2 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ1 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ قَطَرَاتِ الثَّلْجِ 3

Aziz, sıddık kardeşlerim; Tekrar bayramlarınızı bu havalideki kardeşlerimizle beraber tebrik ediyoruz. Sizin beş altı mektubunuza mukabil beş altı mektup yazmak hakkınızdır; fakat benim ümmîliğim için kusura bakmazsınız. Bir kısa mektupla iktifa ediyorum.

Evvelâ: Hüsrev’in mektubu, Risale-i Nur’a hizmet edemediği için teessüfüne mukabil, ona yazınız ki, Hüsrev’in câzibedar yazıları ve nüshaları onun yerinde pek parlak bir surette hizmet ediyorlar ve Hûlusi’nin Yirmi Yedinci Mektuba giren mektupları dahi onun bedeline çalışıyorlar, vazifesini kısmen görüyorlar. Ve merhume validesine mahsus dua edilecek.

Ve Aydınlı Hasan Atıf’ın, Hâfız Ali’nin mektubunun haşiyesinde yazdığı misli görülmemiş şu dua, “Yâ Rab, güldür Said’i, tâ gülmesinden güller açılsın” diye pek garip fıkrası, Risale-i Nur’a onun sadakat ve ihlâsının acip bir kerametidir ki, otuz günde bir defa gülmeyen o biçare Said, bir günde otuz defa güldüğünün yazılması ve size o mektubun gönderilmesi zamanına tam tamına tevafuk ediyor.

Marangoz Ahmed’in cidden beni sürurla ağlattıran ve çok meraklarımı izale eden Risale-i Nur’un mübarek şakirtlerinin kerametkârâne, bir gecede oraya gelen mektupları lâzım gelen yerlere göndermek için yazmaları, beni fevkalâde mesrur ve müteşekkir eden mektubu, bir kitap kadar ve on mektup yerinde kabul ettik.

Merhum ve kıymettar ve çok vefakâr ve fedakâr ve sekiz sene bana hizmet eden bir kardeşimiz Marangoz Mustafa Çavuş yerine, Cenâb-ı Hak, rahmetiyle, kahraman Marangoz Ahmed’i verdi.

Nur ve Gül fabrikalarının sahibi Hâfız Ali’nin mektupları, çok ince ve çok yüksek hissiyatını ve kerametkârâne ihlâsının derecelerini gösterdiğinden, pek uzun bir mukabele ister. Fakat şimdilik bu kadar deriz: O, umumun hesabına bizlerin bayramını tebrik ettiğine, biz de onu tevkil edip, umumumuz namına herbir kardeşimize tebriki tekrar ediyoruz.

Mübarekler, Tâhir ile beraber, Tâhirî’nin bize o kıymettar kalemiyle Cennet taamları gibi çok tatlı ve huri libası gibi çok güzel yazıları, burada herkesi lezzetle mütalâaya sevk ediyor. Ve onun mâsume iki mübarek kızlarının yazdıkları nüshalar, burada kadınlar, kızlar âleminde geziyor, görenleri Risale-i Nur’a cezb ediyor. Çok çalışkan ve fedakâr Tâhirî’nin kesretli hediyeleri, bizleri çok borç altında bıraktı.

Risale-i Nur’un postacısı mübarek Abdullah ne halde olduğunu soracaktım. Hâfız Ali’nin mektubunda, sormadan cevabımı aldım. Allah, ikisinden razı olsun. O mektubun âhirinde, mazi ve müstakbel ve semavat ehlini dahi mesrur eden mâsumların ve mübarek ümmî ihtiyarların hediye-i mâsumâneleri beyanındaki fıkrası gayet güzel düşmüş.

Hâfız Ali’nin mektubunda Tâhirî’nin yazdığı ve göndereceği sözleri daha alamadık. Nur iskelesinin nâzır-ı bînazîri Sabri, basiret-i basîrin hususî mektubunda yazdığı mübarek bir hemşiremin Cevşenü’l-Kebîri ezber etmesi, eskiden beri o hemşire, Risale-i Nur talebeleri içinde bulunduğuna istihkakını gösteriyor. Onun namıyla beraber duada namı zikredilen ve Hazret-i Mevlânâ Hâlid’in cübbesini tam muhafaza edip bize yetiştiren Âsiye Hanımın birden lisanına gelen bir fıkra size gönderilecek.

O Kozca Hatibi, Risale-i Nur’la tam alâkadarsa, Sabri benim bedelime ona selâm etsin. Bize gelen mâsum ve ümmîlerin ve üstadlarının risalelerini yedi cilt olarak güzelce tasnif ettik. Mâsumların tevafuklu güzel parçaları bir cilt ve ihtiyarların güzel parçaları için de kahraman Şükrü’nün, Mu’cizat-ı Ahmediye güzel nüshası içinde olarak ikinci cilt, yedi cildin herbirinin başında, üçüncü sahifede gelen fıkra, medâr-ı ibret olarak yazılmıştır. Umuma selâm.

Risale-i Nur’un küçük ve mâsum şakirtlerinin elli altmış talebesinin ve kırk elli ümmî mübarek ihtiyarların ve kıymettar üstadlarının yazdıkları tevafuklu ve şirin nüshaları bize göndermişler. O parçaları yedi cilt içinde cem ettik.

Bu mübarek ümmî ihtiyarların kırk sene sonra Risale-i Nur hatırı için her işe tercihan yazıya başlamaları ve mâsum çocukların, Risale-i Nur’dan ders aldıkları ve yazdıkları risalelerin bir kısmıdır. Onların bu zamanda bu ciddî çalışmaları gösteriyor ki, Risale-i Nur’da öyle mânevî zevk ve cazibader bir nur var ki, mekteplerde çocukları okumaya şevkle sevk etmek için icat ettikleri her nevi eğlence ve teşviklere galebe edecek bir lezzet, bir sürur, bir şevk Risale-i Nur veriyor ki, çocuklar ve ümmî ihtiyarlar böyle hareket ediyorlar.

Hem bu hal gösteriyor ki, Risale-i Nur kökleşiyor. İnşaallah, onu hiçbir şey koparamayacak, ensal-i âtiyede de devam edip gidecek.

Aynen bu mâsum küçük şakirtler gibi, Risale-i Nur’un cazibedar dairesine giren bu ümmî ihtiyarların, kısmen çobanların ve yörük ve efelerin bu zamanda, bu acip şerait içinde herşeye tercihan Risale-i Nur’a bu surette çalışmaları gösteriyor ki, bu zamanda Risale-i Nur’a ekmekten ziyade ihtiyaç var ki, çiftçiler, çobanlar, yörük efeler, HAŞİYE hâcât-ı zaruriyeden ziyade bir hâcât-ı zaruriyeyi, Risale-i Nur’un hakaikini görüyorlar.
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
3 : Karın taneleri adedince, Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun.
HAŞİYE : Bilhassa Risale-i Nur kahramanlarından Şükrü Efe ve bilhassa dağ kumandanı Çoban Veli’nin ve yörük aşiretlerinden Bahadır Süleyman’ın ve emsalinin gayretlerine işarettir.
Önceki Risale: ( 81 ) / Sonraki Risale: ( 83 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : hayrette bırakıcı, hayranlık verici
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
biçare : çaresiz
cazibedar : cazibeli, çekici
evvelâ : ilk önce, birinci olarak
fevkalâde : olağanüstü, çok güzel
fıkra : bölüm, kısım
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
havali : çevre, etraf
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
iktifa etme : yetinme
izale eden : gideren, ortadan kaldıran
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak görünen olağanüstü hal ve fiil
kerametkârâne : kerametli bir şekilde, keramet gösterircesine
mahsus : hususî, özel
merhume : Allah’ın rahmetine kavuşmuş, vefat eden kadın
mesrur eden : sevindiren, mutlu eden
misil : benzer
mukabil : karşılık
mübarek : hayırlı, değerli
müteşekkir : bir iyilik karşısında teşekkür borcu olan
nüsha : kopya
sadakat : bağlılık, doğruluk
sıddık : çok doğru ve sadık
suret : biçim, şekil
sürur : mutluluk, sevinç
şakirt : talebe, öğrenci
teessüf : üzüntü, acı duyma
tevafuk etme : denk gelme, uygun düşme
ümmîlik : okuma yazması olmama; yazma noktasında yeterli olmama
Yâ Rab : ey herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden ve idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
âhir : son
basiret-i basîr : kalp gözüyle gören, anlayan
beyan : açıklama, izah
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
cezb etme : çekme
fıkra : belli bir düşünceyi anlatmak üzere kaleme alınan yazı; makâle
hediye-i mâsumâne : masumca verilmiş hediye
hemşire : kız kardeş
hissiyat : duygular, hisler
huri : Cennet kızı
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
istihkak : lâyık olma, hak etme
kerametkârâne : kerametli bir şekilde, keramet gösterircesine
kesretli : pek çok
kıymettar : kıymetli, değerli
libas : elbise
lisan : dil
mâsum : günahsız, suçsuz
mâsume : suçsuz kadın veya kız çocuğu
mazi ehli : geçmiştekiler
merhum : rahmete kavuşmuş, vefat etmiş
mesrur eden : sevindiren, mutlu eden
muhafaza etme : koruma
mukabele : karşılık verme
mübarek : hayırlı, değerli
müstakbel ehli : gelecektekiler
mütalâa : dikkatlice okuyup düşünme
nam : ad
nâzır-ı bînazîr : benzersiz bakıcı, dikkatle bakan
nüsha : kopya
rahmet : ihsan, bağış
semâvât ehli : gök ehli, melekler ve ruhanîler
taam : gıda, yiyecek
tevkil etme : vekil tayin etme
umum : bütün, genel
ümmî : tahsil görmemiş, okuma yazma bilmeyen
vefâkâr : vefâlı, sözünde ve dostluğunda devamlı olan
zikredilen : anılan
acip : hayrette bırakıcı, hayranlık verici
alâkadar : alâkalı, ilgili
bilhassa : özellikle
cazibedar : cazibeli, çekici
cem etme : toplama
efe : yiğit, cesur; özellikle Batı Anadolu’da “köy yiğidi” anlamında kullanılır
emsal : benzerler, örnekler
ensâl-i âtiye : gelecek nesiller
fıkra : bölüm, kısım
galebe etme : üstün gelme
hâcât-ı zaruriye : zarurî ihtiyaçlar
hakaik : hakikatler, gerçek mahiyetler, asıl ve esaslar
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
kıymettar : kıymetli, değerli
mâsum : günahsız, suçsuz
medar-ı ibret : ibret vesilesi
Mu’cizât-ı Ahmediye : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gösterdiği mu’cizelerin anlatıldığı risale; On Dokuzuncu Mektup
mübarek : hayırlı, değerli
nevi : tür, çeşit
nüsha : kopya
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
suret : biçim, şekil
sürur : mutluluk, sevinç
şakirt : talebe, öğrenci
şerâit : şartlar, belirtiler
tasnif etme : sınıflandırma, ayırma
tercihan : tercih olarak
tevafuk : denk gelme, anlamlı uygunluk
ümmî : tahsil görmemiş, okuma yazma bilmeyen
yörük : eskiden göçebe olarak yaşayan Türk oymaklarından her birisi
ziyade : çok, fazla
Yükleniyor...