Aziz, tam sıddık kardeşlerim,

Benim, bu dünyada medâr-ı tesellîm ve sürurum sizlersiniz. Eğer sizler olmasaydınız, bu dört sene azaba dayanamazdım. Sizin sebat ve metanetiniz, bana da kuvvetli bir sabır ve tahammülü verdi. Birden hatıra gelen dört nokta:

Birincisi: Kardeşlerim, bu zelzele benim itikadımda “şakk-ı kamer” gibi bir mu’cize-i Kur’ân’dır; en mütemerridi dahi tasdike mecbur eder bir vaziyete girdi.

İkincisi: Eski zamandan beri hiçbir cemaat, Risale-i Nur’un şakirtleri kadar hak ve hakikat mesleğinde pek çok iş görmekle beraber, pek az zahmetle kurtulmamışlar. Bizim hizmetimizin ondan birini yapanlar, zahmetimizin on mislini çekmişler. Demek biz, daima “Şükür ve elhamdülillâh” dedirten bir haldeyiz.

Üçüncüsü: Ben gönderilen risaleleri mütalâa ettim. Bir kısım hakikatleri mükerrer gördüm. Makam münasebetiyle tekrar edilmiş. Benim arzu ve belki ihtiyarım olmadan niçin böyle olmuş, kuvve-i hafızama gelen nisyandan sıkıldım. Birden, şiddetli bir ihtarla “On Dokuzuncu Sözün âhirine bak” denildi. Baktım, risalet-i Ahmediyenin (a.s.m.) mu’cize-i Kur’âniyesinde tekraratının çok güzel hikmetleri, tam tefsiri olan Risaletü’n-Nur’da tamamıyla tezahür etmiş. O tekrarat, o hikmetler için tam yerinde ve münasip ve lâzım olmuş.

Hem Lütfü, hem Abdurrahman, hem Hâfız Ali hükmünde Küçük Ali sizin namınıza da Yirmi Dokuzuncu Lem’a-i Arabiyenin tefsir ve tercümesini istemiş. Benim şimdi onunla meşgul olmaya ne vaktim var ve ne de halim müsaade eder. İnşaallah ileride Risaletü’n-Nur’un başka bir şakirdi o vazifeyi yapacak.

Hem Yirminci Mektupla Otuz İkinci Söz bir derece o Lem’ayı izah ederler. Hazret-i Ali (r.a.) iki defa 1 تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا sırrıyla, perde altında gizli parlamasına işareti, bizi ihtiyata sevk ve emreder.

Bir meseleye gayet kısacık bir remizle zekâvetinize, fehminize havale ediyorum:

Sual: “Yerin korkudan titremesi ve hiddeti neden Rus’a gelmiyor ve yalnız ...?”

Cevap: Çünkü nesholup tahrif olmuş bir dine karşı dinsizlikle ihanet başka. Ve hak ve ebedî bir dine karşı ihanet ise, yeri titretiyor, kızdırıyor.

Mukaddeme-i haşriyenin makamatını istiyorsunuz. Şimdiki vaziyetim hiçbir vecihle müsaade etmediği gibi, haşre dair yazılan hakikatler, burhanlar umuma nispeten ihtiyaca tam kâfi olduğundan, çabuk yazmasına mânen icbar edilmiyorum. Bir parça tehir edildi ve tâcil edilmedi. Hem ben burada kayıtlar altındayım,..

اَلصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ وَالسُّرُورِ 2

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Siracü’n-Nur (Nur Kandili) gizliden gizliye yanıp intişar eder; yayılır.
2 : “Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarıdır.” el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:21.
Önceki Risale: ( 5 ) / Sonraki Risale: ( 7 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

aziz : izzetli, çok değerli, saygın
cemaat : topluluk, grup
elhamdü lillâh : “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah’a mahsustur”
evc-i âlâ : en üst derece
evliya : Allah’ın sevgili kulları, veliler
evvel : önce
galibâne : galip gelerek
hak ve hakikat mesleği : doğrular ve gerçekler üzerine işleyen meslek; Kur’ân yolu
hakaik-i imaniye : iman haikatleri, esasları
hakikat : gerçek, doğru
hâlis : içten, katıksız, samimi
imtizac : birleşme, kaynaşma
itikad : inanç
ittihad : birleşme
izale eden : gideren, ortadan kaldıran
keşif : kalb gözüyle görme; mânevî âlemlere ait bazı olayları ve hakikatleri görme
letâif : lâtifeler, duygular
makam : konum
medâr-ı tesellîm ve sürurum : teselli ve mutluluk kaynağım
metanet : sağlam duruş, kararlılık
misillü : gibi
misli : benzeri; katı
mu’cize-i Kur’ân : Kur’ân’ın mu’cizesi
mukabele etme : karşılık verme
mükerrer : tekrarlanmış
münasebet : bağlantı, ilişki
müşahede etme : görme, gözlemleme
mütalâa etme : dikkatle okuma, inceleme
mütemerrid : inatçı, dikkafalı
nazar : bakış
nefs : kişinin kendisi
nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un bölümlerinden her birisi
Risaletü’n-Nur : Risale-i Nur’un diğer bir adı
saadet-i ebediye : sonu olmayan, sonsuz mutluluk
sair : diğer
sebat : kararlılık
sıddık : çok doğru ve bağlı
şahs-ı mânevî-i dalâlet : dalâleti mânen temsil eden mânevî şahıs; sapkınlığın tüzel kişiliği
şakirt : talebe, öğrenci
şakk-ı kamer : Peygamberimizin (a.s.m.) bir işaretiyle Ay’ın ikiye bölünmesi mu’cizesi
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
taarruz eden : saldıran
tahammül : katlanma, yüklenme
tasdik : onaylama, kabul etme
teavün : yardımlaşma
ulema : âlimler
vesvese : şüphe, kuruntu
zelzele : deprem, sarsıntı
âhir : son
burhan : kuvvetli ve sarsılmaz delil
ebedî : sonsuz, sonu olmayan
fehim : anlayış, kavrayış
hak : doğru, gerçek, asıl
hakikat : gerçek, doğru
haşir : yeniden diriliş; insanların öldükten sonra âhirette diriltilip Allah’ın huzurunda toplanması ve hesaba çekilmesi
hiddet : öfke, kızgınlık
hikmet : sebep, sır, gaye
icbar edilme : zorlanma
ihtar : hatırlatma, uyarı
ihtiyar : dileme, istek, irade
ihtiyat : önlem alma, tedbirli hareket etme
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
izah etme : açıklama
kâfi : yeterli
kuvve-i hafıza : hafıza duygusu, bellek
makamat : makamlar, konuyla ilgili yerler
mânen : mânevî olarak
mu’cize-i Kur’ân : Kur’ân mu’cizesi
mukaddeme-i haşriye : âhiretteki, yeniden dirilişin başlangıcı
münasip : uygun
nam : ad
nesholma : hükmü yürürlükten kalkma; hükümsüz olma
nispeten : kıyasla, oranla
nisyan : unutkanlık
remiz : işaret
risalet-i Ahmediye : Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği
Risaletü’n-Nur : Risale-i Nur’un diğer bir adı
şakird : talebe, öğrenci
tâcil edilme : çabuklaştırılma, hızlandırılma
tahrif olma : hükmü yürürlükten kalkma; bozulma
tefsir : açıklama, yorum
tehir edilme : ertelenme
tekrarat : tekrarlar
tezahür etme : belirme, görünme, ortaya çıkma
umum : bütün, herkes
vecih : yön, şekil
Yirmi Dokuzuncu Lem’a-i Arabiye : Arapça olarak telif edilen, Tefekkürname adındaki Yirmi Dokuzuncu Lem’a
zekâvet : zekilik
Yükleniyor...