"Sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor. Senin rağmına müfarakat ediyor. Madem öyledir, bu havf ve muhabbeti öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Muhabbet, insanın en esaslı bir duygusudur. Bu hissin fıtrattan sökülüp atılması mümkün değildir. Ama bu duygunun yönünü halka veya Hakk’a çevirmek insanın iradesindedir. İnsan kalbini ve ona dercedilen muhabbeti Allah’a hasretmesi gerekirken, bunu halka veriyorsa bunu neticesi dünyada hüsran, ukbada pişmanlıktır.
Midenin sert cisimleri hazmetmeden olduğu gibi dışarı atması; kulağın, belli frekanslar dışındaki sesleri işitmemesi; gözün, maddi olmayan eşyayı görememesi gibi insan kalbi de kendi yaratılışına zıt düşen muhabbetlerden hoşlanmaz. Mesela, kalp merhametten hoşlanır, zulmü sevmez. Zulmü severek işleyenler günah ve isyanlarıyla kalblerini yaralamışlar, nefislerinin emrettiği şeyleri sevmeye başlamışlardır.
İnsan, gözünü ve kulağını haram sahalarda kullandığında bunun hesabını vereceği gibi kalbindeki bu fıtri muhabbeti yanlış kullanmasının da hesabını verecektir.
İnsan, her şeyden evvel Allah'ı sevmelidir. Çünkü sevgiye sebep olan her güzellik, her kemal, her cemal ondadır. Hayat, ilim, kudret... gibi ezelî ve ebedî olan kemal sıfatlar onundur. Bunlar ise zatında sevilirler.
Şu kâinatta çiçeğinden baharına, zemininden semasına kadar sevdiğimiz, takdir ve tahsin ettiğimiz her şey Cenab-ı Hakk'ın esma-i hüsnasının aynalarıdır. Ezelden ebede bütün nimet ve ihsanlar, lütuf ve ikramlar onun hazinesinden gelmekte ve onun keremini göstermektedir.
Öyle ise insan bütün muhabbetini; "sebepsiz ve bizzat mahbub olan kemal-i mutlak sahibi, Zât-ı Zülkemal ve Zülcemal’e" hasretmelidir.
Muhabbetin merkezi kalptir. Kalp, imanın mahalli, marifet ve muhabbetin tecelligâhı ve bütün feyizlerin menbaıdır..
Dünya, insanın arzu ve emellerini tatmin için kâfi değildir. Bunun içindir ki, dünyanın güzel manzaralarını kısa bir zamanda temaşa edip; onun zevk ve sürurlarını tatmak, ancak insanın iştihasını açar, fakat doyurup tatmin etmez. Dünyanın zevkleri meşru da olsa fani ve geçicidir.
İnsan, önce Allah’ı sevmeli, sonra onun namına diğer mahlukatı sevmelidir. Padişahı seven, elbette onun sarayını, bağ ve bahçelerini ve içindeki her şeyi sever. Ona itaat eder ve yasaklarından sakınır.
Kâmil müminlerin maksudu cennet değil, Allah’ın rızasıdır. Zira cennet mahluk ve mahduttur. Onlar mahluk ve mahdut olana değil, nihayetsiz cemal ve kemal sahibi olan mahbub-u hakikiye kavuşmaya, ona yakın olmaya ve onun rüyetine mazhar olmaya âşıktırlar.
Nur Külliyatı’nda, “Fıtrat-ı beşeriyede (insanın yaratılışında) cemale karşı bir muhabbet, kemale karşı perestiş etmek ve ihsana karşı sevmek vardır."(1) buyurulur.
Bütün kâinattaki cemal, kemal ve ihsan tecellilerini kendi öz varlığımızda da açıkça seyredebiliyoruz.
Göz çok “güzeldir”, çok “mükemmel” bir sanat eseridir ve insan için büyük bir “ihsan”dır. Göz misalini diğer organlarımıza ve ruh dünyamıza taşıdığımızda insan varlığının “cemal, kemal ve ihsan” tecellileriyle adeta kaynaştığını görürüz.
İşte ibadetin hakiki menbaı, sanıldığı gibi sadece korku değil, insanın kendi varlığındaki bütün bu rabbani icraatlara vakıf olması, onları tefekkür etmesi ve ruhunun derinliklerinde şükür ihtiyacı duymasıdır.
Allah, kendisini sevelim diye kalbimize nihayetsiz bir muhabbet hissi koymuştur. Kalb başka şeyle mutmain olmaz.
"Kalpler ancak Allah’ın zikriyle tatmin olur." (Ra'd, 13/ 28)
Hazret-i İbrahim (as) gibi “Lâ uhibbü’l âfilin” / "Fani şeyleri sevmeye değmez." deyip, kalbimizi mecazî mahbublardan, fani mahluklardan arındırıp, Rabbimize yönlendirmeliyiz.
"Sabıkan beyan edildiği gibi, ehl-i gaflet ve ehl-i dünya tarzında ve nefis hesabına olan muhabbetlerin, dünyada belâları, elemleri, meşakkatleri çoktur; safâları, lezzetleri, rahatları azdır. Meselâ, şefkat, acz yüzünden elemli bir musibet olur. Muhabbet, firak yüzünden belâlı bir hırkat olur. Lezzet, zeval yüzünden zehirli bir şerbet olur. Âhirette ise, Cenâb-ı Hakkın hesabına olmadıkları için, ya faydasızdır veya azaptır (eğer harama girmişse)."(2)
Mevcudatı Allah hesabına ve onun sanat ve eserleri olduğu için sevmeliyiz. Bu sevgimizi de Allah’a olan muhabbetimize bir vesile yapmalıyız.
Allah sevgisi gibi Allah korkusu da insanı Allah’a yaklaştırır. Cenab-ı Hakk'ın Celîl, Kahhar, Cebbar, Kadir gibi celalî isimlerini düşünmek kalpte korku hissini uyandırdığı gibi, Rahmân, Rahîm, Cemîl, Latîf gibi cemalî isimlerini düşünmek de muhabbeti inkişaf ettirir. Her ikisi de mümine marifettullah vadisinde dereceler katettirir. Bunu kalp alemlerinden kemaliyle hisseden kâmil insanlar Allah’ın kahrını da lütfunu da hoş görmüşlerdir.
İnsan Allah’tan ne kadar korkarsa, o kadar lezzetli bir zillet içine girer, bu da onun için en büyük bir izzettir. Allah’tan korkan ve onu seven, bütün kederlerden kurtulur, huzur içinde yaşar.
Dipnotlar:
1) bk.Lem’alar, On Birinci Lem'a.
2) bk. Sözler, Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
1) Sevilen şeylerin insanları tanımamasına örnek olarak, insanların gençliğine, güzelliğine veya malına karşı duyduğu muhabbete karşı bu şeylerin o insanları tanımamaları ve eninde sonunda o insanları terk etmeleridir.
2) Sevilen şeylerin insanları tahkir etmesine örnek olarak, bazı insanların belli makam ve mevkilere duydukları muhabbetten ötürü zillet altına girmeleridir.
3) Sevilen şeylerin insanlara refakat etmeyerek müfarakat etmesine örnek olarak, insanlardaki gençlik, sağlık ve güzelliğin zamanla kaybolmasıdır, elde durmamasıdır.