"Samed âyinesi olan bâtın-ı kalple sanem-misal dünyevi mahbuplara perestiş etmek, o mahbupların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira fıtrat, fıtri ve layık olmayan şeyi reddeder, atar..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Samed ismi, kısaca, “kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve her şeyin kendisine muhtaç olduğu zat” demektir.
Maddi kalp, bedenin her yanına kan pompalayan harika bir cihaz. Bu kalb bütün bir kâinata muhtaçtır. Kâinattan insanı süzen ve insan fabrikasında gıdaları ete, kemiğe, kana, iliğe çeviren bir kudret, o kalbi çalıştırmakta ve kanı bedenin her köşesine sevk etmektedir.
Bu kalbin kâinata ve içindeki eşyaya olan ihtiyacını, ancak her muhtacın ihtiyacını gören ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah yerine getiriyor ve onda Samed ismini böylece tecelli ettirmiş oluyor.
Kalbin maddesi bu yönüyle bir ağaçtan, bir çiçekten fazla ileri değil. Onlar da kâinatın her şeyine muhtaçtırlar. Onlar da bu ihtiyaçlarının görülmesiyle Samed ismine ayna oluyorlar.
Kalbin bâtınına gelince, Samediyete asıl ayna o bâtın-ı kalptir..
Bu hakikati,
"Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur." (Ra’d, 13/28)
ayet-i kerimesi bize ders veriyor.
Bedendeki her organın kendine göre bir çeşit tatmini söz konusudur. Göz görmekle, kulak işitmekle tatmin olur. Dilin tatmini tat ile mideninki gıda iledir. Kalbin ise en büyük ihtiyacı, imandır.
- Ben kimin mahlûkuyum?
- Şu âlem kimin mülkü?
- Bu dünyada kimin misafiriyim?
- Daha sonra nereye gideceğim?
- Beni misafir eden zat, benden ne istiyor?
İşte kalbin bâtını, bu gibi suallerin cevaplarıyla tatmin oluyor. Onun ihtiyacı marifetullah olunca, elbette, Samediyete en büyük ayna o olacaktır.
Diğer mahluklar bu kâinatın maddesine muhtaçtırlar. O ise, bu âlemin sahibini tanımaya, bilmeye, ona iman ve itaat etmeye muhtaç...
İşte, bu derece yüksek bir mahiyete sahip olan insan kalbini, mahluk sevgisiyle tatmine çabalamak, o kalbin fıtratına zıt olduğu için, bozulmamış her kalb bu muhabbeti reddeder; onunla tatmin olmaz.
“Zira fıtrat, fıtri ve layık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehevani sevmekler, bahsimizden hariçtir.)."
Aklı devre dışı bırakıp his ve heves ile hareket eden şehevani sevmeler bahsimizden hariçtir. Kısa süreli olup çabuk değişen ve bozulan bu hayvanî sevgiler, kalbe değil nefse hitap etmekte, onu bir süre oyalamaktadır.
Bunu anlamayan ve kalplerinin gıdasını ihmal eden insanlarda, bu ihmalin peşin cezası olarak, huzursuzluk, sıkıntı, tatminsizlik, korku, endişe gibi hastalıklar kalbi sarar.
Midenin açlığını elbisenin güzelliği yahut gömleğin kalitesi gideremiyor; o ancak rızık istiyor. Kalbin boşluğunu da hiçbir dünyevi rütbe, hiçbir içtimai makam, hiçbir beşerî teveccüh ve hiçbir fâni hedef doyuramıyor, doyuramaz da...
Kalbin Rabbi, onun ancak zikirle tatmin olacağını bildiriyor bize. Nedir zikir? Kelime manasıyla hatırlama. Allah’ı hatırlatan her hadise, her levha, her ilmî eser birer zikir vesilesidir.
Kalp; bir fabrika, bir saray, bir misafirhane olan şu muhteşem kâinatın ancak Allah’ın emir ve iradesiyle var olduğunu bilmekle tatmin olur.
İşte insan, kendi bedeninin, kâinata ve ondaki rızıklara muhtaç olduğunu, onların ise insana muhtaç olmadıklarını iyice anladıktan sonra, tefekkürünü derinleştirir. Bedenden geçer, ruha, kalbe varır..
Ve yakinen anlar ki, insanın kalbi Allah’a inanmaya muhtaç, ama Allah o kalbin imanına muhtaç değil.
İşte insanın bunu idrak etmesi ve iç dünyasını iman, marifet ve muhabbete açmasıyla, onun kalbi Samediyete eşsiz bir ayna olur.
İnsan, kendi kalbini böylece değerlendirdikten sonra, Samediyetin âlemdeki tecellilerini de aynı şuurla okumaya başlar. Bizim muhtaç olduğumuz kâinata, o kâinatı yaratanın muhtaç olmayacağını açıkça bilir...Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Şehevani sevmekler, bahsimizden hariçtir. BU KISMI BİRAZ DAHA açar mısınız...
Burada, iradenin yapacağı tek bir şey vardır. O, da şehvani sevmesini haramda değil de, helalde gidermesidir. Şehvani sevmekten kasıt, insanın karşı cinse olan fıtri ihtiyacı ve şehvetidir. Yani cinsi latife olan fıtri meylidir. Tıpkı yemek ve suya olan meylimiz gibi. Bunların aşkı değil, helal ve haramı olur.
Bir elma ve bir cinsi latif düşünelim. Bunlara iki türlü sevgi olabilir. Biri mecazi sevgi, yani irade ile, yüzü hakikiye çevrilebilen sevgidir. Diğeri ise şehvani sevgidir. Bunun çevrilecek yüzü ve yanı yoktur. Ancak ihtiyaç giderilirse sükun bulur. Elmayı yemedikçe, cinsi latife nikah yapmadıkça sükun bulamaz. Ama bu sevgiyi haram ve helal yollarla gidermekte iradenin rolü vardır ve mesuldür.
Allah, mecazi sevmenin hesabını sorar. Zira sen ayiney-i samed olan kalbini fena ve fani mahbuplara açtın ve kirlettin. Ama şehvani sevmenin ve bunu helal yoldan gidermenin hesabını sormaz. Şayet şehvani sevgi, mecazi sevgi sınıfından olsa idi, peygamberler, ne yemek yer, ne de evlenebilirlerdi. Zira onların kalbine Allah aşkından başka bir aşk yerleşemez. Öyle ise, şehvani sevgi, mecazi aşk sınıfına girmez.
Peygamberimizin (sav) şu hadisi buna işaret eder: "Sizin dünyanızdan bana üç şey sevdirildi; biri güzel koku, biri kadın, biri de namazdır."
"Samed âyinesi olan bâtın-ı kalble sanem-misal dünyevî mahbuplara perestiş etmek, o mahbupların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder."
Dünyevi mahbuplara perestij etmek neden kendi nazarında değil de, mahbuplar nazarında ağırdır?
Esas burada perestij eden kişi kalbini yanlış şeylere bağlıyor, Allaha perestij etmesi gerekirken, kalbin tatmini Allah iken o mecazi aşka bağlıyor.
Karşı tarafa ağır, sakil gelen ne gibi bir durum varki? Üstüne bir de 'reddeder' diyor. Halbuki her zaman da reddetmiyor karşı taraf.