Risalelerde kullanılan "şahs-ı manevi" kelimelerini nasıl anlamlandırmalıyız?
Değerli Kardeşimiz;
Bir kişinin şahs-ı manevisi; söylediği sözlerden, hâl ve durumundan ve yaptığı hareketlerden meydana gelir. Mesela: Mahallenize yeni bir komşu taşındı veya çalıştığınız işyerine yeni birisi geldi ve siz onu hiç tanımıyorsunuz. İşte bu kişinin sizin yanınızda şahs-ı manevisi yoktur. O yeni kişi yaptığı hareketlerle, konuşmaları ile giyimi kuşamı ile yaşayış şekline göre bir şahs-ı manevi oluşturmaya başlar. İçki içip etrafındakileri mi rahatsız ediyor, yoksa namazında abdestinde, insanlara faydalı bir kişi mi? Ne yapıyorsa şahs-ı manevisi ona göre oluşur. Daha sonra o kişinin ismini duyduğun zaman aklına gelen şey, onun şahs-ı manevisidir.
Demek önce kişi yaptığı hareketlerle, davranışlarla, yaptığı işlerle, konuşmaları ile bir şahs-ı manevi oluşturur, daha sonra da o şahs-ı maneviye göre muamele görür. Demek şahs-ı manevi sadece cemaatlerde olmaz, aynı zamanda şahısların da şahs-ı manevisi olur.
Buna güzel bir örnek Yirmi Yedinci Söz'dedir.
Bizler Peygamberimiz (asm)'in zatını görmedik. Amma anlatılanlardan hayatını, yaptıklarını, söylediklerini, gösterdiği mucizeleri öğrendik. İşte Üstad Hazretleri sahabe bahsinde şöyle yazmıştır:
"Belki umum envar-ı İslamiye ve hakaik-ı kuraniye ile nurani, muhteşem şahs-ı manevisini, bin mucizat ile muhat olarak akıl gözüyle gördüğünüz halde…" (Sözler, Yirmi Yedinci Sözün Zeyli.)
Demek, bugün bizler Peygamber Efendimiz (asm)'in zatını görmesek de şahs-ı manevisini görüyoruz. Yani onun (asm) şahs-ı manevisi bugün mevcuttur ve biz onu akıl gözümüz ile görmekteyiz. Hz. İsa (as)’ı da tanıyoruz. Allah’ın peygamberi, babasız dünyaya geldi, ölüleri diriltmek gibi mucizeler gösterdi, kendisine dört büyük kitaptan biri olan İncil verildi ve hakeza.
Demek, Hz. İsa (as)’ın (as) şahs-ı manevisi de bu gün aramızdadır ve mevcuttur. Demek, İsa’nın (as) ahir zamanda şahs-ı manevisi gelecek, tespiti yanlıştır. Onun şahs-ı manevisi bir yere gitmemiş ki gelsin! Kişi ile şahs-ı manevisi birbirinden ayrılabilir. Mesela, bir vali, valilik makamına uygun hürmet görür,ama kendisini tanımayanların bulunduğu bir şehre gitse, sıradan bir insan muamelesi görür. Çünkü orada şahs-ı manevisi yoktur. Demek, hürmet, saygı ve muamele şahsa değil, şahsın temsil ettiği şahs-ı maneviye göre olmaktadır.
Padişahların tebdili kıyafet yaptıklarını duymuşsunuzdur. Şehirde kimse onları tanımaz ve sıradan insan muamelesi görürler. Çünkü o anda padişahlık şahs-ı manevisi yanında yoktur. Amma, birisi onu tanısa, padişahlık şahs-ı manevisi devreye girer ve herkes hazır ola geçer. Bakın şahıs aynı şahıs, amma şahs-ı manevi gelince iş değişti. Demek şahıs ile şahs-ı manevi birbirlerinden ayrılabilmektedir.
Makamların da yaptığı işlere göre, etkisine, gücüne göre bir şahs-ı manevisi vardır. Mesela, Milli Eğitim Bakanlığının Türkiye çapında yaptığı işlere göre bir gücü ve bir tesiri vardır. İşte bu, o baklanlığa ait şahs-ı manevidir. Yeni atanan bakan o şahs-ı maneviyi temsilen kullanmaya başlar ve o şahs-ı manevinin önemine göre hürmet ve saygı görür. Bir vilayete gitse törenle karşılanır, gazeteler ondan bahseder, sözleri haber olur. Bir müddet sonra bakanlıktan alınsa, gene aynı şehre gitse kimse ona bakmaz, ne tören yapılır ne de gazeteler ondan bahseder. Demek şahs-ı maneviler geçici olarak kullanılabilirler.
Devlet, yüzlerce ordusuyla, milyonlarca çalışanı ile bütün kurumları ile bir şahs-ı maneviye sahiptir. İşte bir trafik polisi, bu şahs-ı maneviye dayanarak yola geçer ve yüzlerce aracı durdurur, kontrol eder, gerekirse ceza yazar. Aynı anda aynı şahs-ı maneviyi yüz binlerce polis, amir, memur, bürokrat, komutan, öğretmen, doktor, yani bütün devlet namına çalışanlar kullanırlar. Demek, şahs-ı manevi yüz binlerce kişi tarafından aynı anda kullanılabilmektedir.
Ülkelerin de şahs-ı manevisi olur. Bu şahs-ı manevî, o ülkenin gücüne göre, zenginliğine, gelişmişliğine, nüfusuna ve o güne kadar yaptıklarına göre olur. Ülkelerin temsil edildiği toplantılarda her bir temsilcinin gücü de temsil ettiği ülkenin şahs-ı manevisine göre olur. Yunanistan’ı temsil eden bir kişi ile Amerika’yı temsil eden bir kişinin güçleri aynı olmaz. Onların gücü temsil ettikleri ülkenin şahs-ı manevisine göre olur.
Demek, iş şahıslarda değil, şahısların temsil ettikleri şahs-ı manevidedir. Demek, şahıslar bir şahs-ı maneviyi temsil etmezlerse, bir şahıs kadar iş yapabilirler veya temsil ettikleri şahs-ı maneviye göre de güçleri olur. Şahs-ı manevî de onu temsil eden kişi veya kişiler vasıtası ile iş görebilir. Temsil eden olmazsa şahs-ı manevî iş yapamaz. Şu anda Hz. İsa (as)’ın şahs-ı manevisi olduğu halde, o şahs-ı maneviyi temsil eden zatı olmadığı için o şahs-ı manevî iş görememektedir.
Asıl konumuz cemaat ve cemaatlerin şahs-ı manevisidir. On kişi bir araya gelse ve maddî, manevî güçlerini birleştirseler, birisine yapılan kötü muameleye hep beraber karşı koysalar, o on kişinin her biri on kişi kadar kuvvetli olur. Çünkü onlardan birine çatacak kişi, on kişinin harekete geçeceğini bilir ve birisine çatacağı zaman on kişiyi de hesaba katmak zorunda kalır.
İşte bunların şahs-ı manevisi o on kişiye göre olur. Bir araya gelenler bin kişi olsa, o bin kişinin her biri bin adam kadar güçlü olur. Bir araya gelenler bir milyon kişi olsa, her bir fert bir milyon adam kadar güçlü olur ve hakeza. Bir araya gelmekle meydana gelen şahs-ı maneviyi her bir fert kullanır. Toplumdaki etkileri, yapabilecekleri işler de ona göre olur; çok büyük işleri yapabilirler.
İşte bu zamanda işler çok büyüktür. Şahıs kuvveti ile yapılacak işler değildir. Bir araya gelmekle büyük cemaatler meydana getirmek ve her bir fert o cemaate dayanarak iş yapmak zorundadır. İşi şahs-ı manevî yapmaz, o şahs-ı maneviye dayanarak onu temsil edenler yapar.
İşte Üstad Hazretleri böyle bir cemaat meydana getirmemizi ve o cemaatin şahs-ı manevisine dayanarak iş görmemizi istemiştir. Ancak, bu şahs-ı maneviye dayanmak lafla olmaz. Araçları durduran polise bir şey olduğu zaman dayandığı kuvvet harekete geçmezse, o polis maskara olur.
Aynen öyle de Risale-i Nurların etrafında toplanan cemaatin, bir şahs-ı manevisi vardır. Ancak bu cemaatin bir ferdine bir şey olduğu zaman, o cemaat harekete geçmiyorsa, o zaman o cemaatin şahs-ı manevisinden bahsedilemez. Demek, şahs-ı manevî hayalî bir şey değildir. Gerçek güç ne kadar ise şahs-ı manevinin gücü de o kadardır. Ve o gücü de temsil eden kişilerin gücü de o kadar olur.
Şahs-ı manevi zaman içinde değişikliğe uğrayabilir. Mesela; cemaat yüz kişi iken şahs-ı manevisinin gücü de yüz kişilik olur. Aynı cemaat zaman içinde beş yüz kişiye çıkarsa şahs-ı manevinin gücü de beş yüz kişilik olur.
Demek, herkes temsil ettiği şahs-ı manevî kadar iş görmektedir. Ve dikkat edilirse dünya üzerinde iş yapanlar hep temsil ettikleri şahs-ı maneviye göre muamele görmekte ve iş yapabilmektedirler. Kısaca dünyada ülkeler arası ilişkilerden en küçük bir köydeki iki kişi arasındaki ilişkiye kadar, hep şahs-ı maneviler etkili olmakta ve işler şahıslar tarafından amma, temsil ettiği şahs-ı maneviye göre yürütülmektedir.
İşte Risale-i Nurlarda geçen şahs-ı manevî kelimeleri ve bu kelimelerin geçtiği cümleler bu şekilde ele alınıp manalandırılmalıdır.
Selahattin ALTINTAŞ
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü