2 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ1 بِاسْمِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ تَوَافُقَاتِ الْكَلِمَاتِ وَحُرُوفَاتِهَا فِى كِتَابِ الْكَاۤئِنَاتِ 3

Aziz, sıddık, âlicenap kardeşlerim; Nur ve Gül fabrikalarının vaziyetlerinden, bu acip zamanda ne tarzda olduğunu haber vermiyorsunuz. Halbuki, bu dünyada en ziyade alâkadar olduğum onlardır. Her neyse... HAŞİYE-1 Bu defa hakikatlerin yemişleri nev’inde ve Risale-i Nur talebelerinin medâr-ı teşviki olan letâif-i tevafukiyeden birisini, Feyzi’nin sebebiyle ve arzusuyla size gönderildi. Şöyle ki:

Birgün tashihat işim yoktu. İşârâtü’l-İ’câz’ın ت tevafuku hakkında yanlışım ve sehvim hâtırıma geldi. Bir keffaretü’z-zünub aradım. Birden, Lâfzullahın başı olan elif, Risale-i Nur’un bir muhtasar fihristesi ve çekirdek-i aslîsi olan İşârâtü’l-İ’câz’da ve resâil-i sairede kerametkârâne vaziyetler gösterdiğini düşündüm. Acaba Lâfzullahın ل ve harfleri dahi ne vaziyet gösterecek diye baştan aşağıya kadar bütün İşârâtü’l-İ’câz’ı, sahifelerdeki satırbaşları ve nihayetlerini saydım. ل ve nın elif gibi kerametkârâne vaziyetini gördüm. Belki inşaallah, tevafukta sehivden gelen kusurlarıma ve yanlışlarıma bu da bir küçük keffaretü’z-zünub olur.

Evvelki mektupta, İşârâtü’l-İ’câz’da, sair hurufatın mecmuu başka bir tarzda ehemmiyetli bir vaziyet-i harikaları bulunduğuna bir işaret, bir uç, bir emare gördüğümüzü size yazmıştık. Fakat o geniş sırrı tamamen görmek çok zamana muhtaç olduğundan, çok ehemmiyetli vazifeler şimdilik onunla iştigale müsaade etmedi.

Aziz kardeşlerim,

Bu sıkıntılı zamanda ve tazyikat altında akıl ve kalbi eğlendiren ve keyiflendiren böyle tefekkühat-ı ilmiyeyi israf saymayınız. Hüsn-ü niyet öyle bir kimyadır ki, şişeleri elmasa çevirir, toprağı altın yapar. İnşaallah, o hüsn-ü niyetle, bu tefekkühat dahi hakikî bir gıda ambarına bir anahtar olur ve hizmette zaafa düşenlere kût ve kuvvete yol açar.

Lâfzullahın âhir harfi seksen beş defa o Lâfza-i Celâlin evvelki harfi oluyor. 4 اَللّٰهُ وَاحِدٌ adedine mânidar bir tek farkla tevafuk lisanıyla
اَللّٰهُ وَاحِدٌ der. bir adedi, seksen beş defa hemen hemen umumiyetle tevafuk eder. Yalnız, bazan bir sahife fasıla olur. iki adedi, kırk iki defa ekseriyet-i mutlaka ile tevafuk eder. üç adedi, yirmi beş defadır, ekseri tevafuktadır. Hecede ikinci ve Kur’ân’da ve Bismillâh’ta birinci harf olan ب yine seksen beş defa bir oluyor. اَللّٰهُ وَاحِدٌ der. ب iki adedi kırk üç olup, bir farkla nin ikisine tevafuk eder. ب üç adedi yirmi yedi olup, ’nin üçüne iki farkla tevafuk eder. ب beş adedi yirmi üç defa ’nin üç adedine iki farkla tevafuk eder. ت altı adedi on beş defa و ’ın dört adedine tevafuk eder. و altı adedi yirmi altı veya yirmi yedi defadır. و ’ın beş adedi yirmi beş defa olup, altı adedine bir veya iki farkla tevafuk eder. ( ا ) altı adedi, sekiz defa ve ( ا ) beş adedi sekiz defa birbiriyle tam tevafuk eder.

Elhâsıl: Beş ile altı هُوَ ism-i mukaddesi oldukları için kerametkârâne vaziyetler gösteriyorlar. Lâfzullahın ortadaki harfi olan ل ’yetmiş beş defa evvelki harfi olan elif oluyor. Hemen hemen umumiyetle tevafukla 5 هُوَ اللّٰهُ adedine üç farkla tevafuk lisanıyla هُوَ اللّٰهُ okuyor. ل ’ın iki adedi altmış beş defa olup, ekseriyet-i mutlaka ile tevafuk ederek, farksız veya iki farkla اَللّٰهُ adedine tevafuk lisanıyla اَللّٰهُ der, zikreder. Ve ل ’ın üç adedi ekseri birbirine tevafukla otuz üç defa olarak, otuz üç aded-i mübarekine tevafukla ve ل ’ın makam-ı cifrîsine üç farkla tevafuk etmekle beraber yalnız mânidar bir farkla 6 وَاحِدٌ اَحَدٌ adedine tevafuk lisanıyla وَاحِدٌ اَحَدٌ der, hükmeder. ل ’ın dört adedi on sekiz olup, وَاحِدٌ adedi olan on dokuzuna yalnız bir manidar farkla, tevafuk lisanıyla وَاحِدٌ der, tevhidi ilân eder. Bu dört adedi, iki adetle beraber, yalnız iki farkla, tevafuk diliyle Lâ ilâhe illâ Hû okurlar.

İşte seksen beş, yetmiş beş, altmış beş olması ve bir adedi seksen beş ve iki adedi onun yarısı olan kırka ve üçü onun nısfı HAŞİYE-2 yirmiye inmesi ve birbiriyle tevafukları ve Lâfza-i Celâlin ve Kelime-i Tevhidin lem’alarını ifade etmeleri gibi, muntazam niseb-i adediye ve mânidar münasebet-ı tevafukıye bize kanaat veriyor ki, tesadüfî değil, belki alâmet-i kabul bir tevfiktir; bir tanzimdir.
Kardeşiniz
Said Nursî

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Allah’ın adıyla.
2 : “Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
3 : Kâinat kitabındaki kelimelerin ve o kelimelerin harflerinin tevafukatı adedince Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
HAŞİYE-1 : Huruf-u Kur’âniyeyi tercüme ile tahrif, tebdil, tağyir etmek mülhidlerin dehşetli cinayetlerine mukabil cihad eden Said, ifratkârâne ve müsrifâne tevafukta çok tedkikâtı lüzumsuz değil, mânâsız olmaz.
HAŞİYE-2 : Seksen dördüncü sahifenin ikinci haşiyesinde حمزه ahiri ة dir. (Arabî İşârâtü’l-İ’câz’ın ilk tab’ının seksen dördüncü sahifesi.)
4 : Allah birdir.
5 : O, Allah’tır.
6 : Bir, tek
Önceki Risale: ( 39 ) / Sonraki Risale: ( 41 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

alâkadar : alâkalı, ilgili
âlicenap : yüksek ahlâk sahibi
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
buharat-ı müzahrefe : pis, zararlı buharlar
çekirdek-i aslî : asıl çekirdek, öz
ehl-i himmet : gayretli ve çalışkan olanlar
ekser : pek çok
fihriste : özet
fütur : usanç, gevşeklik
hakikat : gerçek, doğru
himmet : mânevî yardım
keffâretü’z-zünub : günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile
kudsî : kutsal, mukaddes
lâfzullah : “Allah” lâfzı, kelimesi
letâif-i tevafukiye : tevafukun güzellikleri, şirinlikleri
medâr-ı teşvik olan : teşvik eden
meşher : sergi yeri
muhtasar : kısa, özet
müşkilât : zorluklar, güçlükler
nev’ : tür
sehiv : hata
sıddık : çok doğru ve sadık
tashihat : düzeltmeler
tesmim eden : zehirlendiren
tevafuk : denk gelme, uygunluk
zira : çünkü
ziyade : çok, fazla
ziyadeleşme : fazlalaşma, çoğalma
âhir : son
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
Bismillâh : Allah’ın adıyla
ehemmiyetli : önemli
ekser : pekçok, çoğunluk
ekseriyet-i mutlaka : çoğunluk
emare : belirti, işaret
evvel : önce
fasıla : ara
hakikî : gerçek
hurufat : harfler
hüsn-ü niyet : güzel niyet
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
israf : savurganlık, gerektiğinden fazla harcama
iştigal : meşgul olma, uğraşma
keffâretü’z-zünub : günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile
kerametkârâne : kerametli bir şekilde, keramet gösterircesine
kût : gıda
Lâfza-i Celâl : “Allah” kelimesi
lâfzullah : “Allah” lâfzı, kelimesi
lisan : dil
mânidar : mânâlı, anlamlı
mecmu : bütün
nihayet : son
resâil-i saire : diğer risaleler
sair : diğer, başka
sehiv : hata
tazyikat : baskılar, sıkışmalar
tefekkühat : çok hoşlanıp hayrette kalmalar, meyveler
tefekkühat-ı ilmiye : ilimle ilgili hoşa giden, hayrette bırakan meseleler, meyveler
tevafuk : denk gelme, anlamlı uygunluk
umumiyet : genellik
vaziyet-i harika : harika bir durum
zaaf : zayıflık, güçsüzlük
aded-i mübarek : mübarek sayı
ekser : pekçok
ekseriyet-i mutlaka : genel çoğunluk
elhasıl : kısaca, özetle
evvel : önce
ism-i mukaddes : kutsal isim
kerametkârâne : kerametli bir şekilde, keramet gösterircesine
lâfzullah : “Allah” lâfzı, kelimesi
lisan : dil
makam-ı cifrî : cifir hesabına göre ulaşılan sonuç, sayı değeri
mânidar : mânâlı, anlamlı
tevafuk etme : uygun düşme, denk gelme
tevafuk : uygunluk, denk gelme
umumiyet : genellik
Yükleniyor...