"Şeriat aleme gelmiş ta istibadı ve zalimane tahakkümü mahvetsin. Eğer temessül etse, istibdad bir dev, dürründe Meşrutiyet-i Süleyman, şeriat, Hatem-i Süleyman suretine girer idi." Bu cümleyi devamı ile birlikte izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İstibdat denilen dîv-i derrendenin pençe-i gaddarında hanım-ı hatime-i edyan, sükut ile ibka edilmiş idi."
İstibdat, yani otoriter ve baskıcı rejimler, şeytanın gaddar bir pençesine benzetiliyor. Son din olan ve nazik nazenin olan İslam, özü itibarı ile bu tarz bir yönetim anlayışını benimsemiyor, onaylamıyor. Nitekim dört halife döneminde de bu baskıcı ve keyfi anlayış fiilen bitirilmişti. Lakin dört halifeden sonra zamanın ruhunun da yardımı ile maalesef istibdat yeniden dirildi ve bu medeniyet asrına kadar hüküm sürdü.
"Şimdi elbette, taht-ı medeniyette oturan ve efkâr-ı umumî denilen süleyman-ı meşrutiyetin engüşt-i mübarekine, her hasiyet-i teshire malik nigin-i şeriat-ı garra lâyık görülecek. Evet bunu layık görünüz, fiilen de tebrik ve inkıyad ediniz. Bırakmayınız, meşrutiyetin yed-i adilânesine yakışan o seyfullah-ı beyzaya istibdadın pis pençesi ilişsin ve ağrazına vesile ederek o mübareki lekedar etmesin."
Üstad Hazretleri burada cumhuriyet ve meşrutiyetin İslam ile çelişmediğine işaret ediyor. Şeriat, insanları diğer insanların keyfi tahakküm ve baskısından kurtarıp, sadece Allah’a kul yapan ilahi bir rejimdir. Şeriatın özü istibdat rejimleri ile bağdaşmaz.
"İKİNCİ CİNAYET: Ayasofya ve Bayezıt ve Fatih ve Süleymaniye’de umum ulema ve talebeye hitaben müteaddit nutuklar ile şeriatın ve müsemma-yı meşrutiyetin münasebet-i hakikiyesini şerh ve teşrih ettim. Ve istibdadın şeriatla bir münasebeti olmadığını beyan ettim. Şöyle ki: Şeriat âleme gelmiş, tâ istibdadı ve tahakkümü mahvetsin. Eğer temessül etse; istibdad, bir dîv-i derende, meşrutiyet Süleyman, şeriat hatem-i Süleyman suretine girer idi. Bu hasiyet-i teshire malik olan hatem, şeriat idi. taht-ı medeniyette oturan ve efkâr-ı umumiye denilen Süleyman, meşrutiyetin enguştuna (Haşiye1) layık iken, ifrit istibdat gasbetmiş idi."
"Haşiye 1: Şu ibarede Hazret’in muradı, meşrutiyeti Süleyman’a teşbih ediyor. Fakat ibare düşüktür. İfrit istibdat malumdur. (Râmiz)"(1)
Yani, istibdat yırtıcı bir dev, meşrutiyet ise Süleyman, şeriat da Süleyman’ın mührüdür. Asıl hükmetmesi gereken Süleyman iken, oysa ifrit Süleyman’ın yüzüğünü parmağına takıp tahtına oturmuştu.
İstibdat temessül etse, somut bir obje haline gelse div-i derende, yani yırtıcı bir dev olurdu. Meşrutiyet ve cumhuriyet temessül etse, somutlaşsa, Hazreti Süleyman’ın meşru ve hakkaniyetli şeriatına dönüşürdü. Hazreti Süleyman’ın şeriatını tesirli ve adil kılan ana husus, onun Rabbani ve İlahi bir rejim olmasındandır.
Medeniyetin tahtında, insanlığın genel hissiyat ve fikriyatında Hazreti Süleyman’a ve onun devletine nispet edilen meşrutiyet ve cumhuriyetin oturması layık iken, maalesef ifrite teşbih edilen istibdat ve tahakküm hakim olup oturmuş. Günümüzdeki bütün monarşik idareler, cunta ve diktatörlükler bu tespite kuvvetli birer delildir. Üstadımız o zamanki insanlara ve bundan sonra gelecek nesillere şu dersi veriyor:
"Meşrutiyetin adil eline yakışan o ilahi parlak kılınca istibdatın ve her türlü diktatörlüklerin pis ellerinin ulaşıp ilişmesine ve şahsi menfaat ve garazlarına o mübarek meşrutiyeti lekelemelerine kesinlikle müsaade etmeyiniz."
(1) bk. Asar-ı Bediye, Divan-ı Harb-i Örfi, İkinci Cinayet, İttihad Yay., İstanbul 2002, s. 491.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü