Risale-i Nurlarda bir kısım kelime hataları oluyor. Mesela; "envaları", "mucizatları", "melaikeler", "tesbihatları" gibi, zaten cemi manası ifade ettiği halde sonlarına çoğul eki getirilmiş. Bu ve benzer hatalı yazılımları nasıl izah edebiliriz?
Değerli Kardeşimiz;
Edebiyattaki meşhur, "Galat-ı meşhur, lügat-ı fasihe tereccüh eder." ifadesi, bu konumuza biraz ışık tutacak cinsten olabilir. Şöyle ki;
Halk içerisinde edebiyat kaidesine uymayan, fakat herkesin genel kabul görüp kullandığı kelimeler, o halka mal olduğundan, edebiyatın fasih olarak kabul ettiği, fakat halkın kullanmadığı tabirlerden daha makbul olur.
Bu esaslı edebiyat kaidesine göre, halkın genel kabul gördüğü bu gibi tabirlerin Risale-i Nurlara girmesi çok hikmetli görünüyor. Dünyaca ünlü Vikipedya ansiklopedisinde bu konu ile alakalı şu bilgiler vardır:
"Galat-ı meşhur", kelime veya deyimlerin yaygın olarak yanlış bir biçimde kullanılması sonucu, doğrusunun yerini alması halidir. Buna "herkesin bildiği yanlış" denebilir.
Örneğin Türkçe'de "İngiltere" denilerek kastedilen "Büyük Britanya"dır; İngiltere, Büyük Britanya'yı oluşturan bölgelerden birisidir sadece, ancak bu kullanım o kadar yaygındır ki yanlış kabul edilmez."
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Yahya Kemal Türkçeci ve dili en iyi kullananlardan birisidir. Necip Fazıl'ın ifadesine göre, dil bir renk zemzemesi halinde onda ifadesini bulmuştur. Ama, Yahya Kemal'in de gramer hataları vardır. Risâleler açısından meseleyi ele aldığımızda; umumî manâdan dil güzel kullanılmıştır. Ama buna çok ciddi bir ehemmiyet verilmemiştir. Arapça olan eserlerinde de böyledir. Aslında dilin kurallarına uymamak da bizim için ayrı bir imtihan noktasıdır. Meseleyi kelime ve cümleperestler gibi değerlendirmemek gerekir. Bu eserler Kur'ânın malıdır, böyle olmasında ayrı bir feyiz ve bereket vardır. Meselâ birisi çıkıp çok şaşaalı ifadelerle bir şeyler anlatabilir. Diğer tarafta bir başkasının ihlasla söylediği dört kelimelik bir cümle, ondan daha fazla kalplerde hüsn-ü tesir icra eder...
Risaleler dil noktasında da şaheserdir. Dil noktasında da (yeni tabirle) açılımlar getirmiş ve yıllar geçse de Türkçe bakımından eskimeyecek bir tarz, bir usul belirle(n)miştir. Bu bizim için din dili ve hatta hayat dili açısından bir referanstır. Hatt-ı kur'an nasıl eskimez yazıysa, lisan-ı risale de Türkçe noktasından eskimez dildir, eskimez lisandır. Konferansta geçtiği vechile dil konusunda derin vukufiyeti olan ve Kur'an diline de aşina olan (ki ilk meclis Kur'anın tercüme edilmesi işini kendisine teklif ettiği) mehmed akif merhumun 'hugolar, şekspirler, dekartlar edebiyatta bediüzzamanın talebesi olabilirler.' şeklinde bir beyanı mevcuttur. o sebeple şimdiki günlük gelir-geçer dil kurallarına göre nurları değerlendirmek, felsefeyi esas alıp Kur'anı değerlendirmek gibi olur. Hata var zannedilen pek çok yerde dikkat edilse ve selim akılla bakılsa, pek çok şahanelik keşf edilecektir. Kur'anın nuruna tam mazhar bir tefsir olması hasebiyle, Kur'an'da medar-ı tenkit olmuş noktalarda mu'cizelik parıltılarının parladığı gibi, aynen öyle de nurların tenkid edilen noktalarında da bu harikuladelik hususlarının mevcud olduğu kanaatindeyim ve zaman zaman bunları müşahede etmekteyiz. Dilimizde de halen kullanılan galat-ı meşhurlar konusu yazıda pek güzel izah edilmiş. Hala en yaygın kullanılan bir galat misali de ben vereyim. -den -dan farsça son eki, Türkçe'de -lik -luk manasına gelmektedir. Bu sebeple çay pişirilen kaba çaydan demek yeterliyken, çaydanlık tabir edilmektedir. Halen de şark vilayetlerimizde çaydanlığa çaydan denilir ki bu doğru kullanımdır. Ama çaydanlık galat kullanımı TDK sözlüklerine bile girmiştir.
Soruyu soran arkadaş galiba öğretmen. Eğer biliyorsa üniversitede Türk dili bölümünde okutulan Muharrem Ergin'in Osmanlıca kitabında bu tür çoğullara, kırık çoğul denildiği ve tekrar -ler, -lar ekleri ile çoğul yapılabildiğini orada görür. Ayrıca meseleyi günümüz edebiyatı açısından değerlendirmek de bana göre hatadır. Daha yazardım ama neyse...
Ben de Türkçe Öğretmeniyim. Belki bu konuda biraz yardımcı olabilirim. Enva, mucizat gibi kelimeler ne kadar cem sıgası olsa da çoğul eki getirilmiştir. Ancak bu hata olarak sayılmaz. Çünkü Üstad bu eserlerini Türkçe olarak telif etmiştir. Yani risalelerdeki grameri incelerken sadece Arapça grameri göz önünde tutamayız. Mesela biz Arapça'dan evlad kelimesini tekil olarak almışız. Yani, evlad kelimesinin dilimizdeki karşılığı çocuklar değil, çocuktur. Bunun Arapça'daki karşılığının çocuklar olması bizi ilgilendirmez. Böyle olunca evlad kelimesi "lar" çoğul ekini alması hata sayılmaz. Evrak kelimesi Arapça cem olabilir, ancak Türkçe'de zamanla tekil hale gelmiştir. Elbise kelimesi zihnimizde bir tek elbise olarak, eşkıya kelimesi tek bir kimse olarak canlanıyor. Demek ki bu kelimeler dilimizde tekilleşmiş. Ulema, evliya, eşkıya gibi kelimeleri düşünürsek bunların dilimizde tekilleştiği anlaşılıyor. O zaman bu kelimeler de çoğul eki alabilir. Herkesin bu şekilde kullandığı ve yanlış olarak nitelendirmediği kelimeleri Üstad kullandı diye yanlıştır demek, dikkatsizlikten başka bir şey değildir.
Sevgili kardeşim buna benzer Üstad hazretlerinin bir anısı vardı. Hani birisi diyor, bu kelime burda olmaması gerekiryor. Sonra abiler konuyu Üstad'a arz ediyorlar. Üstad da diyor ki, 'Gidin o zata söyleyin ki kendi ilmini en baştan bir tetkik etsin, ondan sonra o kelimenin geçtiği yeri tekrar okusun.' ( sonra ne mi oluyor, o zat ilmini inceledikten sonra o kelimenin geçtiği yeri okuduğunda abilere diyor ki, bu kelime ancak buraya yakışır, başka yerde kullanılamaz.) Allah sizden ebeden razı olsun Tüm Risale-i Nur talebelerine dua ediyor ve dualarınızı bekliyoruz. kardeşiniz nezih
"Hayri ağabey diye biri vardı o zamanlar. Rahmetli oldu. O biraz daktilo yazmasını biliyordu. Şimdi bakınız şöyle yapıyorduk. Rahmetli Atıf Ural okuyor, ben Osmanlıca eserden takip ediyorum, Hayri ağabeyde daktilo ile yazıyor. Yazdıktan sonra epey iş var. Biliyorsunuz yeni yazıda noktalama, virgül, satır başı, küçük harf, büyük harf çok önemli. Fakat Osmanlıca'da bunlar önemli değil. Mesela Hasan ismi Osmanlıca'da aynen yazılır, ama Türkçe yazıda büyük harfle başlar. Yine Türkçe de noktadan sonra büyük harfle başlanır. Ama Osmanlıca'da böyle bir şey yok. Biz bütün bunları rahmetli Atıfla ayarlamaya başladık. İkimiz kafa kafaya verdik bu işi yapıyoruz. Ben okuyorum, o bakıyor, yok nokta şurada olacaktı, virgül burada olacaktı. Hatta iyi hatırlıyorum ben o zamanlar "İmla Kılavuzu" almıştım. Fakültede talebeyim, ama almak zorunda kaldım. Sırf yanlışlık olmasın diye. Atıf da maaşallah çok becerikliydi. Şuna çok dikkat ediyorduk; risalelerdeki ifadeler nasılsa aynen yazıyorduk. Bizim burada tek muhtariyetimiz vardı, o da işaretlemelerdi. Nokta, vürgül, satır başı, büyük harf, küçük harf. Başka hiç bir yetkimiz yoktu. Üstad çok samimi çalıştığımızı görünce hiç karışmazdı. Hatta bir gün Üstad'ın yanına gittiğimde bu meselenin üzerinde çok durmuştum, Üstad bunun üzerine bana kızarak "Bu kadar üzerinde durmayın dedi. "Biz samimi olarak çalışıyorduk. En iyisi çıksın diye gayret sarf ediyorduk. (Mustafa Türkmenoğlu, 2005-s:35-Y.Asya Neşriyat) Biz Risaleleri Ankara da basarken çok titiz davranırdık, bir tek yanlışın olmaması için elimizden gelen bütün gayreti sarf ederdik. ... Size bir de şunu söyleyeyim, formalar Üstad'a gittiğ zaman Üstad, bayram ediyormuş, memnun oluyormuş, çok dua ediyormuş. Üstad hazretleri bu şekilde basılması için çok dua etmişti, ama maalesef ilk tashihi yapan Hüsrev Ağabey bize muhalefet etmişti. Ama Üstad hiç nazara almamıştı. Ve hakikaten bu yeni yazıyla risalelerin çıkması, çok kişinin imanının kurtulmasına sebep olmuştur. (Mustafa Türkmenoğlu, 2005-s:39-Y.Asya Neşriyat)"
bu soruyu soran beyfendıye tesekkür ediyorum çok seyler ögrendim cevaplardan