Aziz, sıddık kardeşlerim; Bu yeni hâdise-i taarruziyeden müteessir olmayınız. Çünkü mükerrer tecrübelerle Risale-i Nur inayet altındadır. Hiçbir taife, şimdiye kadar böyle ehemmiyetli hizmette bizler kadar az meşakkatle kurtulan olmamış.

Hem geçen Ramazan’daki hastalığım ve Eskişehir’deki musibetimiz gibi çok vâkıalarla, zâhirî sıkıntılı, meşakkatli hâlât altında Risale-i Nur’un fâidesine olarak inkişâfâtı ve daha tesirli fütuhâtı görülmüş. İnşaallah, bu sıkıntılı hâdise dahi, münafıkların aks-i maksuduyla, Risale-i Nur’un fütuhatını başka bir mecrâda teshile vesile olur.

Beşinci Şua, yirmi beş sene evvel mesâili yazılan, yalnız bir iki sahife tatbikat ilâve edilip Şualar’a giren Beşinci Şua ellerine geçmesi ehemmiyetlidir. Fakat bunda da bir hikmet var. Belki onlara, kendi mesleklerini bildirmek ve Cehenneme gidenin mahiyetini bilmek için fevkalâde iktidar haricinde bir kazâ-i İlâhidir, diye Cenâb-ı Hakkın hikmetine ve inâyetine ve hıfzına itimad edip merak etmeyiniz.

Hem siz, hem onlar bilsinler ki, sadaka belâyı def ettiği gibi, Risale-i Nur Anadolu’dan, hususan Isparta, Kastamonu’dan âfât-ı semaviye ve arziyenin def ve ref’ine vesiledir.

Evet, Sabri’nin 1 يَا اَرْضُ ابْلَعِى... وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِىِّ âyetinden istihraç ettiği mânâ, haktır ve mutabıktır. Evet, Risale-i Nur, sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu Cebel-i Cûdî hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tufanından kurtulmasına bir sebeptir. Çünkü, zaaf-ı imandan gelen tuğyan, ekseri musibet-i âmmeyi celb ettiği gibi, imanı fevkalâde kuvvetlendiren Risale-i Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmaya rahmet-i İlâhiye tarafından vesile oldu.

Bu ehl-i dünya, bu Anadolu halkı Risale-i Nur’a girmeseler de ilişmesinler. Eğer ilişseler, yakında bekleyen yangınlar, tufanlar, zelzeleler ve tâunların istilâsına uğrayacaklarını düşünsünler, akıllarını başlarına alsınlar. Madem biz onların dünyalarına karışmıyoruz, onların da lüzumsuz bir halde bu derece âhiretimize karışmalarında onlara felâket getirmek ihtimali kavîdir.

İşte bu sekiz aydır, hususan ve heyecan veren bu hâdisenizle beraber; şimdi yanımdaki Feyzi ile Emin ve bütün bana temas eden dostlar şahittirler ki, bu sekiz ay zarfında bir tek defa ne Harb-i Umumîyi, ne siyaseti sormamışım. Ve odamdan işitilen radyoyu da üç senedir dinlemedim. Halbuki benim, binler adam kadar dünyaya bakmak münasebet var. Demek bize ilişen, doğrudan doğruya imana tecavüz eder. Onları Cenâb-ı Hakka havale ediyoruz.

Hem ehl-i siyasete hiç münasebetimiz olmadığı halde, kat’î bilsinler ki, bu memlekette, bu asırda, milleti anarşilikten, tereddî ve tedennî-i mutlakadan kurtaracak yegâne çaresi, Risale-i Nur’un esasatıdır. Bu hâdisede sıkıntı çeken mâsumlar ve üstadları bilsinler ki, ağır şerait altında bir saat nöbet, bir sene ibadet ve hakikî tefekkür-ü imaniye ile bir saati, bir sene tâat hükmüne geçtiği gibi, inşaallah onların sıkıntıları da öyle sevaba medar olur. Onlar da, merak ve teessürle değil, ferah ve sürurla karşılamalı.

Fakat Hazret-i Ali’nin (r.a.) iki defa 2 سِرّاً بَيَانَةً، سِرّاً تَنَوَّرَتْ demesine binaen, biz her vakit tam ihtiyat ve tam sakınmak vaziyetini muhafaza etmekle mükellefiz. Risale-i Nur’un mensupları, şuur ve ihtiyarları haricinde birbiriyle münasebettar, birbirinin hâdiseleriyle alâkadar olduğuna bir delil de bugünlerde oldu. Şöyle ki:

Oradaki hâdisenin vukuundan bugüne kadar, buradaki muhtelif tabakalardaki talebelerin vaziyetleri ehemmiyetli bir hâdise yüzünden değişmiş gibi çekinmek ve münafıkların nazarını kendilerine ve bizlere celb etmemek için bir tevakkuf devresi geçti. Ben de hayret ediyordum. Hem, Nazif gibi bir kaç zâtın rüyalarının tâbirleri, sizin hâdiseniz olduğunu anladık.

Umum kardeşlerimize birer birer ve bilhassa musibetzedelere selâm ve dua ediyoruz. Cenâb-ı Hak onları çabuk kurtarıp vazifelerinin başına göndersin. Âmin.
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Ey yer suyunu yut ... Gemi Cûdî dağına oturdu.” Hûd Sûresi, 11:44.
2 : Gizliden gizliye yanıp aydınlanıyor.
Önceki Risale: ( 89 ) / Sonraki Risale: ( 91 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âfât-ı semaviye ve arziye : yerden ve gökten gelen âfetler, belâlar
aks-i maksud : maksadın aksi
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
Cebel-i Cûdî : Cûdî Dağı
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
ehemmiyetli : önemli
fevkalâde : olağanüstü, çok güzel
fütuhat : fetihler, zaferler
hâdise-i taarruziye : saldırı hâdisesi
hak : doğru, gerçek
hâlât : durumlar, haller
hıfz : koruma
hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hususan : bilhassa, özellikle
iktidar : güç, kudret
inayet : Allah’ın yardım, ihsan ve iyiliği
inkişâfât : inkişaflar; açılma, açığa çıkma
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
istihraç : çıkarma
itimad : güvenme
kazâ-i İlâhî : olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması
küre-i arz : yerküre, dünya
mahiyet : asıl, nitelik, özellik
mecrâ : kanal
mesâil : meseleler
meşakkat : güçlük, sıkıntı
musibet : belâ, felaket, sıkıntı
mutabık : uygun
mükerrer : tekrarlanan
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
müteessir : üzülme
ref’ : kaldırma
sadaka : Allah rızası için ihtiyaç sahibi kişilere yapılan yardım
sefine-i Nuh : Nuh’un gemisi
sıddık : çok doğru ve sadık
taife : grup, topluluk
tatbikat : uygulamalar
teshil : kolaylaştırma
tesirli : etkili
vâkıa : olay
zahirî : görünürde, dış görünüşte
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
alâkadar : alâkalı, ilgili
binaen : -dayanarak
celb : çekme
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
ehl-i dünya : dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
ehl-i siyaset : siyasetle uğraşanlar
ekser : pekçok, çoğunluk
esasat : esaslar, temel prensipler
fevkalâde : olağanüstü, çok yüksek
hakikî : asıl, gerçek
havale etme : bir işi başka birine bırakma
hususan : bilhassa, özellikle
ihtiyar : dileme, istek, irade
ihtiyat : önlem alma, tedbirli hareket etme
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
istilâ : kuşatma, basma
kat’î : kesin olarak
kavî : güçlü, kuvvetli
mâsum : günahsız, suçsuz
medar : sebep, vesile
mensup : bağlı, üye
muhafaza : koruma
musibet-i âmme : herkesi içine alan felâket
mükellef : yükümlü
münasebet : ilgi, bağlantı
münasebettar : alâkalı, ilgili
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın rahmeti, şefkat ve ihsanı
sürur : mutluluk, sevinç
şerait : şartlar
şuur : bilinç, anlayış
tâat : ibadet
tâun : veba, bulaşıcı ve ölümcül hastalık
tedennî-i mutlaka : sınırsız dinsizlik, alçalma
teessür : üzüntü
tefekkür-ü imaniye : imanî meselelerin düşünülmesi, tefekkür edilmesi
tereddî : gerileme, soysuzlaşma
tufan : büyük su baskını
tuğyan : azgınlık, taşkınlık
yegâne : tek, eşsiz
zaaf-ı iman : iman zayıflığı
zarfında : içinde
zelzele : deprem, sarsıntı
Yükleniyor...