir : yeniden diriliş; insanların öldükten sonra, âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanması ve hesaba çekilmesi
hurdahaş : param parça
kat’î kanaat : kesin inanma, razı olma
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak görünen olağanüstü hâl ve fiil; ikram, bağış
kerametkârâne : kerametli bir şekilde, keramet gösterircesine
mebhas : bahis, konu
mu’cize : Allah’ın izniyle gerçekleşen ve bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey
mu’cize-i Kur’âniye : Kur’ân’ın mu’cizesi
muazzam : çok büyük
mülâhaza : düşünme, akla getirme
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
sadme : darbe, çarpma
Selâhaddin/Salâhaddin Çelebi :
şakirt : talebe, öğrenci
şehadet getirme : “Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim” ifadesini söyleme
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
teessür : üzüntü
tefekkür etme : düşünme
terhis : göreve son verme, serbest bırakma
tetkik etme : inceleme, araştırma
yâver : komutanların yanında bulunan ve onların emirlerini yazmakla ve gerektiğinde yerine ulaştırmakla görevli subay
Yükleniyor...