Risalelerde kibir nasıl anlatılıyor? Kibrin insanlara hiç mi faydası yok? Kibirli insanlar kendini yetersiz görmemesi, diğerlerine oranla daha başarılı olmalarını sağlamaz mı?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Kibir konusunun birkaç cihetini takdim edelim:

"İ'lem eyyühe'l-aziz! Cenab-ı Hakkın verdiği nimetleri söyleyip ilân ve tahdis-i nimet etmek, bazan gurura ve kibre incirar eder. Tevazu kastıyla da o nimetleri ketmetmek iyi değildir. Binaenaleyh, ifrat ve tefritten kurtulmak için istikamet mizanına müracaat edilmeli. Şöyle ki:"

"Herbir nimetin iki veçhi vardır. Bir veçhi insana aittir ki, insanı tezyin eder, medar-ı lezzeti olur. Halk içinde temayüze sebep olur. Mucib-i fahr olur, sarhoş olur. Mâlik-i Hakikîyi unutur. En nihayet kibir ve gurur kuyusuna düşürtür."

"İkinci veçhi ise, in'am edene bakar ki, keremini izhar, derece-i rahmetini ilân, in'âmını ifşa, esmâsına şehadet eder. Binaenaleyh, tevazu, ancak birinci vecihte tevazu olabilir. Ve illâ küfranı tazammun etmiş olur. Tahdis-i nimet dahi, ikinci vecihle mânevî bir şükür olmakla memduh olur. Yoksa, kibir ve gururu tazammun ettiğinden mezmumdur. Tevazu ile tahdis-i nimet, şöylece bir içtimâları var:"

"Bir adam hediye olarak bir palto birisine veriyor. Paltoyu giyen adama, başka bir adam 'Ne kadar güzel oldun.' dediğine karşı, 'Güzellik paltonundur.' dediği zaman, tevazuyla tahdis-i nimeti cem etmiş olur."(1)

Allah’ın, insanlar üstünde sayısız nimetleri vardır. Bu nimetleri insan kendinden bilirse, gurur ve kibir olur, yok bu nimetleri inkar edip gizlerse, bu da küfran-ı nimet olur ki, her iki durum da manevi bir hastalıktır. Yani insanın üstünde görünen nimetleri kendinden bilmesi nasıl caiz değilse, aynı şekilde o nimetleri yok sayıp inkar etmesi de caiz değildir.

Bu yüzden tahdis-i nimet dediğimiz; nimeti Allah’tan bilip, bu nimeti üzerinde izhar ve ilan etmek yolunu takip etmeliyiz. Tevazu hasletini bu çerçevede anlamak iktiza ediyor. Tevazu aslında nimeti Hakk'tan bilip insanlar üstünde faziletfüruşluk taslamamaktır. Yoksa nimeti görmezlikten gelip saklamak tevazu değil, küfran-ı nimettir.

Kur’an'da ahlak ve salihat kavramları, mutlak ve müphem bırakılmıştır.

Kur’an'da bu gibi kavramların tam belirtilmemiş olmasının sebebi, her kesim ve toplum, kendine ait bir şeyler bulabilsin ve ona göre amel edebilsin diyedir. Zira bazı değerler toplumdan topluma farklılık arz eder, mekandan mekana değişime uğrar. Bazen erkekte güzel duran bir davranış, kadında çirkin durabilir. Cömertliğin zenginde, sabrın fakirde, durması gibi.

Yani ahlaki kavramlar nisbidir; durduğu yere göre şekil alır. Onun için Kur'an, salihat ve ahlaki kavramları belirsiz ve mutlak bırakmış ki, her fert, her toplum, her cins, her sınıf kendine yakışanı oradan alabilsin. Şayet Kur'an, mutlak bırakmayıp belirtmiş olsa idi; yani tek tip bir model ve yeknesak bir kalıp çizse idi, kimine yakışan, kimine yakışmayacaktı. Elbise tek kalıp olduğu için kimine dar, kimine bol gelecekti.

"Meselâ, zayıfın kavîye karşı izzet-i nefsi, kavîde tekebbür olur. Kavînin zayıfa karşı tevazuu, zayıfta tezellül olur."

Zayıf bir adamın kuvvetli bir adama karşı dik ve izzetli durması güzel bir hal iken, kuvvetli adamın zayıf adama karşı dik ve izzetli durması çirkindir, kibirdir. Yine zayıf adamın kuvvetli adama tevazu göstermesi yalakalık sayılırken, kuvvetli adamın zayıfa alçak gönüllü olması güzel olan tevazudandır.

"Meselâ, bir ulü'l-emir, makamındaki ciddiyeti vakar, mahviyeti zillettir. Hânesinde ciddiyeti kibir, mahviyeti tevazudur."(2)

Bir valinin makamındaki ciddiyeti, vakar, yani ağırbaşlılık iken, aynı valinin evindeki ciddiyeti kibirdir. Valinin makamındaki tevazusu zillet, yani alçaklık iken, evindeki alçak gönüllüğü güzel olan tevazudur vs...

Günümüzde özgüven kazanma adı altında neşredilen kitapların birçoğu, insanı şımarıklığa ve egoizme sevk eden, zararlı ve riskli neşriyatlardır. Nasıl felsefi doktrinler insanlığı küfür ve şirk derelerine sevk ediyor ise, felsefeden ders alan bu tür eğitim ve terbiye doktrinleri de insanlığı özgüven adı altında aşırı bireyciliğe hatta egosantrist (Ben merkeziyetcilik) bir halete sevk ediyor. Daha da ileri giderse, firavunane bir vaziyete gelip, uluhiyet bile dava edebilir. Bu tür akımlar İslam terbiyesi ile bağdaşmayan akımlardır. İslam terbiyesi içinde kamil insan olmanın formülü zaten verilmiştir. Bu tür harici ve felsefi terbiye sistemlerinden medet ve feyiz almaya lüzum yoktur.

İnsan fıtraten nihayetsiz aciz ve fakirdir. Bu nihayetsiz acizlik ve fakirlik boşluğunu; ancak nihayetsiz bir kudret ve zenginlik doldurabilir ki, bu sıfatlar da ancak ve ancak Allah da vardır. Öyle ise insan benlik ve gurur davasını bırakıp, Allah’a aczi ve fakrı ile sığınmalı, O'nun sonsuz kudret ve zenginliğine iltica etmelidir ki; ibadetin özü ve hakikati de bundan ibarettir.

Allah, insanı bu dünyaya ibadet ve kulluk için göndermiştir. Yoksa benlik ve gurur yapsın, kasıntı ile ben şunu yaptım, ben şöyleyim, ben böyleyim demek için insan yaratılmamıştır. İnsanın hakikati ile her şeyin dizgininin ve terbiyesinin Allah’ın kudret elinde olduğunu anlaması ve buna tam bir acziyet ile teslim olması; ancak iman ve ibadet ile mümkündür. Bunun dışındaki inanç ve ideolojiler bu kıvamı yakalayamaz. Tam aksine bu inanç ve ideolojiler, insanı kendini beğenmiş ve acz ve fakrını unutmuş bencil bir firavun şekline dönüştürüyorlar.

İnsanın, Allah’a yaklaşmakta ve O'nu razı etmekteki en önemli donanımı; fıtratındaki nihayetsiz acizlik ve fakirliğidir. İnsan bu nihayetsiz acizliği ile nihayetsiz kudrete köprü atar, yine nihayetsiz fakrı ile de nihayetsiz zenginlik ile irtibat kurar, o zaman o nihayetsiz kudret ve gına; insanın nihayetsiz acizlik ve fakirliğine tam bir merhem ve tam bir ilaç olur. Nasıl bebeğin çaresiz ve zayıf hali; anne ve babasını ona hizmetçi yapıyor ise, aynı şekilde insan da nihayetsiz acizliği ve fakirliği ile Allah’ın nihayetsiz kudret ve zenginliğini kendine cezp ediyor ve O'nun nazarında nazlı bir bebek gibi oluyor.

İşte insan kibir ve benlik davası yerine, bu acz ve fakr kanalını işletse, her şey ona itaatkar olur, her şey ona kolay ve geniş bir yol hükmüne geçer. Halbuki özgüven metotları insana hiç kimseye muhtaç olmadığını şırınga ediyor. Bir cihetle insanın iki realitesi olan acizlik ve fakirlik damarına çare aramak yerine, onu görmezlikten gelerek insana yalancı bir Donkişotluk teklif ediyor. Allah’a acizlik ve fakirlik kanalı ile yaslanan birisine, bütün kainat düşman ve engel olsa yine de pes etmez, demek gerçek özgüven; imanda ve teslimiyettedir.

Dipnotlar:

(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Onuncu Risale.

(2) bk. Sünûhat, Unsuriyetin Hikmeti.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 11.916
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...