2 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ | 1 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ |
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ كَلِمَاتِ الْقُرْاٰنِ وَحُرُوفَاتِهَا 3
Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim ve hizmet-i Kur’âniyede kuvvetli, faal, sebatkâr arkadaşlarım;
Bugünlerde benimle altı adam, başta Marangoz Ahmed, âhirinde ben, mânevî ihtara binaen birer meseleye medar olmuşuz.
Birincisi: Faal, cidden çalışkan, Risale-i Nur ve medrese-i Nuriye talebelerinden Marangoz Ahmed’in mektubunda, Eşref namında on yaşında bir mâsum çocuğun köyünü, malını terk edip, iki gün mesafeden gelip, hiç yazı yazmadığı halde, on gün zarfında Risale-i Nur’u yazmaya muvaffak olması, Risale-i Nur’un bir kerameti olduğu gibi, medrese-i Nuriyenin de harika bir çiçeğidir deniliyor.
Evet, biz de deriz ki: Maddî bir kışta, güzel çiçeklerin açılmasıyla bir harika kudret olduğu gibi, bu asrın mânevî ve dehşetli kışında, Sava karyesinin, yani Sava şeceresi bin güzel çiçekler ve cennet meyveleri açması ve Isparta memleket bahçesi, binler gül-ü Muhammedî (a.s.m.) çiçekleri açması, HAŞİYE elbette harika bir mu’cize-i rahmet ve bu memlekete harika bir keramet-i inâyet-i Rabbaniye ve Risale-i Nur talebelerine hârikulâde bir ikram-ı İlâhidir diye itikad edip, Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür ederiz.
Marangoz Ahmed’in mektubunda Dârıviran köyünün eski zamanın çalışkan talebelerini andıran fedakâr talebeler, bizi ve eski zaman talebelerini tahassürle yâd eden medreseden yetişme Risale-i Nur talebelerine derin bir sürur verdi. Medrese-i Nuriyenin hanımlar talebeleri, evrad-ı Kur’âniyeyle dualarıyla, evradlarıyla çalışkan kalemlere mânevî yardımları çok güzeldir. Bu havalideki hanımlara da tam bir ders olur. Cenâb-ı Hak, onlardan ve o medresenin umum talebelerinden ve üstadlarından ebeden razı olsun.
Ahmed’in rüyası çok mübarek ve güzeldir. Hazret-i İsâ’nın (a.s.) kuvvetli sadasını işitmek, İsevîlerden kuvvetli bir imdat Hizbü’l-Kur’ân’a iltihak etmeye işaret olabilir.
İkinci adam ve meselesi: Risale-i Nur talebelerinden bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi dedi: “Bende unutkanlık hastalığı tezayüt ediyor, ne yapayım?” Ben de dedim: “Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme. Çünkü rivayet var: İmam-ı Şâfiî’nin (r.a.) dediği gibi, haram nazar, nisyan verir.”
Evet, ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su-i istimalâtla israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir.
Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o su-i nazardan su-i istimalât, umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes, cüz’î, küllî o şekvâdadır. İşte, bu umumî hastalığın tezayüdüyle, hadis-i şerifin verdiği müthiş bir haberin tevili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki: “Âhir zamanda, hâfızların göğsünden Kur’ân nez’ediliyor, çıkıyor, unutuluyor.” 4
Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur’ân’a bu sû-i nazarla bazılarda set çekilecek; o hadisin tevilini gösterecek.
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ 5
Üçüncü adam ve meselesi: Bizlerle pek çok alâkadar bir zât, çok defa dehşetli şekvâ ediyor ki: “Ben adam olamıyorum, gittikçe fenalaşıyorum, mânevî hizmetlerimin neticelerini göremiyorum” diye medet istiyor.
Ona yazıyoruz ki: “Bu dünya darü’l-hizmettir; ücret almak yeri değildir. A’mâl-i sâlihanın ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, âhirettedir. O bâki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, âhireti dünyaya tâbi etmek demektir. O amel-i salihin ihlâsı kırılır, nuru gider. Evet, o meyveler istenilmez, niyet edilmez. Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder.”
Evet, bu asırda, bir iki mektupta beyan edildiği gibi, o derece hayat-ı dünyeviye damarına dokunmuş ve yaralamış ve heyecana getirmiş ki, mübarek ve ihtiyar ve hoca ve ehl-i salâhat olan bir zât dahi, dünyada bir nevi hayat-ı uhreviye ezvâkını istiyor; birinci derecede, dünyada zevk-i hayat onda hükmediyor.
Dördüncüsü: Bizimle alâkadar bir zât, pek çokların şekvâ ettikleri gibi, eskiden şiddetli bir tarikatta okuduğu evradındaki zevk ve şevkini kaybettiğini ve sıkıntı ve uyku galebe ettiğini müteessifâne şekva etti.
Ona dedik: Maddî hava bozulduğu vakit nasıl ki sıkıntı veriyor; asabî sinelerde inkıbaz hali başlıyor. Öyle de, bazan mânevî hava bozuluyor. Hususan mâneviyattan yabanîleşmiş bu asırda ve bilhassa hevesat ve müştehiyat-ı nefsaniyeyi taammüm etmiş memleketlerde ve hususan şuhur-u muharreme ve şuhur-u mübarekede mânevî havayı tasfiye eden âlem-i İslâmın intibah ve teveccüh-ü umumîsi, o mübarek şuhurun gitmesiyle tevakkuf etmesinden fırsat bulup, havayı bozan dalâletlerin tesirleri zamanında ve bilhassa kış tazyikatı altında, bir derece hayat-ı dünyeviye ve hevesat-ı nefsaniyenin tasallutlarının noksaniyetinden, ehl-i İslâm ve ehl-i imanda, hayat-ı uhrevîyeye çalışmak iştiyakı, baharın gelmesiyle hayat-ı dünyeviyenin ve hevesat-ı nefsaniyenin inkişafıyla o iştiyak-ı uhreviyeyi gizlemesi ânında elbette böyle kudsî evradlarla zevk, şevk yerinde, esnemek ve fütur gelir.
Fakat, madem 6 خَيْرُ اْلاُمُورِ اَحْمَزُهَا sırrıyla, meşakkatli, külfetli, zevksiz, sıkıntılı a’mâl-i sâliha ve umur-u hayriye daha kıymetli, daha sevaplıdır. O sıkıntıda, o meşakkatteki ziyade sevabı ve makbuliyeti düşünüp, sabır içinde mesrurâne şükretmek gerektir.
Beşincisi: Risale-i Nur’un bir talebesi, Risale-i Nur’a çalışamadığının bir sebebi, derd-i maişetin ziyadeleşmesi olduğunu söyledi.
Biz de ona dedik: Risale-i Nur’a çalışmadığın için derd-i maişet sana şiddetlendi. Çünkü bu havalide her talebe itiraf ediyor ve ben de ediyorum ki, Risale-i Nur’a çalıştıkça, yaşamakta kolaylık ve kalbde ferahlık ve maişette suhulet görüyoruz.
Altıncısı: Bu biçare Said’dir. Herkesin arzu ettiği ve istediği ve ferahla kabul ettiği, şahsına karşı hürmet ve muhabbet ve sohbet, fakat Risale-i Nur’a taallûk eden noktalar haricinde bana ağır geliyor, beni sıkıyor, müteessir ediyor.
Tahmin ediyorum ki, Risale-i Nur’un yüksek hâysiyetleri ve şakirtlerinin şahs-ı mânevîsinin pek büyük meziyetleri, şahsım gibi meslek-i aczde fazla ileri giden bir âciz ve biçarenin zaif omuzuna o dağ gibi mânâlar yüklense altında ezilir, sıkılır diye anladım. Bu âhirki iki meselede pek kısa kesmeye kâğıt mecbur etti. Nur, Gül ve Lütfü’nün kahraman vârisleri mübarekler yüksek heyeti ve medrese-i Nuriye ve mâsumlar ve ümmî ihtiyarların her birisine binler selâm ediyoruz.
Duanıza muhtaç, size müştak kardeşiniz
Said Nursî
Said Nursî
• • •
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:
1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
3 : Kur’ân’ın kelimeleri ve harfleri adedince Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
HAŞİYE : Ve her biri “sadberk”, olarak, yani herbir çiçekte yüz parça yaprak.
4 : Süyûtî, el-Havî Li’l-Fetevâ, 2:253; Ali el-Muttakî Kenzü’l-Ummâl, 14:233, 242.
5 : Gaybı Allah’tan başkası bilemez.
6 : “İşlerin en hayırlısı zorlu olanıdır.” el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:55.
2 : “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
3 : Kur’ân’ın kelimeleri ve harfleri adedince Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
HAŞİYE : Ve her biri “sadberk”, olarak, yani herbir çiçekte yüz parça yaprak.
4 : Süyûtî, el-Havî Li’l-Fetevâ, 2:253; Ali el-Muttakî Kenzü’l-Ummâl, 14:233, 242.
5 : Gaybı Allah’tan başkası bilemez.
6 : “İşlerin en hayırlısı zorlu olanıdır.” el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:55.