"Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ: Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfi ırkçılık ifsat etmesin." Burada yirmi ve yirmi birinci yüzyılda ırkçılığın çok tehlikeli olacağı mı belirtiliyor?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Irkçılık belası, batının hastalıklı zihninin insanlığa bulaştırdığı bir mikroptur. Bunun ilacı ise İslam kardeşliği ve İslam milliyetçiliğidir. Dünyada bulunan bütün Müslümanlar bir millettir. Bunun karşısında olanlar da küfür milletidir. Kısacık dünya hayatında, kısacık gençlik heveslerine hitap eden ırkçılık illeti hesabına, ebedi İslam kardeşliğini tepmek ve itmek hakikaten büyük bir hıyanet, büyük bir helaket ve büyük bir tehlikedir.

Risale-i Nur'un geneline bakıldığında, bu zamanda dinsizlik fikrinden sonra, en tehlikeli ve zararlı fikrin menfi milliyetçilik olduğu çok rahatlıkla anlaşılır. Üstad Hazretlerinin en sert söz sarf ettiği ve müsamaha göstermediği fikir, inkarı uluhiyet ve ırkçılık fikridir.

Dinimizde ırkçılık haramdır. Samimi bir Müslüman asla ve kata ırkçılık yapamaz, şayet yapıyorsa, samimiyetinde şüphe vardır. Yani İslam ile ırkçılık aynı kalpte barınamaz.

İnsanları milletlere ve kavimlere bölüp, dillerini ve renklerini farklı kılan Allah’tır. Irkçıların yabani bir nazarla baktıkları diğer kavimleri var eden ve onları farklı kılan fail Allah’tır. Demek ırkçılıkta zımni olarak Allah’a karşı bir düşmanlık ve husumet vardır. Zira fiili beğenmemek, zımni olarak faili beğenmemek demektir. Irkçılık eşittir Allah düşmanlığı desek, mübalağa etmiş olmayız.

Kavimlerin ve milletlerin farklı ve muhtelif kılınması, birbirlerini inkar edip, birbirlerini düşman olarak görmesi için değil, birbirlerini tanımak ve birbirleri ile yardımlaşmak içindir. Ayette, en göze çarpan husus tearüf ve teavündür; yani tanışma ve yardımlaşmadır.

Üstad'ın ordu örneği çok manidardır. Şayet ordu taburlara, bölüklere, takımlara ayrılmamış olsa idi, ordunun görev ve vazife tanımlamaları imkansız ve karmaşık olacaktı. Bir asker kısımlara ayrılmamış ordu içinde, nerede nasıl duracağını, hangi vazifeyi yapacağını bilemezdi. Demek taburlar birbirlerini tanımak ve yardımlaşmak için bölünmüşler, yoksa bir tabur başka bir taburu inkar edip kavga etsin, düşman görsün diye değil. Irkçıların durumu, ordunun taburlara ve bölüklere ayrılmasına kızan ve öfkelenen bir ahmağın durumu gibidir.

Kavimlerin farklı yönlerinin, birlik yönlerinin yanında çok önemsiz ve basit bir detay gibi durmasıdır. Hakikaten kavimlerin farklılıkları birliklerinin yanında çok adi ve basit kalıyor. Yani kavimler arasındaki birlik bağları, farklı bağlarından çok fazladır. Biz neden çoğu aza tabi kılıp, birbirimizle düşman olalım. Böyle bir cehalet ve zulüm nedendir, anlaşılması pek güç gerçekten.

Üstad Hazretleri bu birlik bağlarını ne güzel sıralamış:

“Aynen öyle de heyet-i içtimaiye-i İslâmiye büyük bir ordudur; kabâil ve tavâife inkısam edilmiş. Fakat bin bir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var: Hâlıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir, bir bir bir... binler kadar bir bir...”(1)

Bu kadar birlik noktaları varken, ayrılık noktaları öne çıkarıp bunu da düşmanlık aracı haline getirenler ne kadar zalim ve alçaktırlar, anlaşılır.

(1) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Üçüncü Mektup.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 2.576
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...