Aziz, sıddık, sarsılmaz, yılmaz, sebatkâr, fedakâr kardeşlerim; Böyle şiddetli taarruzlara karşı sizi teşcie lüzum görmüyorum. Sizin kuvvetli metanetiniz ve Risale-i Nur’a gelen her hâdise-i elîmenin altında bir inayet ve rahmet bulunduğuna itikadınız, teşciinize kâfidir, biliyoruz. Yalnız bir noktayı merak ediyorum. Elde edilen bütün Risale-i Nur, yalnız bir takım mıdır, ve kimin imiş, anlamak istiyorum. Her kim ise merak etmesin. Daha ehemmiyetli makamlarda onun hesabına fütuhat yaparlar, sevap kazandırır. Ona, bir takım Risale-i Nur tedarik edilebilir. Hem tevkif altında kimse var mı? Hem ona havale edilen hoca kimdir?

Saniyen: Sabri ile Hâfız Ali’nin reyi ile teshil-i muhabere için verdiği kararla bazan, Atabey yoluyla muhabereyi onlar gibi biz de kabul ettik. Lütfi’nin bir vârisi Abdullah Çavuş namıyla, adresiyle gönderilecek.

Salisen: Sabri’nin mektubunda, tevafuklu yazdığı Mu’cizat-ı Kur’âniye ve Risale-i Nur hakkındaki istihracı bizi fevkalâde mesrur eyledi. Hasan Âtıf’ın bize yazdığı şâşaalı ve câzibedar Mu’cizat-ı Kur’ân’ı esas yapıp, sair risalelerde, i’câz-ı Kur’ân’ın nüktelerine dair mebahisi ona zeyiller şeklinde ilhak ettik; güzel bir surete geldi. Ezcümle: Âyetü’l-Kübrâ’nın Kur’ân’a dair On Yedinci Mertebesi, Yirminci Söz ve Sûre-i Fethin âhirki âyetin mu’cize olduğuna dair Yedinci Lem’a ve Fihristenin Rumuzat-ı Semaniyeye dâir mühim parçaları ve Kenzü’l-Arş’ın iki nüktesi gibi parçalar o zeyillere girmiş. Aynen, Mu’cizat-ı Ahmediyenin zeyilleri gibi parlamış. Nurlar santralı Sabri, o yazdığı güzel Mu’cizat-ı Kur’âniye’yi inşaallah onlarla tam güzelleştirir.

Rabian: Merhum Lütfi’nin hakikî ve pek ciddî bir vârisi olan Abdullah Çavuş’un mektubu, onun derece-i sadakat ve ihlâsını ve irtibatını gösterdi. Her vakit İslâmköylü Abdullah ile o Abdullah Çavuş’u duada beraber yâd ediyordum. Elhak, o makama lâyık olduğunu gösteriyor. İstediği Fihristenin musahhah son kısmı inşaallah ona gönderilecek. Fakat zannettiği gibi çok tashihat edilmemiş. Çünkü, taksîmü’l-a’mâl suretiyle, o mübarek kardeşlerimin yazılarını mübarek yadigâr gördüm ve değiştirmeye kıyamadım.

Hâmisen: Bugünlerde, o hâdisede, Risale-i Nur’un bir derece tevakkufuna ve dünyaya bakmaya ve yirmi senedir konuşmadığım adamlarla konuşmaya ve hizmet-i Kur’âniye noktasında memnu olduğumuz siyasete temas etmeye mecbur olacağım diye endişeden gelen şiddetli bir teessürden, zahiren görülmez, mânen tehlikeli bir hastalık bana taarruz etti. Müstemir âdetimi bitamam yerine getiremediğimden, yine Ramazan hastalığı gibi, ben kardeşlerimden, yine mânevî muavenetlerini çok rica ediyorum. Fakat merak etmeyiniz, yatakta değilim. Yalnız fazla yazılan nüshaları tashih edemiyorum.

Sâdisen: Risale-i Nur bir cephede tevakkuf etse de, başka cephelerde fütuhatı o tevakkufun yerini tutar. Hattâ bu hâdise münasebetiyle burada bir derece ihtiyata binaen tevakkufa niyet edip terviç ettiğimiz halde, bilâkis Isparta tevakkufuna karşı, buralarda inkişafatla tezahür etti. 1 اَلْحَمْدُ ِللّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

En ziyade bize nezaretle, bizimle ve siyasetle alâkadar mühim bir memur yanıma geldi. Ona dedim ki: Bu on sekiz senedir sizlere müracaat etmedim ve hiçbir gazete okumadım; bu sekiz aydır, bir defa cihanda ne oluyor, diye sormadım; üç senedir burada işitilen radyoyu dinlemedim—tâ ki kudsî hizmetimize mânevî zarar gelmesin. Bunun sebebi şudur ki:

İman hizmeti, iman hakaiki, bu kâinatta herşeyin fevkindedir, hiçbir şeye tâbi ve âlet olamaz. Fakat, bu zamanda, ehl-i gaflet ve dalâlet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında o hizmet-i imaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tâbi veya âlet telâkki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur’ân-ı Hakîmin hizmeti, bize kat’î bir surette siyaseti yasak etmiş.

Sizler, ey ehl-i siyaset ve hükûmet, evham edip bizlerle uğraşmayınız. Bilâkis teshilât göstermeniz lâzım. Çünkü hizmetimiz, emniyet ve hürmet ve merhameti tesisle hem âsâyişi, hem inzibatı, hem hayat-ı içtimaiyeyi anarşilikten kurtarmaya çalışıp, sizin hakikî vazifenizin temel taşlarını tesbit ediyor, takviye ve teyid ediyor.

Sâbian: Hâfız Ali’nin mektubunda bazılara hitaben yazdığımız bir mektupla ve hadise-i hazıra dair, hafif geçeceğine ait son mektup, bugünden bir hafta evvel postaya verilmiş. Hâfız Ali, yoldaki o iki mektubu okumuş gibi mektubunu yazması, sadakatının bir lem’a-i kerameti olduğu gibi, aynı günde -hiç vukubulmamış- yanıma ehemmiyetli büyük bir memur-u siyasî gelmesini, Nazif’in arkadaşlarından Köroğlu Ahmed rüyada aynen görüp, o memurdan üç saat evvel rüyayı bize hikâye edip tâbir istedi; tâbiri, tevilsiz çıktı. Umum kardeşlerimize birer birer, hususan musibetzedelere selâm ve dua ederiz.
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Allah’a hamd olsun. Bu Rabbimin ihsânıdır.
Önceki Risale: ( 91 ) / Sonraki Risale: ( 93 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz, elinden bir şey gelmeyen
âhir : son
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
biçare : çaresiz
câzibedar : çekici
ehemmiyetli : önemli
fevkalâde : olağanüstü, çok yüksek derecede
fütuhat : fetihler, zaferler
hâdise-i elîme : acı bir hâdise, olay
hâysiyet : itibar, şeref, kıymet
inayet : lütuf, yardım, bağış
istihrac : çıkarma
itikad : inanç
kâfi : yeterli
mâsum : günahsız; çocuk
medrese-i Nûriye : nur medresesi; Risale-i Nur’un okunduğu yer
meslek-i acz : aczini Allah’a bildirme mesleği, yolu
mesrur : sevinçli, mutlu
metanet : sağlamlık, kararlılık
meziyet : üstün özellik
Mu’cizât-ı Kur’ân : Kur’ân’ın mu’cizeleri, Yirmi Beşinci Söz
muhabere : haberleşme, konuşma
müştak : arzulu, çok istekli
nam : ad
rahmet : ihsan, bağış
rey : görüş
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
sair : diğer, başka
salisen : üçüncü olarak
saniyen : ikinci olarak
sebatkâr : sabit duran, kararlı
sıddık : çok doğru ve sadık
şahs-ı mânevî : mânevî şahıs, tüzel kişilik; belli bir ideal ve gaye etrafında bir araya gelen topluluğun oluşturduğu mânevî şahsiyet ve ortak kimlik
şakirt : talebe, öğrenci
şâşaalı : parlak, göz alıcı
taarruz : saldırı
tedarik : elde etme
teshil-i muhâbere : haberleşmenin kolaylaşması
teşcî : cesaretlendirme
tevafuk : denk gelme, uygunluk
tevkif : tutuklama
ümmî : tahsil görmemiş, okuma yazma bilmeyen
vâris : mirasçı
âhir : son
Âyetü’l-Kübrâ : en büyük delil anlamına gelen Risale-i Nur’da bir bölüm; Yedinci Şua
bitamam : tam olarak
derece-i sadakat : bağlılık derecesi
elhak : gerçekten
ezcümle : bu cümleden, meselâ
Fihriste : özet, içindekiler; Risale-i Nur’un Sözler, Mektubat ve On Dördüncü Lem’aya kadar olan kısmın içindekileri; On Beşinci Lem’a
fütuhat : fetihler, zaferler
hakikî : asıl, gerçek
hâmisen : beşinci olarak
hizmet-i Kur’âniye : Kur’ân hizmeti
i’câz-ı Kur’ân : Kur’ân’ın mu’cize oluşu; Kur’ân’ın mu’cizelik yönlerinin anlatıldığı Yirmi Beşinci Söz
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
ihtiyat : önlem alma, tedbirli hareket etme
ilhak etmek : eklemek, ilave etmek
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
irtibat : bağ, ilişki
mânen : mânevî yönden
mebâhis : bahisler, konular
memnu : yasaklanmış
merhum : rahmete kavuşmuş, vefat etmiş
Mu’cizat-ı Ahmediye : Hz. Muhammed’in mu’cizeleri; On Dokuzuncu Mektup
Mu’cizat-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın mu’cizeleri; Yirmi Beşinci Söz
mu’cize : bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey
muavenet : yardımlaşma
musahhah : tashih edilmiş, düzeltilmiş
mübarek : bereketli, hayırlı
münasebet : bağlantı, vesile
müstemir : devamlı, sürekli
nükte : ince ve derin mânâ
nüsha : kopya
Rabian : dördüncü olarak
sadisen : altıncı olarak
Sûre-i Feth : Fetih Sûresi, Kur’ân’ın 48. sûresi
suret : biçim, şekil
taarruz : saldırma
taksimü’l-a’mâl : işbölümü
tashih : düzeltme
tashihat : düzeltmeler
teessür : üzüntü
tevakkuf : durma, duraklama
vâris : mirasçı
yad etme : anma
yadigâr : hediye, armağan
zahiren : görünürde
zeyil : ilâve, ek
alâkadar : alâkalı, ilgili
âsâyiş : güven, huzur
bâki : devamlı, kalıcı, ölümsüz
bilâkis : aksine, tersine
binaen : -dayanarak
cereyan : hareket, akım
cihan : dünya
dalâlet : hak yoldan sapkınlık, inkâr
ehl-i gaflet : âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan kimseler
ehl-i siyaset ve hükûmet : siyasetle uğraşıp devleti idare edenler
emniyet : güven
evham : kuruntular; olmayan şeyi varmış gibi gösteren düşünceler
fevkinde : üstünde
gafil : duyarsız, sorumsuz; âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan kimse
hadise-i hazıra : şimdiki hadise, olay
hakaik : gerçek mahiyetler, asıl ve esaslar
hakikî : gerçek
hayat-ı içtimaiye : toplumsal hayat
hitaben : hitap ederek, seslenerek
hizmet-i imaniye : iman hizmeti
hürmet : saygı
inkişafat : inkişaflar, gelişmeler
inzibat : âsayiş, düzen
kâinat : evren
kat’î : kesin olarak
kudsî : kutsal, her türlü kusur ve eksiklikten yüce
Kur’ân-ı Hakîm : hikmetli Kur’ân; her âyet ve sûresinde sayısız hikmetler bulunan Kur’ân
lem’a-i keramet : keramet parıltısı
merhamet : acıma, şefkat etme
nazar : bakış, görüş
nezaret : gözetim altında tutma
sâbian : yedincisi
sadakat : bağlılık, doğruluk
suret : biçim, şekil
tâbi : bağlı, uyan
takviye : kuvvetlendirme
tebdil : değiştirme
telâkki : anlama, kabul etme
tenzil : indirme, alçaltma
terviç : kıymet ve değerini artırma
tesbit : sağlamca yerleştirme
teshilât : kolaylıklar
tesis : kurma, yerleştirme
tevakkuf : durma, duraklama
teyid : sağlamlaştırma, kuvvetlendirme
tezahür : meydana çıkma, görünme
umum : genel, bütün
vukubulma : meydana gelme
ziyade : çok, fazla
Yükleniyor...