بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1

Risale-i Nur talebelerinin hasları olan sahip ve vârisleri ve haslarının hasları olan erkân ve esasları olan kardeşlerime bugünlerde vuku bulan bir hâdise münasebetiyle beyan ediyorum ki, Risaletü’n-Nur hakaik-i İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risaletü’n-Nur’dadır. Evet, on beş sene yerine on beş haftada Risaletü’n-Nur o yolu kestirir, iman-ı hakikîye isal eder.

Bu fakir kardeşiniz yirmi seneden evvel kesret-i mütalâayla bazan bir günde bir cilt kitabı anlayarak mütalâa ederken, yirmi seneye yakındır ki Kur’ân ve Kur’ân’dan gelen Resailü’n-Nur bana kâfi geliyorlardı. Birtek kitaba muhtaç olmadım, başka kitapları yanımda bulundurmadım. Risaletü’n-Nur çok mütenevvi hakaike dair olduğu halde, telifi zamanında, yirmi seneden beri ben muhtaç olmadım. Elbette siz, yirmi derece daha ziyade muhtaç olmamak lâzım gelir.

Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgul olmuyorum; siz dahi Risaletü’n-Nur’a kanaat etmeniz lâzımdır, belki bu zamanda elzemdir.

Hem şimdilik bazı ulemanın yeni eserlerinde meslek ve meşrep ayrı ve bid’atlara müsait gittiği için, Risaletü’n-Nur zındıkaya karşı hakaik-i imaniyeyi muhafazaya çalışması gibi, bid’ata karşı da huruf ve hatt-ı Kur’ânı muhafaza etmek bir vazifesi iken, has talebelerden birisi bilfiil huruf ve hatt-ı Kur’âniye’yi ders verdiği halde, sırrı bilinmez bir hevesle, huruf ve hatt-ı Kur’âniyeye, ilm-i din perdesinde tesirli bir surette darbe vuran bazı hocaların darbede istimal ettikleri eserleri almışlar. Haberim olmadan, dağda, şiddetli bir tarzda o has talebelere karşı bir gerginlik hissettim, sonra ikaz ettim. Elhamdü lillâh ayıldılar. İnşaallah tamamen kurtuldular.

Ey kardeşlerim; Mesleğimiz, tecavüz değil tedafüdür. Hem tahrip değil, tamirdir. Hem hâkim değiliz, mahkûmuz. Bize tecavüz eden hadsizdirler. Mesleklerinde, elbette çok mühim ve bizim de malımız hakikatler var. O hakikatlerin intişarına bize ihtiyaçları yoktur. Binler o şeyleri okur, neşreder adamları var. Biz onların yardımlarına koşmamızla, omuzumuzdaki çok ehemmiyetli vazife zedelenir ve muhafazası lâzım olan ve birer taifeye mahsus bir kısım esaslar ve âli hakikatler kaybolmasına vesile olur.

Meselâ, hâdisât-ı zamaniye bahanesiyle Vehhâbîlik ve Melâmîliğin bir nev’ine zemin ihzar etmek tarzında, bazı ruhsat-ı şer’iyeyi perde yapıp eserler yazılmış. Risaletü’n-Nur, gerçi umuma teşmil suretiyle değil, fakat herhalde hakikat-i İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velâyet ve esas-ı takvâ ve esas-ı azimet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniye gibi ince, fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdisâtın fetvalarıyla onlar terk edilmez.
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
Önceki Risale: ( 47 ) / Sonraki Risale: ( 49 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlem-i bekà : devamlı ve kalıcı âlem, âhiret
âmin : “Allah’ım kabul eyle”
beyan : açıklama, anlatma
binaen : dayanarak
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
ehemmiyetli : önemli
erkân : temel unsurlar, ileri gelenler
evvel : önce
fakir : muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan bir söz
hakaik-i İslâmiye : İslâmiyetin hakikatleri, esasları
halel : zarar, eksiklik
has : husûsi, özel; kıymetli ve ileri gelen mühim yakınlar topluluğu
ihtar : hatırlatma, uyarı
iman-ı hakikî : hakiki, gerçek iman
isal etmek : ulaştırmak, eriştirmek
istişmam etme : koklama
kâfi : yeterli
kat’î : kesin olarak
kesret-i mütalâa : çok okuma, çok tetkik etme
kıymettar : kıymetli, değerli
mesrur : sevindirme
muvaffak : başarılı
münasebet : bağlantı, ilişki
mütalâa etme : dikkatle okuma, inceleme
mütenevvi : çeşitli
rayiha : koku
Risaletü’n-Nur : Risale-i Nur’un diğer bir adı
sair : diğer, başka
tahkikî : araştırarak ve kesin delillere dayanarak
tenbih : ikaz, uyarı
tenvir eden : aydınlatan, nurlandıran
tesâhub : sahip çıkma; koruma
umum : genel, bütün
vâris : mirasçı
vuku bulan : gerçekleşen, meydana gelen
âli : yüce, yüksek
bid’at : aslen dinde olmayıp sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamalar
bilfiil : fiilen, uygulamada
cereyan etme : meydana gelme, oluşma
elhamdü lillâh : Allah’a hamd olsun
elzem : çok lüzumlu
esâsât-ı Sünnet-i Seniye : Sünnet-i Seniye’nin esasları, temelleri
esas-ı azimet : azimetin esası, temeli
esas-ı takvâ : takvânın esası, temeli
esas-ı velâyet : veliliğin esası, temeli
fetvâ : dinî hüküm, karar
hâdisat : hâdiseler, olaylar
hâdisât-ı zamaniye : zamanın hâdiseleri, olayları
hadsiz : sınırsız, sayısız
hakaik : hakikatler, gerçekler, esaslar
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri, esasları
hakikat : doğru, gerçek, esas
hakikat-i İslâmiye : İslâmiyetin hakikati, esası
hâkim : hükmeden
has : husûsi, özel; hâlis; kıymetli ve ileri gelen mühim yakınlar topluluğu
huruf ve hatt-ı Kur’ân : Kur’ân’ın harfleri ve yazısı; Arapça harfler
ilm-i din : din ilmi
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
intişar : yayılma
istimal : kullanma
kanaat etme : razı olma
meşreb : hareket tarzı, metot
muhafaza : koruma
neşretme : yayma
nev’ : çeşit
ruhsat-ı şer’iye : dinin verdiği izin
sevk-i zaruret : mecburî yöneltme, zorunlu istikamet
suret : biçim, şekil
tahrip : yıkıp yok etme, bozma
taife : grup, topluluk
tecavüz eden : sataşan, saldıran
tedafü : kendini koruma, savunma
telif : yazma, kaleme alma
teşmil : içine alma, kaplama
ulema : âlimler
umum : genel, bütün, herkes
vazife-i asliye : asıl görev
zemin ihzar etmek : yer hazırlamak
zındıka : dinsizlik, inançsızlık
ziyade : çok
Yükleniyor...