Risale-i Nur'da, zeki ve dahi insanların Allah'ı inkar etmeleri, O'nu bulamamaları ile ilgili yerler var mıdır; konuyu açar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"İşte, yıldız böceği hükmünde olan kafa fenerine itimad eden ve Kur'ân güneşinden gözünü yuman kozmoğrafyacı efendi! Şu Yedi Basamaklarda işaret edilen hakikatlere birden bak. Gözünü aç, kafa fenerini bırak, gündüz gibi i'caz ışığı içinde şu âyetin mânâsını gör. O âyetin semasından bir hakikat yıldızı al, senin başındaki şeytana at, kendi şeytanını recmet."(1)
"Hem mü'mine der: İhtiyarın cüz'î ise, kendi Mâlikinin irade-i külliyesine işini bırak. İktidarın küçük ise, Kadîr-i Mutlakın kudretine itimat et. Hayatın az ise, hayat-ı bâkiyeyi düşün. Ömrün kısa ise, ebedî bir ömrün var, merak etme. Fikrin sönük ise, Kur'ân'ın güneşi altına gir, imanın nuruyla bak ki, yıldız böceği olan fikrin yerine her bir âyet-i Kur'ân birer yıldız misilli sana ışık verir."
"Hem hadsiz emellerin, elemlerin varsa, nihayetsiz bir sevap ve hadsiz bir rahmet seni bekliyor. Hem hadsiz arzuların, makasıdın varsa, onları düşünüp muztarip olma. Onlar bu dünyaya sığışmaz. Onların yerleri başka diyardır ve onları veren de başkadır."(2)
İnsan ne kadar güçlü ve kuvvetli de olsa, matkap olmadan bir demir ya da tahta levhayı çıplak eli ile delemez.
İnsanın gözü ne kadar keskin ve iyi görüyor da olsa, dürbün olmadan uzaktaki bir cismi çıplak gözü ile göremez, onu görebilmesi için dürbüne muhtaçtır.
İnsan ne kadar sportmen ve atletik de olsa Amerika’ya yürüyerek, koşarak ya da yüzerek dört beş saat zarfında gidemez. İnsanın Amerika’ya dört beş saat zarfında gitmesinin tek yolu uçaktır.
Benzer muhtaçlık ilişkisi akıl ile vahiy arasında da vardır. Yani insan ne kadar zeki, kurnaz ve dahi de olsa vahiy (Kitap ve Peygamber) olmadan, salt ve çıplak aklı ile hakkı ve doğruyu bütünü ile bulamıyor.
Ateş böceğinin, cüzi ışığına güvenip güneşe meydan okuduktan sonra zifiri karanlığa mahkum olması gibi, insanda cüzi aklına ve vehmi ilmine güvenip vahiy güneşinin terbiye ve rehberliğine girmez ise, küfür ve şirk karanlığına mahkum olur. Hem dünya saadetini hem de ahiret saadetini kaybeder. Hem dünyada hem de ukba da çok bela ve sıkıntılara maruz kalır.
Aristo gibi dahi insanlar Allah’ın rububiyet ve uluhiyetini aklı ile bulamamışlar, kainatın tedbir ve idaresini sebeplere vermişler. Demek akıl, vahiy olmadan tek başına hakiki anlamda tevhidi bulamıyor, göremiyor.
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, On Beşinci Söz.
(2) bk. age., Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
İşte, ene, şu hâinâne vaziyetinde iken, cehl-i mutlaktadır. Binler fünunu bilse de, cehl-i mürekkeple bir eçheldir. Çünkü duyguları, efkârları kâinatın envâr-ı marifetini getirdiği vakit, nefsinde onu tasdik edecek, ışıklandıracak ve idame edecek bir madde bulmadığı için, sönerler. Gelen herşey nefsindeki renklerle boyalanır. Mahz-ı hikmet gelse, nefsinde abesiyet-i mutlaka suretini alır. Çünkü, şu haldeki enenin rengi, şirk ve ta’tildir, Allah’ı inkârdır. Bütün kâinat parlak âyetlerle dolsa, o enedeki karanlıklı bir nokta, onları nazarda söndürür, göstermez. 30 soz
Arkadaş! Nefsin vücudunda bir körlük vardır. O körlük vücudunda zerre-miskal kaldıkça, hakikat güneşinin görünmesine mâni bir hicap olur. Mesnevi, Katre.
Cûdi Dağını gözün rüyetinden men eden sineğin kanadı gibi, zayıf, küçük bir vehim de hakikati onun gözünün görmesinden setreder. İşaratü'l-İ'caz, 26-27. ayetin tefsiri